UÇKUR – KIBLE VE DOĞRUCU DAVUT
Din adamı kisvesine bürünmüş din tüccarları, üçkâğıtçılar, Allah adına insanları kandıran sahtekârlar o kadar çoğaldı ki elini öpebile
Din adamı kisvesine bürünmüş din tüccarları, üçkâğıtçılar, Allah adına insanları kandıran sahtekârlar o kadar çoğaldı ki elini öpebileceğimiz, sözünü dinleyebileceğimiz din adamlarına hasret kaldık.
Neye baksak kime baksak hayal kırıklığına uğruyoruz.
Var olan her şeyin sahtesini çıkardılar.
Sahte bal, sahte reçel, sahte karne, sahte diploma, sahte öğretmen, sahte doktor ve kız çocuklarının evlenme yaşını yedi yaş olarak tespit eden sahte imamlar, sahte Müslümanlar.
Yetmedi.
Ezan okuyan saatler, namaz kıldıran seccadeler, piyangoya konulan umreler.
Ve…
RÜTÜK’ ün destek ve himayelerinde haftanın beş günü onlarca kanalda karı kız pazarlamalar, koca bulmalar.
Örf ve ananemizin, milli ve manevi değerlerimizin içine edilen günlerdir bu günler.
KIBLE
Yıllardır yolumuzu, yordamımızı feleğimizi şaşırmıştık.
Şimdide kıblemizi şaşırdık.
Bir kıble meselesidir almış başını gidiyor.
Kıbleyi bilenin, bilmeyenin namazı kılanın, kılmayanın kafasında bir soru yönümüz doğru mu, değil mi?.
İnsanlarımız namazın üzerinde bile bunu düşünüyor.
Camilerde mescitlerde konuşulan tek konu bu…
Kıblemiz yanlış mı, doğru mu?
Deveye “Boynun neden eğri” diye sormuşlar da ” Nerem doğru ki” demiş tıpkı onun gibi.
Bin beş yüz senedir kendisine doğru dürüst bir kıble bile tespit edemeyen bir ümmet olmak istemiyoruz.
Bin beş yüz senedir bu kıbleye yönelenler yanlıştı, biz mi doğruyuz.
Çünkü bizim bir adımızda doğrucu Davut’tur.
Söz dönüp dolaşır Doğrucu Davut’a gelirde Doğrucu Davut’un o meşhur hikayesini anımsamamak olur mu?..
DOĞRUCU DAVUT
Evvel zaman içinde kalbur saman içinde bir padişahın Doğrucu Davut adında bir veziri varmış. Padişah başı her sıkıştığında bu vezire müracaat eder, vezirden bilgiler alırmış. Lakin bu vezirinde bir kusuru varmış “Padişahım çok yaşa” deme yerine hep doğruları söylermiş.
Ve bir gün padişah bir ülkeyle savaşa girecek “Girmeden önce şöyle bir araştırma yapayım bakalım milletim bu savaşa ‘evet’ diyorlar mı demiyorlar mı? Diye bir tereddüde düşmüş çağırmış Doğrucu Davut’u huzuruna…
“Gel bakalım Davut…
Biz bir savaşa girmek istiyoruz senin bu konuda fikrin nedir?.. Bu savaşın ülkemize milletimize bir faydası olacak mı? Girelim mi, girmeyelim mi bu savaşa?.. Der.
Doğrucu Davut hiç düşünmeden;
“Devletlûm ben bu işin sonunu iyi görmüyorum. Bu savaş ülkemize felaket getirir. Biz savaşı şu-şu- şu sebeplerden ötürü kaybederiz onun için bu savaşı girmeyelim” der demez padişah gazaba gelir;
“Bre Davut sen benim irademe karşı mı gelirsin? Benim düşüncelerim üzerine düşünce mi irad edersin” diyerek Doğrucu Davut’un zindana atılmasını emretmiş.
Ülke savaşa girmiş ve savaş kaybedilmiş.
Doğrucu Davut hala zindanda…
***
Aradan epeyce bir zaman geçmiş ülkede yine bir savaş tehlikesi baş göstermiş. Padişah yine bir kamuoyu yapma ihtiyacı hmiş sarayında toplantı üzerine toplantılar tertiplemiş, davetler üzerine davet vermiş.
Muhtarlar, azalar bekçiler, ağalar, beyler çağırılmış onlarla fikir teatisinde bulunulmuş ve sonunda yine Doğrucu Davut’la görüşmeyi murat eylemiş ve çağırmış Doğrucu Davut’u huzuruna…
“De bakayım Bre Davut bu sefer ne diyeceksin bu savaşa da girelim mi, girmeyelim mi?” deyince;
Doğrucu Davut yapılacak bu savaşla ilgili şartları gözden geçirdikten ve padişahın kesin kararlı olduğunu gördükten sonra…
“Padişahım en iyisi siz beni yeniden zindana koyunuz. Benim zindanım sizin sarayınızdan daha rahattır” cevabını vermiş.
***
İşte bizim pür mealimizde budur değerli okurlarım!..
Bu yanardöner coğrafyada ne handa rahatız nede sarayda.
Allah sonumuzu hayreylesin.