SON YÜZYILIN ÇOK KISA BİR ANATOMİSİ (3)

Son on dört yılda farklı güç  dengelerinin oluşmasında bir denklem olduğunu gösteren Yeni Türkiye, stratejik coğrafyası ile hem NATO'da hem de AB ile sürd

SON YÜZYILIN ÇOK KISA BİR ANATOMİSİ (3)
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Son on dört yılda farklı güç  dengelerinin oluşmasında bir denklem olduğunu gösteren Yeni Türkiye, stratejik coğrafyası ile hem NATO’da hem de AB ile sürdürdüğü üyelik müzakerelerinde özellikle göçmenler konusundaki geri kabul anlaşmasında Avrupa’ya ölümü gösterip sıtmaya razı edecek ibretlik bir pozisyon aldırdı. Temelde üye olunamayacağını bildiğimiz AB kulübüne girmek için ısrarlı devlet ve hükümet politikalarının aslında iç politik mücadelenin sanal bir çatışma  aracı olduğunu anlamak gerekir. Vesayetçi kurumlar kültürünü yaratan Türkiye bürokrasisinin uzun bir zamandan beri İslami yaşam tarzını içselleştiren büyük bir kitleyi kamusal alanın dışına itmesiyle beraber Anadolu insanı Beyaz Türk diye tabir edilen bu hiyerarşik yapının baskısından kurtulmak ve gerek inanç gerekse insan hakları ve özgürlükler alanında baskıyı lağvetmek adına AB siyasi,  sosyal, ekonomik ve hukuk normlarına uygun bir müktesebatı kabullenmeyi tercih eder hale geldi

Batı dünyası ise AB üyeliği politikasında böyle bir psikolojik ruh haline bürünmüş Türkiye üzerinde geçen dönem iktidarları boyunca kendi çıkarlarına uygun siyasi ve ekonomik birçok politikasını kabul ettirerek kendine bağımlı hale getirdi. IMF, NATO,  BM gibi daha çok Batı dünyasının çıkarına hizmet etmesi için kurulan uluslararası kuruluşlar marifetiyle dünyanın enerji ve ticaret gibi stratejik bölgelerinin kontrolünü sağlayarak bir bakıma modern sömürge anlayışına uygun yeni bir politika stratejisi geliştirdi. Bu bölgelere kaos,  kargaşa ve istikrarsızlık ortamlarını hazırlayarak işbirlikçi yöneticilerle bu bölgelere elini kolunu sdigerayarak girdi. Irak  Suriye, Afganistan, Libya , Sudan gibi ülkelerde çok yakın zamanda bunu gördük.

Özellikle İslam dünyası ne zaman ekonomik olarak gelişme işaretleri göstermeye başlayınca hemen akabinde siyasi ve sosyal kaos ve kargaşa ortamlarına sürükledi birileri. 1950 den sonra Anadolu da başlayan ağır sanayi hamlesi sonrasında bu ülke bir başbakan ve iki bakanını yine bugünlerde olduğu gibi yine işbirlikçi hainler tarafından idam ediliyor ve ağır sanayi hamlesi yine birileri tarafından rafa kaldırılıyordu. Sonrasında Erbakan ve Özal ile yeni denemeler yapılacak ancak bu kez de yeşil sermaye adı altında barkodlanarak 1997 de 28 Şubatında yine Batı ve ABD beslemesi postal yalayıcıları marifetiyle  bu hareketlerde iç siyasete kurban edilecek ve ülke Cumhuriyet tarihi boyunca görülmemiş bir kurumsal talan zinciri altında sefalete mahkûm edilecekti.

Ümit ediyorum ki ümmetin dirilişi yedi asır öncesinde olduğu gibi  yine Anadolu’dan başlayacaktır. Artık ihtiyaç duyduğumuz en önemli şey Batının oyunlarına kanmayan şuurlu bir gençliktir. Bu hususta ailelere, medyaya, sivil toplum kuruluşlarına ve bizi yönetenlere çok önemli görevler düşüyor.

Eğitim programlarımızın gözden geçirilerek yeniden hazırlanması, en önemlisi de “özgürlük her istediğini yapabilmek değildir” ilkesinden hareketle halkın tamamını kucaklayan toplumsal barış ve hoşgörü temelli bir anayasa hazırlanması, ülkeyi geleceğe taşıyacak tam başkanlık sistemi ile yeni bir yönetme modelinin benimsenmesi kısa vadede olmasa bile orta vadede dünyanın sayılı güçlerinden biri olmasını sağlayacaktır.

Türkiye üçüncü bin yıla umutla girmiştir. Bu umudunu daha da yeşerterek evrensel normlarla donatılmış  yeni bir anayasa ve ülkeyi geleceğe taşıyacak tam başkanlık sistemini tez zamanda hayata geçirmelidir.

Batının Doğuya,  Doğunun Batıya açılan kapısı olan Türkiye sahip olduğu her türlü potansiyeli ile küresel bir aktör olduğunu göstermiştir.  Bu yönü ile Müslüman dünyasının yeni dünya perspektifinde lideri olma yolunda emin adımlarla ilerlediğine şahit oluyoruz. Bu fırsat Türkiye ‘ye sunulmuştur ve bu fırsatı Türkiye bütün gücünü seferber ederek değerlendirmek zorundadır. İç ve dış dinamiklerini harekete geçirecek politikalarla artık ümmetin içine düşürüldüğü bu kötü gidişe dur deme zamanı gelmiştir.

Bu noktadan hareketle  birbirimizi anlamaya ve dinlemeye ihtiyacımızın olduğu böylesi bir zamanda kendi inandığımız değerleri bir doğma gibi görmeden hakikatler üzerinden bireysel ve toplumsal bir iletişim dili geliştirerek gelecekle ilgili planlarımızı hep birlikte hayata geçirmeliyiz. Kaygılarımızı dile getirirken başkalarının duygularını ve inandığı değerleri zedelemeden bir üslup tercih etmeliyiz.

Gücün ve güçlünün etrafında savrulmadan kendimiz olmaya çalışmalıyız.

Kalın sağlıcakla.