SEZA ÇİMENTO TURİZME AÇILSIN
Kesrik ve Yığınki'nin köhne ama sevimli kerpiç evleriyle sarılı haline bakmayın Çimento fabrikasının… Kalabalığın içinde olup ta kendini yalnız hmek en kö
Kesrik ve Yığınki’nin köhne ama sevimli kerpiç evleriyle sarılı haline bakmayın Çimento fabrikasının… Kalabalığın içinde olup ta kendini yalnız hmek en kötüsüdür… Bu haliyle sessizce izliyor, önünden gelen geçen araçları, insanları… Tek tük geçen kara trene bakıyor, öküzün baktığı gibi…
Belki de yaptıklarının cezasını çekiyor…
Kesrik’in o beyaz nahnalarını (lahanalarını) katledişinin, Yığınki’nin bahçelerindeki onlarca meyve çeşidini yok edişinin cezasını…
Binlerce canlı türünün ölümüne sebep olmuştur… Yuvalarını terk edip gitmiştir kuşlar, bir daha geri dönmemecesine…
Kesrikli Feti Gakko, bu tükenişi görmedi çok şükür… Cezasını kendi keserdi, fabrikanın… “Nahnaya geldi mi, kıt-kıt” dedirtirdi, fütursuzca ve acımadan.
Fabrikaya kızgın ve küskün, şehrin ileri gelenleri şimdilerde… Kanaat önderleri, milletvekilleri, gazeteciler…
“Sen artık yaşlandın, koca bir bunak oldun, şehre yük oldun, cazibeni kaybettin…” diyorlar, “Eskiye rağbet olsaydı bitpazarına nur yağardı.” dercesine… Görmezden geliyorlar önünden geçerken…
Çiçeği burnunda, Seza Çimento’ya olan ilgileri ise, yeni gelin misali…
El üstünde tutulan, bir dediği iki edilmeyen, sevilip, korunan ailenin en torpilli bireyi gibi… Takıp takıştırmak için adına turlar düzenlenen, kültür turizmine mi, doğa turizmine mi dâhil edilsin diye paneller düzenlenen Seza Çimento…
Şehrin milletvekilleri, gazeteciler sık sık ziyarete gidiyor, baretlerini takıp, heyecanla geziyorlar ilk defa görüyormuşçasına… Yıllardır, gözlerini açtıklarında karşılarında buldukları, eski fabrikayı unutmuşçasına… Sonra muhteşem manzarasına karşı çaylarını yudumluyorlar keyifle… “Bu kadar milyon dolar yatırım yapılmış, bu kadar istihdam… Şehri de kirletmiyor üstelik epeyi uzak, hele şu manzaranın güzelliğine ne demeli!” diyerek övgüyle…
Fırat hüzünle ve derinden akmaya devam ediyor, tepesine dikilmiş, demir yığının bacasından tüten zehirli dumana inat… Ayrılma vakti çoktan geldi çevredeki kuşların… Kömürhan köprüsü Harput’a bakmıyor artık… Yeni bir türkü gerek…
*****
Eski bir türküydü söylediği… “Iğiki’nin dört etrafı bahçalar / Yar oturmuş pencerede def çalar”
Elindeki kemanı bıraktı. Koltuğa oturdu ve bir müddet düşündü Sakdigerı Mustafa… Aksakalını sıvazladı ve konuşmaya başladı…
“Bir Zen şiiridir ya da sözüdür.
''Yaban kazları gölün üzerinden geçti.
Göl şüphesiz yansıtır onları.''
Bu kadar. Peki, anlatılmak istenen nedir?
“Ne kazlar, ''Lütfen bizi yansıt'' derler göle… Ne de göl, ''Bende yansımaya geldiğiniz için teşekkür ederim'' der kazlara…
Yabankazı uçarken, su onu yansıtır. Ama suyun ne yansıtacak zihni, ne de yaban kazının yansıtılma arzusu vardır. Yansıma gerçekleşir ama iki taraftan da tek kelime çıkmaz.
Yaban kazlarının yansıtılmak gibi bir beklentisi yoktur; yansıtılmadıkları takdirde gücenmezler…
Yaban kazları hiç gelmezse, göl gücenmez… Küçük düştüğünü hmez. Onları davet eden kendisi değil ki!
“Çimento fabrikasıyla, Fırat nehrinin de durumu budur. Ne Fabrika gücenir, yansımasa da nehire… Ne de Fırat, davet etmediği halde gelip tepesine konan fabrikaya karşı, küçük düştüğünü…”
“Tek suçlu var. Arzu ve istek sahibi insan!”