ŞEKER HASTALIĞI ARTIYOR

Dünya Sağlık Örgütü (WHO) verilerine göre dünyada yaklaşık 422 milyon insanın şeker hastalığından muzdarip olduğunu ve Türkiye'de bu rakamın yaklaşık 6-7 milyon insana tekabül ettiğini belirten Prof. Dr. Turgut Yılmaz, doğal yaşamdan uzaklaştıkça şeker hastalığının arttığını gördüklerini söyledi.

ŞEKER HASTALIĞI ARTIYOR
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Medical Park Elazığ Hastanesi Göz Hastalıkları Uzmanı Prof. Dr. Turgut Yılmaz, diyabet ve ona bağlı göz rahatsızlıkları ile ilgili bilgi verdi. Halk arasında şeker hastalığı olarak adlandırılan diyabetin kan şekerinin kronik olarak yüksek seyretmesiyle karakterize bir sistemik hastalık olduğunu aktaran Prof. Dr. Yılmaz, “Sıklığı her geçen gün giderek artmaktadır. Özellikle son yıllarda beslenme alışkanlığının değişmesi, hareketsiz yaşam ve obezite, şeker hastalığını tetikleyen en önemli risk faktörleridir. Şeker hastalığı, vücut içerisindeki hemen hemen bütün sistemleri etkilemektedir. Bunların başlıcaları kalp ve damar sistemidir. Diyabet hastalığı esasen bir damar hastalığıdır. Bu nedenle diyabet hastalarının büyük bir kısmında kalp ve damar sisteminin olumsuz etkilendiğini görmekteyiz. Böbrek, göz, ayaklarda yara oluşumu ve sinir sistemi de diyabetten olumsuz olarak etkilenebilmektedir. Bunların içerisinde göze bakacak olursak, göz hastalıkları önlenebilir. Bir körlük nedeni olarak diyabetle mücadeleyi gerektirmektedir. Diyabetin gözdeki belirtileri ve en sık karşılaşılan sorunlar, bulanık görme veya görme kayıplarıdır. Hastalarda kataraktlar, diyabetik retinopati dediğimiz gözün arka tarafındaki retina dokusu denilen sinir dokusundaki hasarlar ve göz kaslarını etkileyen sinir felçleri ile karşılaşabiliyoruz. Kataraktlar önlenebilir, tedavi edilebilir bir körlük nedenidir. Ancak diyabetik retinopati zamanında tespit edilip, tedavi edilmesi çok önemlidir. Bu hastalarda tanı konulduğu zaman bütün belirtiler bir anda oluşmayabilir veya ortada herhangi bir belirti olmayabilir” dedi. 

“DİYABET HASTALIĞINI ÖNEMSESİNLER” 

 

Diyabet hastalarının mutlaka periyodik olarak belli bir sistematik halinde göz kontrolünden geçmesi gerektiğine dikkat çeken Prof. Dr. Yılmaz, “10 yıllık diyabet hastalarında herhangi bir belirti olmasa dahi yılda bir kez periyodik muayeneden geçmesi gerekmektedir. 15 yıllık diyabet hastalarının yüzde 70 oranında gözün arka tarafındaki retina dokusunda bir olumsuz etki gösterdiği ortaya çıkartılmıştır. Eğer 15 yıllık diyabet olgusu varsa bunların mutlaka 3 veya 6 aylık aralarla periyodik retina muayenesinden geçmesi gerekmektedir. Bu tür hastalarda hastalığın evresine göre farklı tedaviler uyguluyoruz. Eğer erken dönemde bu tür hastalığa yakalanmış veya tespit edilmişse bunlara lazer veya göz içi enjeksiyon tedavisi uygulamaktayız. Ancak hasta bu evreyi aşmışsa, gözün içinde kanama oluşmuşsa, bir çekinti veya yırtık oluşmuşsa bunlara da vitrektomi dediğimiz özel bir ameliyatla gözün içerisindeki kan temizlenmekte veya onarılmaktadır. Tedavinin başarısı hastalığın evresine göre değişmektedir. Erken yakalanan olgularda tedavi sonuçları çok iyi olmaktadır. Buradan hastalarımıza vereceğimiz en önemli mesaj diyabet hastalığını önemsesinler” diye konuştu. 

"DOĞAL YAŞAMDAN UZAKLAŞTIKÇA ŞEKER HASTALIĞININ ARTTIĞINI GÖRMEKTEYİZ" 

 

Dünya Sağlık Örgütü verilerine göre her 10 yılda şeker hastalarının sayısının çığ gibi arttığını dile getiren Prof. Dr. Yılmaz, “Tüm dünyada yaklaşık 422 milyon insanın şeker hastalığından muzdarip olduğu belirtilmektedir. Bu rakamın Türkiye’deki verilerine dayanarak baktığımız zaman yaklaşık 6-7 milyon insana tekabül ettiği görülmektedir. Teknoloji ile birlikte sedanter yaşam, obezite, beslenme alışkanlıkları, özellikle fastfood yiyecekler, şekerli gıdalar, katkılı maddeler yani doğal yaşamdan uzaklaştıkça şeker hastalığının giderek arttığını görmekteyiz. Temel olarak baktığımız zaman vücutta çok olumsuz yan etkilerinin olduğunu görmekteyiz. Bunların başlıcaları, kalp ve damar sistemine olan etkileridir. Dolayısıyla damarlarda hasara yol açarak etkisini göstermektedir. Bunlarda kalp hastalığı riskinin normal bireylere göre özellikle koroner hastalığı veya feriferik arter hastalığının çok fazla olduğunu görmekteyiz. Yine felç olarak adlandırdığımız inme riski de diyabet hastalarında normal bireylere göre daha yüksektir. Ayriyeten en sık karşılaştığımız nefropati dediğimiz böbrek hastalığı veya böbrek yetmezliği de diyabetin bilinen ciddi yan etkileridir. Retinopati dediğimiz görme kayıpları şeker hastalığına bağlı şekerin göze vurması olarak adlandırılan retinopati tablosu da yine çok ciddi anlamda görme kayıplarına yol açabilmektedir. Bu tür hastaların mutlaka periyodik kontrollerden geçirilerek kontrol altında ve takip altında olması önem arz etmektedir. Çünkü bunların birçoğu önlenebilir hastalıklardır” dedi. 

“KATARAKT GELİŞİMİ NORMAL BİREYLERE GÖRE DAHA FAZLADIR” 

 

Diyabetin farkındalığıyla ve hastaların bu konuda bilinçlendirilmesiyle daha hasar oluşmadan erkenden tespiti ve zamanında tedavi edilmesiyle bu organların korunabildiğini aktaran Yılmaz, “Şeker hastalarının gözdeki temel etkenlerine temel olarak bakıldığında gözün en ön kısmından en arkasına kadar birçok bölgeyi etkileyebileceğini görmekteyiz. Gözü sağa sola çeviren kaslarda felçler, katarakt gelişimi ve gözün arka tarafındaki retina dediğimiz sinir bölgesindeki hasarlar başlıca karşılaştığımız patoloji tablolarıdır. Hastalar genellikle bulanık görme şikayetiyle bize başvururlar. Bazıları diyabetinin farkında olmayabilirler. Çünkü diyabet bu anlamda bazen göz belirtilerinde bulanık görmelerle hasta bize müracaat etmektedir. Ani kan şekeri dalgalanmaları gözde bulanık görmeler yapabilmektedir. Katarakt gelişimi yine normal bireylere göre daha fazladır ama önemlisi gözün retinasındaki hasardır. Çünkü bu hasar genellikle geriye dönüşümsüz olarak olmakta ve zamanında tedaviyle körlük dediğimiz görme kaybının önüne geçilebilmektedir. Bu tür hastaların mutlak surette zamanında tespit edilip tedavi edilmesi, tedavideki başarı oranını arttırmaktadır. Erken dönemde başvuran ve tespit edilebilen hastalara iğne veya lazer tedavisi ile hastalığın önüne geçebilmek amaçlanmaktadır. Ancak ileri evrelerde yani geç kalınmış olgularda bu tür hastalarda mutlaka komplike cerrahi girişimler gerekmektedir” diye konuştu.