ŞEHİDİN BABASI
Hangi Hazar Şiir Akşamları idi hatırlamıyorum
Hangi Hazar Şiir Akşamları idi hatırlamıyorum.
Eylül ayının serin bir akşamında Hazar gölünün kıyısındayız.
Hazar Şiir Akşamlarına yoğun bir ilgi var.
Şairlerimiz birer birer sahneye çıkıyor, şiirlerini okuyorlar.
Bunlardan biriside İLESAM Başkanı emekli Vali cennetmekân Rıza Akdemir.”Şehidin Babası” Başlığını taşıyan bir şiir okuyor. O şiir okunurken o kocaman kalabalıkta tabiri caizse çıt çıkmıyordu.
Gözler nemleniyor, gönül telleri titriyordu.
Sayın Vali’den o şiiri istedim. Bana göndereceğini söyledi ve bir müddet sonra bana yazdığı bir mektup ekinde o muhteşem şiirini de göndermişti.
Mektubunun bir bölümünde şöyle yazıyordu;
***
“Aziz Kardeşim.
Şehirleri çok defa sevdiren yalnız geniş caddeleri, yüksek evleri, çiçekli parkları değil, güler yüzlü, sıcakkanlı, saygılı ve kültürlü insanlarıdır. Ben Elazığ’da bu güzelliği ve hazzı yaşadım.
İstediğiniz şiiri ve Elazığ’a duygularımı ifade eden bir yazıyı sunuyorum. Yazıyı neşrederseniz lütfen bana gönderiniz.
Başarılı, huzurlu, sağlıklı, uzun yıllar diliyorum aziz kardeşim.
26.10.2006
Rıza Akdemir
E. Vali
***
Bu değerli şair ve bürokratımız Emekli Vali Rıza Akdemir 09 Nisan 2012 tarihinde Hakk’a yürüdü. Bu yazıyı ölüm yıldönümünde yazacaktım ama bazı sebeplerden ötürü yazamadım.
Emekli Valimiz Şair Rıza Akdemir ve bütün şehitlerimizi rahmet ve şükranla anabilmek adına söz konusu o şiiri siz değerli okurlarıma bu gün arz etmenin onurunu yaşıyorum.
Ağlamayacağınıza söz verirseniz gelin birlikte okuyalım bu muhteşem şiiri;
ŞEHİDİN BABASI
Bir subay arkadaşım vardı birkaç yıl önce,
Beni arar bulurdu Ankara’ya gelince.
İçi dışı aydınlık sözü demirden sağlam,
Kalbi vatan aşkıyla çarpan yiğit bir adam.
Ankara’ya uğrardı ayrılınca izine,
Bana telefon etti, buluştuk bir gün yine.
Hiç unutmam serin bir akşamıydı Temmuzun,
Bir bahçede oturup dertleştik uzun uzun.
Sohbet konusu birden Güney-Doğu’ya kaydı,
Unutulmaz günlerdi, müthiş bir faciaydı.
Bir tutuşmuş meşale baştanbaşa ufuklar,
Daha beşikte iken öldürülen çocuklar.
İhanet pusu kurmuş her kayanın ardında,
Çakdigerar kol geziyor aslanların yurdunda.
Tabutları bayrağa sarılı cenazeler,
Bağrı yanan anneler gözü yaşlı tazeler.
Kuşatmış hudutları ihanetin alevi,
Her köy mezarlık gibi, her ev bir ölü evi.
Her adımda bir tuzak, her dönemeçte pusu,
Yüreğimizi yakan ne olacak sorusu.
Bunları düşünürken çatlayacaktı başım,
Bir hatıraya dalmış gibiydi arkadaşım.
Ufukları tarayan bakışları sislendi,
Sigarasını yakıp bana şöyle seslendi.
Bu yaz başımdan geçen bir olay anlatayım,
Biliyorsun Askerlik Şubesinde subayım.
Bu basit bir hatıra ve günlük olay değil,
Gözlerim yaşarmadan anlatmam kolay değil.
Ne zaman hatırlasam ıslanır kirpiklerim,
Beni bir Türk yaratan Tanrı’ya şükrederim.
Bir yaz günü şubede biraz çalışıp durdum,
Raporlar hazırlayıp epey kendimi yordum.
Nöbetçi er kapıyı vurup girdi içeri,
Dedi ”Bir bekleyen var sizi epeyden beri”
“Niye haber vermedin” dedim, “Hemen koş çağır”
Yorgun yaşlı bir adam yaklaştı ağır ağır.
Yer gösterdim oturdu, derin bir nefes aldı,
Hüzünlü bakışları bir süre bende kaldı.
Solgun yanaklarından aktı birkaç damla yaş,
Dua gibi bir sesle konuştu yavaş yavaş.
“Az ötede evimiz, Hacı Mustafa adım,
Bundan iki ay önce şehit oldu evladım.
Oğlum yirmi yaşında çakı gibi bir erdi,
Allah’ı sever gibi vatanını severdi.
Bir görseydiniz onu ne hoş delikanlıydı,
Komşumuz Ali beyin kızıyla nişanlıydı.
Aradan yıllar geçse unutamam o günü,
Meydanda davulların çalındığı düğünü.
Belediye önünde defneyapraklı taklar,
Davul zurna sesleri, oyunlar albayraklar.
Nişanlılar genç kızlar, gelinler akrabalar,
Gözü yaşlı analar, dalgın duran babalar.
Yaslandığım çınardı, bağlandığım ümitti,
Tren dumanlarına yavrum sarılıp gitti.
Yuvadan ayrılışın kırıklığı sesinde,
Onu son defa gördüm tren penceresinde.
Yokluğuna alışmak inanınız çok zordu,
Arada mektup yazıp “Geleceyim” diyordu.
Su gibi akıp geçti, günler peşi peşine,
Dayandık iki garip hasretin ateşine.
“Ramazanda evdeyim” diye haber salmıştı,
Terhisine oğlumun on yedi gün kalmıştı.
Gözlerimiz yollarda bekledik üzgün üzgün,
Bayraklara sarılı tabutu geldi bir gün.
Evimizi bir deprem vurmuşçasına çöktük,
Eller bayram eyledi, biz kanlı yaşlar döktük.
Elden ne gelir beyim vadesi bu kadarmış,
Kanlı avuçlarında birkaç saç teli kalmış.
Ona verdiği saçlar Elif kızın giderken,
Matemlere boğulduk düğün yaparız derken,
Cesedi mezarlıkta hatırası bizdedir,
Fotoğrafı duvarda yeri kalbimizdedir.
Sonra birden doğruldu ve yükseltti sesini,
Dedi yardımın için rahatsız ettim seni.
Şimdi bir sıkıntım var uykularımı bölen,
Şehit olur mu acep vatana borçlu ölen.
Öbür dünyada oğlum belki üzülür buna,
Onun bir tek gün borcu kalmamalı yurduna.
Bu vatana, millete borcu kalmasın beyim,
On yedi gün eksiği yerine ben edeyim.
Bir tek bu umut kaldı hayata karşı bağım,
Bakma yaşlılığıma bende eski toprağım.
Benimde bayrak tutar, silâh tutar bileyim,
Budur senden son arzum, budur sende dileyim.
Karşımda konuşan bu büyük insana baktım,
Heyecandan hüngür hüngür ağlayacaktım.
Dinçleşmiş, canlanmıştı, bakışı sanki kordu,
Sakalından aşağı damlalar sızıyordu.
Sildi gözyaşlarını çıkarıp mendilini,
Fırlayarak yerimden öptüm iki elini.
Hangi dağ bundan yüksek, hangi yar bundan derin,
Eğiniz başınızı önünde bu pederin.
Vicdanı böyle yüce, imanı böyle metin,
Eğiniz başınızı önünde bu milletin.
***
İşte o gün Hazar gölünün bir sonbahar serinliğinde gönüllerimizi titreten, gözlerimizi nemlendiren şiir buydu.
İnsanlar ölüyor ama eserleri yaşıyor.
Bu şiir bu hakikatin gerçek bir örneğidir.
Bütün şehitlerimize ve emekli valimiz Rıza Akdemir’e Yüce Allah’tan rahmet diliyor mekânları cennet, ruhları şad olsun diyorum.