Musul'da Garantör Devlet Olmalıyız

Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı ve  Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof

Musul'da Garantör Devlet Olmalıyız
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Fırat Üniversitesi İnsani ve Sosyal Bilimler Fakültesi Tarih Bölümü Başkanı ve  Ortadoğu Araştırmaları Merkezi Müdürü Prof. Dr. Mustafa ÖZTÜRK ile yaptığımız özel röportajda Musul Operasyonu ve Fırat Kalkanı Harekatı hakkında  önemli açıklamalar bulundu. ÖZTÜRK, Türkiye’nin Musul Operasyonuna müdahil olup operasyon bitimiyle yapılacak barış görüşmelerinde “Garantör Devlet” sıfatını alması gerektiğini söyledi.

 Musul Operasyonuna Nasıl Müdahil Olmalıyız ?

Tek başına Musul’u girmek, işgal etmek günümüz şartlarında asla  uygun değil fakat; koalisyon güçleri arasında  uluslararası hukuk çerçevesinde bizde Musul operasyonunda  yer almalıyız. Benim teklifim Musul operasyonu bittikten sonra IŞİD denen güruh dağıtıldıktan sonra yakın bir zamanda  bölgenin statüsünün yeniden belirleneceği bir barış konferansı toplanacak. Türkiye bu masada mutlaka olmalıdır ve Türkiye mutlaka garantör devlet sıfatını  kazanması gereklidir. 1960 yılında imzalanan Londra ve Zürih antlaşmalarıyla Türkiye, İngiltere ve Yunanistan Kıbrıs üzerinde garantör oldular. 1974’teki Kıbrıs’a müdahale etme hakkımızda bu antlaşmalar sayesinde oldu. O nedenle  benim şahsi görüşüm ileride olabilecek bu tür müdahalelere müdahil olmak için Türkiye’nin  Musul’da garantör devlet olması şarttır.

Musul Neden Bu Kadar Önemli ?

Musul, Misak-ı Milli sınırları içerisindedir. Daha gerilere gidersek Osmanlının miri rejiminin sınırları içerisindedir. Bin yıldan beri Musul daima Anadolu tarafından idareye bağlı kalmıştır. Dolayısıyla Musul’da hem tarihi hem de kültürel haklarımız vardır. Musul eyaletinin bir şehri olan Kerkük bir Türk şehridir. Musul bir Türk şehridir. Dolayısıyla Musul harekatında bulunmamız elzemdir ve girme konusunda da haklıyız.

 

Musul’u Nasıl Kaybettik Tarihi Sürecinden Biraz Bahseder Misiniz ?

30 Ekim 1918’de Mondros Ateşkes Antlaşması yapıldığında düşman devletlerinin bulunduğu hat ateşkes hattı olarak kabul ediliyor. Fakat; bu antlaşmadan 4 gün sonra İngilizler Musul’u işgal ediyor. Bu tutum gayri meşru bir durumdur. Mondros  Antlaşmasına dahi itibar edilmemiştir.  1923’te yapılan Lozan Barış Antlaşması’nda Ankara’dan temsilcilere gönderilen telgraflarda  Musul’dan asla vazgeçilmemeli diye söylenince görüşmeler çıkmaza girince  Musul konusunun daha sonra Osmanlı Devleti ile İngilizler arasında yeniden görüşmesine karar verilerek Lozan antlaşması imzalanmıştır.

1926 yılında Musul, Irak’a verildi doğru ama; bizim Musul’a müdahale etmemizi gerektiren  bazı şartlar var. “Musul’un statüsünde herhangi bir değişiklik olduğu takdirde Türkiye müdahil olabilecek. 1932 yılında manda rejimi bitti yerine Irak Krdigerığı kuruldu statüsü ve anayasası  değişti. 1958 yılında Irak Krdigerığı yıkıldı, cumhuriyet kuruldu yine statüsü değişti.

Musul’a Müdahale İçin Uluslararası Bir Dayanağımız Var Mı?

1932 yılında Irak ile yaptığımız antlaşmaya göre; Türkiye ve Irak hükümetleri kuş uçumu sınırlarının 75 km’sine kadar birbirlerinin ülkelerine zarar verebilecek nitelikte yapılanmalara fırsat vermeyecektir. Bırakın 75 km’yi  bir tüfek atımı kadar mesafede bulunan Basyan, Zaho gibi yerlerde Türkiye aleyhtarı eşkıyalar Irak hükümetinin gözü önünde barınmıyor mu? Dolayısıyla Irak yapılan antlaşmayı ihlal ediyor. Bize müdahale etme hakkı doğuyor. Bu 1932 yılından kalma bizim uluslararası hukuka göre hakkımızdır. bizim Musul’da olmamız kadar tabi bir şey yok. Bu bakımından ta Lozan’dan gelen tarihi kültürel  hakkımızdır. 3 milyon 500 bin orada soydaşımız yaşamaktadır. Bir de şuna takılmamak lazım.  Şii miş sunni miş gibi mezhep ayrılıkları saçma şeylerdir. Onlar bize Batı’nın empoze ettiği şeylerdir. Zaten oldu olası Batı, din üzerinden emperyalist emellerini tahakkuk ettirir.

Musul Petrollerinde Türkiye’nin Hakkı Var  Mı?

Ankara Antlaşmasına göre  Musul petrollerinin %10’u   25 yıl boyunca  Türkiye’ye verilecekti. Daha sonra İngilizler bir defa da 500 milyon sterlin verilerek Türkiye’nin bu petrolden payının tamamen bitmesi yönünde teklif edildi.  O teklif de kabul edildi fakat; hiçbir zaman o 500 milyon sterlin bize ödenmedi. Hatta; 1986 yılına kadar Musul petrol gelirleri daima bizim bütçemizin gelir kalemlerine konuldu fakat; hiç gelmedi. En son Saddam Hüseyin’in ricasıyla dönemin başbakanı Yıldırım AKBULUT zamanında  kaldırıldı.

 

Arap Baharı Diye Bize Arap Kışı Yutturdular !

Fırat Kalkanı Harekatı  Mart 2011’den bugüne gelen  Suriye’deki iç savaşın bir neticesi olarak ortaya çıkmıştır. Türkiye ilk başlarda Suriye ile  son derece iyi ilişkiler kurmuşken daha sonra büyük güçlerin Ortadoğu’daki kavga ve paylaşımlarının sonucu olarak “Arap Baharı adı altında Arap Kışı ”  bir hareket Suriye’de yansıdı. Suriye krizi emperyalizmin Ortadoğu’da devam eden çatışmalarının sonucudur. Yalnız ikinci Dünya Savaşından sonra bir İsrail faktörü var. İsrail’i rahatlamak adına Suriye’nin tasfiye edilmesi gerekiyor. Mısır 1979’dan beri tasfiye edildi. Irak 1991 ve 2003 yılları arasında Amerikan işgali ile tasfiye edildi. Bu iki devlet İsrail üzerinde büyük baskı oluşturuyorlardı. İsrail’in kuzeyinde büyük bir güç olarak duran Suriye’de bu süreçte tasfiye edildi. Suriye, İsrail için büyük bir tehditti. Hatırlanırsa 1973 yılındaki Suriye’yi  Amerikan ordusu durdurdu. Suriye ordusu İsrail’deki Taberiye Gölüne kadar ulaşmıştı. Amerika, Suriye ordusunu durdurmazsa bugün Ortadoğu’da dengeler farklı olurdu.

Suriye Meselesine Biz Nasıl Dahil Olduk?

Amerika, Rusya, Fransa  buradalar, sözde müttefikimiz Amerika’nın PYD-PKK güçlerini desteklemesi ki bu destekleme uzun yıllara dayanır. Bunun amacı Kuzey Irak’tan Akdeniz’e bir Kürt koridoru açmak bu apaçık belli. 1967 yılındaki yayınladıkları haritalarda bu planları açık. Kuzey Irak’taki bütün işyerlerinde, bir çok ideolojik oluşumlarda  bu haritaları görebilirsiniz. Dolayısıyla bunu gerçekleştirmek için Amerika, Kuzey Suriye’de PYD’yi desteklemeye başladı. Haysiyetsiz bir şekilde sözde müttefikimiz olmasına rağmen açık açık yardım ediyor. Tonlarca silah cephane yardımı yapıyor, subayları tarafından eğitiliyor.

IŞİD İstihbarat Örgütlerinin Kurduğu Bir Örgüttür

Irak, Suriye, Libya, Mısır, Sudan, Somali’ye kadar uzanan bu örgüt aslında bu ülkelere daha kolay müdahale edilebilmesi için kurulan kurmaca bir örgüttür. Amerika’nın bu müdahalesine karşın bizde 24 Ağustos’ta Fırat Kalkanı Operasyonuna başladık. 24 Ağustos 1516’da Yavuz Sultan Selim Memlükleri yenip Suriye’yi fethetmesinin 500. yıl dönümü bu da tarihi hafızamızın hala açık olduğunun bir göstergesidir. Açıkçası bu tarihte başlaması bana çok anlamlı geldi. Hemen hemen her gün kilise atılan roketler, orada bir IŞİD, PYD varlığının bulunması sınırlarımızı tehdit ediyordu. Dolayısıyla Suriye’ye girmemiz doğrudur, haklıdır ve normaldir.

Bu Harekatın Yapıldığı Alan Yeterli Mi ?

Azez ile Fırat Nehri arasındaki koridoru yetersiz görüyorum. Bu koridor Ayn El Arab’tan  ile  Afrin’in batısına kadar uzatılması lazım. Çünkü; Kırıkhan ve Hassa hattındaki bütün sınır boylarındaki köylere PYD yetiştirildi. Bir tüfek atımı olan bu uzaklıklarda köylerimize çok büyük zararlar verilebilir. Onun için en kısa zamanda Afrin bölgesine de bir harekat yapılması gerekir. Fırat Kalkanı Harekatı’nda taktik olarak akıllı hareket ediliyor. Çok büyük sayıda asker girmiyor, sadece ateş desteği ve hava harekatlarıyla Özgür Suriye Ordusuna destek veriliyor. Bu da bize göre başarılıdır. Maceraya atılmaya gerek yoktur. Biz Amerika’ya rağmen bunu yapabiliyorsak bu Amerika’ya çok önemli bir mesajdır. Türkiye’siz burada harita çizilmez.

 

Son Zamanlarda Gündemi Meşgul Eden Bir Konu var Lozan Antlaşması

Sizce Lozan Hezimet Mi Zafer Mi ?

23 Temmuz 2016 yılında sayın cumhurbaşkanımız demecinde “Lozan bizim tapu senedimizdir” diye bence bu ifade bizim için yeter başka bir söze gerek yok. TV’deki tartışmaları magazin tartışması olarak kabul etmek gerekir. Sevr Antlaşması’nı hatırlayalım. Vilayet-i Sitte dediğimiz Doğu Anadolu illeri Ermenilere bırakılıyor. Fransızlar Tokat, Sivas, Malatya ve Harput’u nüfuz alanı ilan etmiş.  İtalyanlar, Mersin, Antalya, Isparta, Burdur, Konya hakimiyet alanı ilan etmiş, Balıkesir, Bursa, Kütahya’ya kadar da etki alanı ilan edilmiş, Boğazlar uluslararası statü de kabul edilmiş bu antlaşma ile Lozan’ı karşılaştırdığınız zaman insafla bakıldığı zaman Lozan’ın zafer olduğunu söyleyebiliriz. Çok parlak olmayabilir, zamanın şartları içerisinde değerlendirmek gerekiyor.

Tarih’in vazgeçilmez bir metodu vardır. Olayları, zamanına, şartlarına, sosyal, iktisadi, iktisadi, kültürel konjonktürüne uygun olarak değerlendirmek lazım. Bugünkü kafayla eğer biz geçmişi değerlendirirsek yanlış yaparız.

1912 yılından 1922 yılına kadar savaşmış bir millet var. Bunun 4 yılı çok yıkıcı  Birinci Dünya Savaşı ile geçmiş. Bütün yerleri işgal edilmiş, orduları dağıtılmış tabiri caizse elde yok avuçta yok, madenleri vb bir çok şeye el konulmuş. Bu şartlarda yapılması gerekenin en iyisi yapılmıştır diyebiliriz. Gönül daha fazlasını arzu edebilir ama; o zaman ki şartlar bunu gerektirdi. Diğer taraftan Batılı devletlerde yorgundu. Hatay’a Suriye’ye bir bölük asker gönderecek  durumları dahi kalmamıştı. Lozan antlaşması için  diyebiliriz ki birincisi  karşılıklı feragat ettik, ikincisi rıza gösterdik, üçüncüsü ise karşılıklı tasdik ettik Lozan Antlaşmasının özü budur. Peki bu antlaşma böyle  mi kaldı ? Lozan’da Milletler Cemiyeti’ne bırakılan Boğazlar ikinci Dünya Savaşı’nın ayak sesleri duyulunca Atatürk bunu siyasi bir hamleyle fırsata çeviriyor.  Fransa, İngiltere ve Rusya’ya nota vererek Lozan Antlaşması’nda boğazlarla ilgili maddeyi tadile gideceğini söylüyor. Bu devletler buna karşı çıkacak bir hdigereri yoktu. İngilizler 13 yıl boyunca asker bulundurdukları Çanakkale müstahkem mevkilerinden çekilmek zorunda kaldı ve  Montrö Boğazlar Sözleşmesi bizim istediğimiz  şekilde imzalandı.