'Milli şair'in vefat ettiği daire müze olacak

İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un ömrünün son günlerini geçirdiği ve vefat ettiği İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nın dördüncü katındaki daire, 'Mehmet Akif Ersoy Müze Evi'ne dönüştürülecek.

'Milli şair'in vefat ettiği daire müze olacak
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Kültür ve Turizm Bakanlığı, Türk milletinin bağımsızlık mücadelesinin simgesi İstiklal Marşı'nın yazarı Mehmet Akif Ersoy'un ömrünün son 6 ayını geçirdiği ve vefat ettiği İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nda bulunan daireyi, "Mehmet Akif Ersoy Müze Evi"ne dönüştürmek için kamulaştırdı.

Mehmet Akif Ersoy, 16 Haziran 1936'da 10 yıl kaldığı Mısır'dan İstanbul'da dönüşünde Mısır Apartmanı'nda Abbas Halim Paşa'ya ait bir daireye yerleştirildi.

Mısır'dan hasta ve yorgun olarak dönen Ersoy, hayatını kaybettiği 27 Aralık 1936'ya kadar apartmanın dördüncü katındaki dairede kaldı.

Ersoy'un ölümünden sonra daire, Ziraat Bankası'na geçti. Tekstil ihracatçısı İlkut Uras, Ziraat Bankası ihalesi ile Mehmet Akif Ersoy'un Mısır dönüşü kullandığı bu daireyi satın aldı ve restore etti. İlkut Uras'ın ofisi olarak kullandığı daire, milli şairin mirasına sahip çıkma adına Kültür ve Turizm Bakanlığı tarafından müzeye dönüştürmek amacıyla kamulaştırıldı.

Daire, yürütülen restorasyon çalışmalarının tamamlanmasının ardından "Mehmet Akif Ersoy Müze Evi" olarak ziyaretçilerine kapılarını açacak.

"Mısır Apartmanı'nda son 1,5 ayını geçirdi"

Mehmet Akif Ersoy'un yakın dostu Eşref Edip Fergan'ın kitabını, 900 sayfalık ''Mehmed Akif Hayatı Eserleri ve 70 Muharririn Yazıları'' adlı eser haline getiren yazar Fahrettin Gün, Mehmet Akif Ersoy'u, 82 yıl önce hayata gözlerini yumduğu İstiklal Caddesi'ndeki Mısır Apartmanı'nın önünde AA muhabirine anlattı.

Mehmet Akif Ersoy'un Mısır Apartmanı'na geliş sürecini aktaran Gün, Akif'in vefat edeceğini anlayınca 16 Haziran 1936'da Mısır'dan İstanbul'a geldiğini belirtti.

Akif'in İstanbul'a gelişinin çok az kişiye haber verildiğini çünkü ülkeye kabul edilmeme ihtimalinden korkulduğunu aktaran Gün, kendisini İstanbul rıhtımında yakın dostlarından Eşref Edip, Fuat Şemsi, Mithat Cemal Kuntay, Prenses Emine Halim Hanımefendi'nin karşıladığını söyledi.

Prenses Emine Halim Hanımefendi'nin ısrarı üzerine Akif'in birkaç gün Maçka'da, sonra Nişantaşı Sağlık Yurdu'nda 20 gün kaldığını anlatan Gün, burada Akif'e kanser teşhisinin konduğunu ve 1,5 aylık ömrünün kaldığının söylendiğini aktardı.

Bu süreçte Abbas Halim Paşa'nın da vekil harcı olan yakın dostu Fuat Şemsi'nin devreye girdiğini ifade eden Gün, şu bilgileri verdi:

"Bu süreçte Fuat Şemsi, Mehmet Akif'e Mısır Apartmanı'nda bir daire kiraladı. Akif, burada bir süre kaldı. Kalma sürecinde Prof. Dr. Burhanettin Togan inceledi ve orman havası almasını tavsiye etti. Bunun üzerine Fuat Şemsi, Prens Halim Sait ile devreye girerek, onu Alemdağı'ndaki Baltacı Çiftliği'ne götürdü. Akif, bu süreçte doktor kontrollerine geldiğinde Mısır Apartmanı'nda kaldı. Kasım ayının sonuna kadar Alemdağı'ndaki çiftlikte kaldı. Havaların soğuması ile Mısır Apartmanı'na geldi. Mısır Apartmanı'nda son 1,5 ayını geçirdi. 27 Aralık Pazar günü saat 19.45'te hayatını kaybetti."

"Cumhurbaşkanı'mızın bu girişimi tam anlamıyla vefakarlık"

Fahrettin Gün, vefat ettiği evin müzeye dönüştürülmesinin Akif'i sevenlerce, Akif'in düşüncesine sahip olan aydınlarca pek çok kez dile getirildiğini hatırlatarak, "Sayın Cumhurbaşkanı'mızın, bu girişimi kelimenin tam anlamıyla bir vefakarlık, bir kadirşinaslık örneği. O yüzden kendisine ne kadar teşekkür etsek azdır." dedi.

Gün, "Mehmet Akif Ersoy Müze Evi"nde nelerin olması gerektiğine ilişkin, "Akif, boşuna yaşamayan, boşuna savaşmayan, boşuna ölmeyen birisiydi. Bugün Akif ile ilgili pek çok noktada evrak var. Bu evrakın buraya getirilmesi oldukça önemli. Kaldı ki simge itibarıyla bile Akif kitaplarının bulunduğu bir kütüphanenin kurulması sanıyorum yeterlidir. Akif'in atmosferini, anlayışını, düşüncesini ortaya koyma noktasında bu müzenin kurulması önemli bir girişimdir." ifadelerini kullandı. 

"Dostları bile onu gizli gizli sevdiler"

Mehmet Akif Ersoy'dan bahsetmenin 1925-1936 yılları arasında suç olduğunu anlatan Gün, "Mithat Cemal Kuntay'ın ifadesiyle 'Dostları bile onu gizli gizli sevdiler.' Mehmet Akif, İstanbul'a geldikten sonra kendisiyle ilgili yer yer çeşitli spekülasyonlar söz konusu oldu." diye konuştu.

Cenazesine üniversite gençliği sahip çıktı

Mehmet Akif'in cenaze merasimine dönemin yetkililerinin katılmadığını anlatan Gün, şunları söyledi:

"27 Aralık'ta vefat ediyor. 28 Aralık günü ise sabah Nişantaşı Sağlık Yurdu'nda yıkandıktan sonra Beyazıt'a getiriliyor. Beyazıt'ta adeta bir fukara cenazesi... Bu süreçte Emin Efendi lokantasının sahibi olan Mahir Usta, hemen elinde bir bayrakla koşuyor. Bayrağı tabutun üzerine, o fukara cenazesinin üzerine örtüyor.

Sonra binlerce üniversite gençliği peydah oluyor. Onlar da İstanbul Üniversitesi'nin sancağını getirip, tabutun üzerine koyuyorlar. Daha sonra bir camiden Kabe örtüsünü seriyorlar. Cenaze aracına koymadan, elleri üzerinde Edirnekapı Şehitliği'ne götürüyor ve oraya defnediyorlar. Defnederken de İstiklal Marşı'nı, Akif'le beraber mezara koyuyorlar. Defnettikten sonra denir ki; eseriyle beraber mezarına konan tek kişidir Akif."

Fahrettin Gün, Mehmet Akif Ersoy'un mezarıyla ilgili önemli bir ayrıntıya değinirken, şunları anlattı:

"Mehmet Akif'i, Babanzade Ahmet Naim'in mezarının yanına defnetmişlerdir. Babanzade, Mehmet Akif'in, Sahabe'den sonra en çok sevdiği kişidir. Babanzade de 1934'te vefat ederken, vasiyetinden biri de kendisinin Mehmet Akif'in yanına defnedilmesidir. Ama iki sene sonra garip bir tecelli ki Mehmet Akif onun yanına defnedilmiştir. 1956 yılında yol geçmesi sebebiyle Akif ile Babanzade'nin mezarı oradan kaldırılarak, Edirnekapı Şehitliği'ne konulmuştur."

"Umarım, Akif'e olan ilgi bilgiye dönüşür"

Yazar Gün, özellikle yeni neslin Mehmet Aktif'i ve düşüncelerini yeterince anlamadığı konusundaki umutsuzluğunu dile getirerek, şu görüşleri dile getirdi:

"Ülkemizde evlerde Kur'an-ı Kerim ve hadis kitapları dışında bir kitap daha vardır o da Safahat'tır. Bizim Akif'e karşı olan ilgimiz hiçbir zaman bilgiye dönüşemiyor. Akif'i seviyoruz ama onu okumuyoruz. 1938 yılında Eşref Edip, Akif'ten bahsetmenin suç olduğu bir ortamda kalkıyor, 720 sayfalık bir kitap yayınlıyor. 1939 yılında buna 320 sayfalık bir kitap daha ekliyor. Ben 2010 yılında bu iki kitabı birleştirdikten sonra 890 sayfalık bir kitap yayınladık. Ben 4 yıl boyunca bu kitap üzerinde çalıştım. Bu kitabın satışını, Mehmet Akif'e olan ilginin göstergesi olarak değerlendirmek mümkün.

Ama umudumuz o ki inşallah yakın bir dönemde, özellikle Cumhurbaşkanı'mızın en üst düzeyde bu girişimiyle Akif'e olan ilgi bir an önce bilgiye dönüşür. Çünkü Akif konusundan bu ülkede söz söylemesi gereken bir kişi varsa, Mehmet Ertuğrul Düzdağ'dır. Düzdağ, son 40 yıldan beri Mehmet Akif'in şiirleriyle uğraşmış, o şiirlerin doğru şekilde neşredilmesine çalışmıştır. Bir Safahat'ın üzerinde Mehmet Ertuğrul Düzdağ ismi yoksa, o Safahat'ı almakta çekinceli davranmalıyız."