MEHMET AKİF'TE VATAN SEVGİSİ VE İSTİKLAL MARŞI

Yarın 12 Mart 2016

12 Mart'ın tarihimizde çok önemli bir yeri vardır

MEHMET AKİF'TE VATAN SEVGİSİ VE İSTİKLAL MARŞI
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Yarın 12 Mart 2016

12 Mart’ın tarihimizde çok önemli bir yeri vardır.

12 Mart 1921 tarihinde Mehmet Akif Ersoy’un yazdığı ve merhumun “ Allah bir daha bu millete bir İstiklal Marşı yazdırmasın” dediği İstiklal Marşımızın kabul tarihidir.

O tarihte Saldırgan düşmana karşı Anadolu'da tutuşan heyecanı koruyacak; vatan sevgisini ve inancı canlı tutacak bir marşın hazırlanması düşüncesiyle Genel Kurmay Başkanı olan İsmet İnönü bir yarışma tertip edilmesini istedi.

Beğenilen güfte için o zamanın şartlarına göre büyük bir meblağ olarak 500 lira ödül verilecekti.

Yarışma için 734 şiir gönderildi. Bir kurul tarafından incelenen bu eserler altı esere indirildi ve bu altı eser arasında da Burdur Milletvekili Mehmet Akif merhumunun yazdığı marş birinci geldi.

Kışın şiddetinde sırtında paltosu bile olmayan Mehmet Akif bu parayı reddetti. İstiklal Marşı mecliste okundu ve bütün milletvekilleri tarafından ayakta alkışlandı.

            İstiklal marşı bu ülkenin üzerinde dolaşan kara bulutların kaldırılmasıdır.

            İstiklal Marşı “Hasta Adam” denilen bir milletin iyileşmesi ve dirilmesidir.

            İstiklal Marşı bir ulusun kahramanlık destanı, bir ulusun sesidir.

            Her ne kadar günümüzdeki bazı aklı evveller İstiklal Marşı okunurken ayağa kalkmanın manasızlığını ve ayağa kalkmaya gerek olmadığını söyleseler de bu bir karakter meselesidir. Kimisi bu millete ayakta, kimisi de yatakta hizmet eder.

            Böylelikle her insan emdiği sütün hükmünü icra eder.

 

                                                       ***

            Mehmet Akif Ersoy’un hayatını eserlerini anlatmak belki de dünyanın en zor işidir. Çünkü Mehmet Akif ve eserlerinin tam olarak anlatılması bize göre imkânsızdır.

            Mehmet Akif çok önemli bir tarihçi, çok önemli bir edebiyatçı ve çok büyük bir şairdir.

            Onun her şiiri yazılması mümkün olmayan bir destan niteliğindedir.

            Gelin onun Çanakkale Şehitlerine yazdığı yürekleri sızlatan gözleri nemlendiren o muhteşem şiirini birlikte okuyalım.

 

            ÇANAKKALE ŞEHİTLERİNE

 

Şu Boğaz harbi nedir? Var mı ki dünyâda eşi? 
En kesif orduların yükleniyor dördü beşi. 

-Tepeden yol bularak geçmek için Marmara’ya- 
Kaç donanmayla sarılmış ufacık bir karaya. 

Ne hayâsızca tehaşşüd ki ufuklar kapalı! 
Nerde-gösterdiği vahşetle 'bu: bir Avrupalı' 

Dedirir-Yırtıcı, his yoksulu, sırtlan kümesi, 
Varsa gelmiş, açılıp mahbesi, yâhud kafesi! 

Eski Dünyâ, yeni Dünyâ, bütün akvâm-ı beşer, 
Kaynıyor kum gibi, mahşer mi, hakikat mahşer. 

Yedi iklimi cihânın duruyor karşında, 
Ostralya'yla beraber bakıyorsun: Kanada! 

Çehreler başka, lisanlar, deriler rengârenk: 
Sâde bir hâdise var ortada: Vahşetler denk. 

Kimi Hindû, kimi yamyam, kimi bilmem ne belâ... 
Hani, tâuna da züldür bu rezil istilâ! 

Ah o yirminci asır yok mu, o mahlûk-i asil, 
Ne kadar gözdesi mevcûd ise hakkıyle, sefil, 

Kustu Mehmedciğin aylarca durup karşısına; 
Döktü karnındaki esrârı hayâsızcasına. 

Maske yırtılmasa hâlâ bize âfetti o yüz... 
Medeniyyet denilen kahbe, hakikat, yüzsüz. 

Sonra mel'undaki tahribe müvekkel esbâb, 
Öyle müdhiş ki: Eder her biri bir mülkü harâb. 

Öteden sâikalar parçalıyor âfâkı; 
Beriden zelzeleler kaldırıyor a'mâkı; 

Bomba şimşekleri beyninden inip her siperin; 
Sönüyor göğsünün üstünde o arslan neferin. 

Yerin altında cehennem gibi binlerce lağam, 
Atılan her lağamın yaktığı: Yüzlerce adam. 

Ölüm indirmede gökler, ölü püskürmede yer; 
O ne müdhiş tipidir: Savrulur enkaaz-ı beşer... 

Kafa, göz, gövde, bacak, kol, çene, parmak, el, ayak, 
Boşanır sırtlara vâdilere, sağnak sağnak. 

Saçıyor zırha bürünmüş de o nâmerd eller, 
Yıldırım yaylımı tûfanlar, alevden seller. 

Veriyor yangını, durmuş da açık sinelere, 
Sürü halinde gezerken sayısız teyyâre. 

Top tüfekten daha sık, gülle yağan mermiler... 
Kahraman orduyu seyret ki bu tehdide güler! 

Ne çelik tabyalar ister, ne siner hasmından; 
Alınır kal'â mı göğsündeki kat kat iman? 

Hangi kuvvet onu, hâşâ, edecek kahrına râm? 
Çünkü te'sis-i İlahi o metin istihkâm. 

Sarılır, indirilir mevki-i müstahkemler, 
Beşerin azmini tevkif edemez sun'-i beşer; 

Bu göğüslerse Hudâ'nın ebedi serhaddi; 
'O benim sun'-i bedi'im, onu çiğnetme' dedi. 

Asım'ın nesli...diyordum ya...nesilmiş gerçek: 
İşte çiğnetmedi nâmusunu, çiğnetmiyecek. 

Şühedâ gövdesi, bir baksana, dağlar, taşlar... 
O, rükû olmasa, dünyâda eğilmez başlar, 

Vurulup tertemiz alnından, uzanmış yatıyor, 
Bir hilâl uğruna, yâ Rab, ne güneşler batıyor! 

Ey, bu topraklar için toprağa düşmüş asker! 
Gökten ecdâd inerek öpse o pâk alnı değer. 

Ne büyüksün ki kanın kurtarıyor tevhidi... 
Bedr'in arslanları ancak, bu kadar şanlı idi. 

Sana dar gelmiyecek makberi kimler kazsın? 
'Gömelim gel seni tarihe' desem, sığmazsın. 

Herc ü merc ettiğin edvâra da yetmez o kitâb... 
Seni ancak ebediyyetler eder istiâb. 

'Bu, taşındır' diyerek Kâ'be'yi diksem başına; 
Ruhumun vahyini duysam da geçirsem taşına; 

Sonra gök kubbeyi alsam da, ridâ namıyle, 
Kanayan lâhdine çeksem bütün ecrâmıyle; 

Ebr-i nîsânı açık türbene çatsam da tavan, 
Yedi kandilli Süreyyâ'yı uzatsam oradan; 

Sen bu âvizenin altında, bürünmüş kanına, 
Uzanırken, gece mehtâbı getirsem yanına, 

Türbedârın gibi tâ fecre kadar bekletsem; 
Gündüzün fecr ile âvizeni lebriz etsem; 

Tüllenen mağribi, akşamları sarsam yarana... 
Yine bir şey yapabildim diyemem hâtırana. 

Sen ki, son ehl-i salibin kırarak savletini, 
Şarkın en sevgili sultânı Salâhaddin'i, 

Kılıç Arslan gibi iclâline ettin hayran... 
Sen ki, İslam'ı kuşatmış, boğuyorken hüsran, 

O demir çenberi göğsünde kırıp parçaladın; 
Sen ki, rûhunla beraber gezer ecrâmı adın; 

Sen ki, a'sâra gömülsen taşacaksın...Heyhât, 
Sana gelmez bu ufuklar, seni almaz bu cihât... 

Ey şehid oğlu şehid, isteme benden makber, 
Sana âğûşunu açmış duruyor Peygamber.

**

Bir milletin kurtuluş destanıdır bu şiir.

Yazacak çok şey ve çok muhteşem şiirler var ama gazetemdeki yetkililer

“Yerimiz dar” diye bana göz kırpıyor.

Olsun…

Yerimiz dar olsa da Mehmet Akif Ersoy’un kahraman ordusuna ve Yüce

Milletine ithaf ettiği İstiklal Marşımızı yazmadan geçmeyelim. Rahmet olsun o muhterem insana… Mekânı cennet ruhu şad olsun.

            **

İSTİKLAL MARŞI

 


           Korkma, sönmez bu şafaklarda yüzen al sancak 
           Sönmeden yurdumun üstünde tüten en son ocak. 
           O benim milletimin yıldızıdır parlayacak! 
           O benimdir, o benim milletimindir ancak! 

           Çatma, kurban olayım, çehreni ey nazlı hilal! 
           Kahraman ırkıma bir gül... ne bu şiddet, bu celâl? 
           Sana olmaz dökülen kanlarımız sonra helal. 
           Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklal. 

           Ben ezelden beridir hür yaşadım, hür yaşarım; 
           Hangi çılgın bana zincir vuracakmış? Şaşarım! 
           Kükremiş sel gibiyim, bendimi çiğner, aşarım. 
           Yırtarım dağları, enginlere sığmam, taşarım. 

           Garbın âfâkını sarmışsa çelik zırhlı duvar. 
           Benim iman dolu göğsüm gibi serhaddim var. 
           Ulusun, korkma! Nasıl böyle bir imânı boğar, 
           'Medeniyet! ' dediğin tek dişi kalmış canavar? 

           Arkadaş, yurduma alçakları uğratma sakın; 
           Siper et gövdeni, dursun bu hayâsızca akın. 
           Doğacaktır sana va'dettiği günler Hakk'ın, 
           Kim bilir, belki yarın, belki yarından da yakın. 

           Bastığın yerleri 'toprak' diyerek geçme, tanı! 
           Düşün altındaki binlerce kefensiz yatanı. 
           Sen şehid oğlusun, incitme, yazıktır, atanı. 
           Verme, dünyâları alsan da bu cennet vatanı. 

           Kim bu cennet vatanın uğruna olmaz ki feda? 
           Şühedâ fışkıracak toprağı sıksan, şühedâ! 
           Cânı, cânânı, bütün varımı alsın da Hudâ, 
           Etmesin tek vatanımdan beni dünyâda cüdâ. 

           Rûhumun senden İlahî, şudur ancak emeli: 
           Değmesin ma' bedimin göğsüne nâ-mahrem eli! 
           Bu ezanlar-ki şehâdetleri dinin temeli- 
           Ebedî yurdumun üstünde benim inlemeli. 

           O zaman vecd ile bin secde eder -varsa- taşım. 
           Her cerîhamdan, İlâhî, boşanıp kanlı yaşım; 
           Fışkırır rûh-ı mücerred gibi yerden na'şım; 
           O zaman yükselerek arşa değer belki başım! 

           Dalgalan sen de şafaklar gibi ey şanlı hilâl! 
           Olsun artık dökülen kanlarımın hepsi helâl. 
           Ebediyyen sana yok, ırkıma yok izmihlâl; 
           Hakkıdır, hür yaşamış, bayrağımın hürriyet, 
           Hakkıdır, Hakk'a tapan milletimin istiklâl!