KİR

'Kadim şehirlerde divaneler, abdallar, meczuplar, deliler sokağın süsüdür

KİR
TAKİP ET Google News ile Takip Et

“Kadim şehirlerde divaneler, abddigerar, meczuplar, deliler sokağın süsüdür. Onlar bulunduğu mekânın çocuğudur. Onlara kapısını açmayan dükkân, yıkanmasına imkân vermeyen hamam, yardım etmeyen el yoktur.

Kılık kıyafetlerinin pejmürde oluşu, bakışlarındaki tedirginlikleri ve olağan dışı davranışları ile şehrimizin en sevimli insanlarıdır onlar… Deli Mısto, Nüzhet Dede, Dono, Appo Mılla, Münir Baba, Aliye Bacı, Gakko Recep, Ayı Cemil, Divane Cevdet ve diğerleri…”

Yazar Necati KANTER, “Bizim Şehrin Divaneleri” adlı eserinde bu sözlerle girizgâh yapar… Elâzığ insanın sahip olduğu, ancak şimdilerde unutulmaya yüz tutmuş gönül zenginliğine dair önemli ip uçları verir devamında…

Zarif ve akıcı üslubuyla şehrin mütevazi ve mazbut yıllarına doğru yolculuğa çıkarır… Renkli simaların yaşamlarını anlatarak… Hele bir de birlikte yaşanmışlık varsa onlarla, okurken gülümsemeyle gözyaşının birbirine karıştığı özlem dolu bir seyahat başlar sizin için…

                                                            *****

Aliye Bacı’nın “Can yoldaşlarım, yavrularım, canlarım” dediği onlarca kediyi arkasına takarak kolunda hasır sepetiyle, Kapalı Çarşı’ya merasimle gidişini hatırlarsınız… Kamıştan yapılmış uzunca ağızlığa takılmış “Gelincik” sigarasını püfür püfür tellendiren derin çizgili kırışıklıklar içinde ancak etrafına gülücükler dağıtan bir yüzü… Boncuk mavisi gözlerin, şefkat ve hüzünle size baktığını anımsarsınız… Cemil Baba’nın, “Gaydaşşş, gayışan mayışann vay mı?” haykırışını duyarsınız… Cevdet Baba’nın, yaz kış demeden üzerinden çıkarmadığı kalın siyah paltosunu… Omuzlarına kadar dökülen yıllardır taranmamış simsiyah uzun saçları ile darmadağınık sakalının, gizemli ve derin ifadelerle bakan kömür karası gözlerle bütünleşmesini… Bir masal devini hatırlarsınız adeta…

                                                          *****

Yıllarca düşünüp dururdum… Bu divaneleri yedirip, içirmek hatta giydirmek… Pek nadir olsa da hamamda yıkamak, temizlemek onları… Yer yer şakalaşıp muzipleşirken, saygıyı da eksik etmemek, bir insanlık görevi olsa da…

Metruk yerlerde yaşamlarını sürdürürken, kirden kıyafetleri ile bedenleri aynı renge bürünmüş bu insanları öpmek, koklamak, içine sokarcasına sarılıp, sarmalamak ne adınaydı?

Ta ki “KİR” kavramının bilimsel açıklamasını öğrenene kadar…

                                                         *****

Bilimsel tanımı şöyleydi kirin… “Kir, yanlış yerde bulunan malzemedir.”

Bütün bilimsel anlatımlarda olduğu gibi olağanüstü, sade ve açık bir tanımlama…  Örneğin, içilen bir şehriye çorbasından bir saç kılı çıkarsa mide bulandırır. İsterse bu kıl sevgilinin saçından olsun…  Ya da düşlere dalarak sevgilisinin saçlarına yumulan aşık, eğer o saçlar arasında bir şehriye tanesi görürse dünyası şaşar. Çünkü bunlar yanlış yerde bulunan malzemelerdir…

Ses kirliliğinin sebebi de notaların yanlış yerlerde bulunmasındandır. Gürültü, bu düzensizliğin sonucudur. Hepsi bu…

İsterse hiçbir fonetik kirlenme oluşturmasın, sessizlik de kirlenebilir… Bilim insanlarının, sanatçıların, yazarların, düşünürlerin suskunluğu kirletir sessizliği… Kirli sessizlik olur…

Dünya için en büyük kirlenme tehlikesi ise çirkin politikacılardır. Çirkin politikacılar da yanlış yerde bulunan malzemelerdir. İnsanlığı acı yazgılara sürükleyen kirlenmenin kaynağıdır onlar…

Kirin en iğrenç olanı da ahlaki kirlenmedir… Ruhlar kirlenir çünkü… İnsanlık namına görünen hiçbir şey kalmaz. Örter üstünü…

                                                                  *****

Deli Mısto’ya, Dono’ya, Appo Mılla’ya sıkı sıkı sarılmak, Recep Gakgo’yu, Aliye Bacı’yı içtenlikle kucaklamak, Cemil Baba’yı doyasıya öpmek… Üstlerindeki kirin bilimsel tanıma uymamasındandır belki de…

Belki de bu kirleri onların yakalarındaki süs olarak gören arınmış ruhlara sahip insanların çokluğundandır… Kim bilir?

                                                       *****                       

“Bizim Şehrin Divaneleri” kadim şehrin mütevazi ve mazbut yıllarına doğru yolculuğa çıkarır insanı…

Kirlenmiş ruhları yıkayan yağmurlu bir yolculuğa dair...