KAR KIŞ VE MURAT
Hava sıcaklığını -21 derece olarak ölçmüştü duvardaki termometremiz
Hava sıcaklığını -21 derece olarak ölçmüştü duvardaki termometremiz. Ders başlayalı 15 dakika olmasına rağmen bölükler halinde çocuklar gelmeye devam ediyorlardı. Okulun giriş kapısının önünde bekleyerek geç kalan öğrencilere neden geç kaldıklarını, biraz da göstermelik kızarak, sorup okula almaya başladım. Genelde hep aynı bahaneler gösteriliyordu:” Evimiz çok uzak.” Ve benden de hep aynı cevap:” O zaman daha erken çık evden.” Sabahın yedisinde başlayan derse daha erken ne zaman gelebilirlerdi ki? Vicdanımı kaybediyor muydum acaba? Gerçekten üzülmeye başladım. En büyüğü 12 yaşında olan bu yavrucakların soğuktan yüzlerinin dahi çatladığını göre göre hala daha erken gel diyebiliyorsam gerçekten vicdanımı bir kez daha sorgulamalıydım. Birkaç ders düşündükten sonra 5. Sınıfların en küçük öğrencisi Murat’ın evine gitmeye karar verdim. Kararımı kendisine ilettiğimde ne kadar da mutlu oldu Murat’ çık. Ve bitiş zili çaldığında Murat kapımın önünde beni bekliyordu. Evine öğretmen götürmenin heyecanıyla incecik kabanında hiç de üşümeyen Murat yol boyu adeta etrafımda kelebekler gibi uçuyordu. 7 erkek kardeş olduklarını 4 ablası olduğunu hepsinin isimleri bir çırpıda sayıvermişti. Üşüyordu aslında… Hissettirmiyordu ama zaten ince olan kabanın altındaki kazağının da altında hiçbir şey olmadığı aşikardı. Hissettirmemeye çalışıyordu sadece çünkü sesi titriyor ve ellerini cebinden çıkartamıyordu. Belki de zayıf vücudu ancak bu kadarına dayanabiliyordu. Muş Ovasının kalın örtüsü mor dudakları Muratları işte bu soğuğuyla çıkarıyordu karşımıza… Bu soğukta dudaklar mor olmayıp da ne zaman moraracaktı ki? Keşke yol hemen bitse demeye başladım kendi kendime ama bu isyan kendi üşümeme değil Murat’ın haline dayanamayışımdandı. Ve nihayet kırk dakika sonra evlerinin önüne varabildik. Yaklaşık bir metre kara evin damından kürenen karda eklenince neredeyse damla bir olan kar, evi saklamış gibiydi. Bacadan çıkan kara tezek dumanı ise sanki bir kara treni andırıyordu. İçeri girdiğimizde bir soba sobanın etrafında toplanan 6 çocuk… Tüm aile de öğretmeni ağırlamanın mutluluğu… Ortam o kadar sıcaktı ki gelirken yolda iliklerime kadar donduran soğuk yok oluvermişti birden ve içim kaynamaya başlamıştı. Vazgeçilmez yiyeceklerini, tandır ekmeği, peynir, çay, hep beraber yedikten sonra pencereden dışarıya baktım. Geldiğim yolu tek başıma gidecektim şimdi. Etrafımda dönen kelebeğim şimdi yuvasındaydı. Aldatıcı güneş ben buradayım diyordu, ama sadece ışığını yollayabiliyordu. Isısından eser yoktu. Düştüm tekrar okulumun yoluna okula ancak kırk dakika sonra varabildim. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Durumu Kaymakam Bey’e arz edip servis isteyecektim. İkinci gün kaymakamlığın yolunu tuttum. Büyük bir heyecanla uzaktan gelen öğrencilerimizin durumunu anlattım. Kaymakam Bey benim kadar önemsememiş olacak ki:”Hocam ne gereği var?” dedi. “Sadece bir gün Kaymakam Bey sadece bir gün 3. Sınıfa giden kendi çocuğunuza o yolu yürütür müsünüz?”. Yürütmezdi tabi ki de. “Tamam hocam bakalım çözmeye çalışırız.” Sözleriyle avutulup gönderildim tekrar okuluma. Sonra mı ne oldu? Tabiî ki de hiçbir şey… Çocuklarım yine kırk dakika yürümeye devam ettiler.
Kendi çocuğumuz gibi görmedikçe elimizin altındaki tüm çocukları istediğimiz gibi yetiştiremeyiz. Bir nesil daha katlolur gider. Baba şefkatiyle sarıp sarmalamalı, anne yüreğindeki merhametle yaklaşılmalı. Ancak böyle olunca atılan tohumlar yeşerecektir.