KALITIM MI, ÇEVRE Mİ?

Düşünen bir varlık olan insanı, yüzyıllar öncesinden meraklandırmış birkaç soru vardır

KALITIM MI, ÇEVRE Mİ?
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Düşünen bir varlık olan insanı, yüzyıllar öncesinden meraklandırmış birkaç soru vardır.

Acaba insan, hangi özelliklerini kalıtımsal olarak ediniyor? Hangi özelliklerinde içinde bulunduğu çevrenin etkisi oluyor? gibi…

 

Davranışlarının kökenlerini sorgulayan bu soruların cevabını aramış yüzyıllar boyu insanlık…

Kendini tanımak, bilmek adına felsefecilerle başlamış evvela bu tartışma… Sonra psikoloji bilimi devreye girmiş… Ve diğer bilim ddigerarı… Uzun uzadıya araştırmaya koyulmuşlar… “kalıtım-çevre” etkileşimi hususunda önemli bir yol kat etmişler zamanla…

 

Yapılan bu bilimsel çalışmalardan etkilenen yazarlar, konuyu edebiyata taşımışlar… Bu konuyla ilgili edebi eserler kaleme almışlar, toplumsal merakı edebi açıdan gidermeye çalışmışlar kendilerince…

 

Örneğin, ülkemizde sinema uyarlaması yapılan Cengiz Aytmatov’un “Selvi Boylum Al Yazmalım” adlı eseri, bu tartışmayı bir aşk hikayesi üzerinden ele almış, işlemiş…

 

Bir başka film daha vardır… Hint filmi “Avare”.

Bu film de tıpkı “Selvi Boylum Al Yazmalım” gibi aşk temalı bir film gibi görünse de ana tema, “Soylunun oğlu soylu, hırsızın oğlu hırsız olur” inancına sahip olan bir hâkimin kendisini sorgulamasıdır aslında…

Avare filminde hırsızların elebaşı Jagga, kendini mahkûm eden hâkimden öncelikle intikam almak… Dolayısıyla “Soylunun oğlu soylu, hırsızın oğlu hırsız olur” inancını da çürütmek amacıyla hâkimin küçük yaştaki oğlunu (Raj) kaçırır… Ona dilenciliği ve hırsızlığı öğretir… Nihayetinde hâkim, varlığından haberdar olmadığı Raj’ı cezalandırmasıyla ondan intikamını alacak üstelik bir soylunun çocuğundan bir hırsız ortaya çıkararak, hâkimin savını çürütecektir Jagga...

 

Raj, küçük çaplı suçlar işleyip dilencilik etse de pek beceremez bu işleri… Çevresi tarafından aşağılanıp horlanır… Ama o, kendisine kötü muamele de bulunanlara, hakaret edenlere karşılık vermez… Suçlamaz onları… Şöyle der;

 

“Suç sizde değil. Elbiselerimde!”

 

                                                                    *****

 

Mütedeyyin bir kadındı Ayten Abla…

Akpınar Caminin karşısındaki kerpiç evde oturuyorlardı. Üç katlı binanın en üst katındaki evlerine, dışarıdan kurulmuş eğreti ahşap bir merdivenle çıkılıyordu…

Mahdigerenin çocuklarına Kur’an dersi vermesi en etkin uğraşıydı onun. İlk derslerimizi ondan almıştık ablamla beraber… İnip çıkarken merdivenlerden ürktüğümü hatırlarım dün gibi…

 

Hayatının büyük bir kısmı ve özellikle evliliğinden sonraki yılları hayal kırıklıkları içinde geçmişti Ayten Abla’nın… Alkol müptelası bir kocanın yaşatacağı tüm sıkıntıları yüreğinin derinliklerine kadar yaşamış, bu acılarından kurtuluşu kendini dine adamakla bulmuştu. İnanç ve itikadı sayesinde yüreğindeki keder ve endişeden kurtulacağını hatta kocası için yapacağı dualarla onun içkiyi bırakacağını ümit ediyordu. Sabırlı olmak ve iyilikte bulunmak tüm acıların ilacıydı onun için…

 

Bir kuşluk vakti, zil zurna sarhoş halde yürümeye çabalıyordu Sarhoş Mahmut…

Mışıl mışıl uyuyarak insanların kaçırdığı, sessizliğin huzur ile buluştuğu, rapsodi ile dolu ahenkli saatte eve doğru ilerliyordu yalpalayarak… Tam eve varmak üzereyken ansızın… Bereket getirir düşüncesiyle kapının önünü süpüren birinci kattaki yeni gelin ile karşılaştı… Rahatsızlık vermesin, ürkütmesin yeni gelini, göz göze gelmesinler diye… Öyle bir döndü ki kendi etrafında kerpiç duvara çarptığı gibi yüz üstü yere düştü… Yüzü gözü kanlar içinde merdivenlerden çıktı ve evden içeri zor attı kendini…

 

Ayten ablanın sabır sınırları çoktan kalkmıştı anlaşılan… Hakaret etti Mahmut’a…

“Şeytan çarpmış seni herif!” dedi. “Allah belanı vermiş! Yere giresin yere… Tatar hamına gelesin!”

 

Ama O, kendisine hakaret eden karısına karşılık vermedi. Suçlamadı onu… Kendince mırıldandı;

 

“Suç sende değil, sarhoş görünümümde…”