KISSA-LAR (KURTLA KUZUNUN HİKÂYESİ)

          Kıssa'ları bilirsiniz

KISSA-LAR (KURTLA KUZUNUN HİKÂYESİ)
TAKİP ET Google News ile Takip Et

          Kıssa’ları bilirsiniz. Kıssalarda hedef yoktur.

          Kıssalar anonimdir.

          Kıssalar bir köşe yazarının can simididir.

          Yazarın o gün için dişe dokunur, kayda değer bir yazısı olmayınca ya havadan bahseder ya sudan yâda kıssa’dan…

          Bizde bugün öyle yaptık.

          Merhum Şair Eşref’in deyimi ile “Numarasız gözlük” gibi bir yazı hazırladık.

          İsteyen alsın, gözüne taksın diye… 

 

                                         KURTLA KUZU

          Hikâye buya kurtla, kuzu her nasılsa arkadaş olmuşlar.

Kurt kuzuyu, kuzuda kurdu sevmiş biri birlerine sevgi ile bağlanmışlar, kardeş demişler biri birine…

Kuzu henüz hayatının baharında hiçbir deneyimi, hiçbir tecrübesi yok.

Kurt ise adı gibi kurt…

Güneyi kuzeyi görmüş,

“Aslanda kim?..Ormanların tek hâkimi benim benden başka büyük yok” der dururmuş.

Kuzu kurda gereken hürmeti gereken saygıyı asla ihmal etmiyor, onun peşinden yürümekle kendini emin ellerde hissediyordu.

Öyle bir meleyişi vardı ki kurdun ardında görülmeye değerdi.

          Derken kurtla kuzu uzun bir yolculuk için bir gemiye biniyorlar.

          Gemi okyanusun uçsuz bucaksız sularında günlerce yol alıyor.

Eldeki yiyecekleri, içecek suları da tükeniyor.

Fena halde acıkan kurdun karnı zil çalmaya başlıyor.

Aç kurt bir büyük iştahla kuzuya bakarken bir taraftan da midesinden gelen açlık horultularını dinliyor, iştahı kabarıyor ama kuzuya verdiği sadakat sözü aklına geliyor.

Kuzuyu yemekten vaz geçmeye çalışıyor.

Bu kez açlık hissi baş gösteriyor dayanılmaz bir açlık hissi kavuruyor bedenini.

                                             ***

          Bir öğlen vakti güneş tam tepelerinde!..

          Açlık ve susuzluk kurdun gözlerini karartıyor, başını döndürmeye başlıyor.

Ve…

Yanı başında kendinden geçmiş kuzuya dönerek "Hey arkadaş toz etme" diyor.

Zavdigerı kuzu kurdun hitabetinden ve de bakışlarından kendisini yiyeceğini anlıyor ama kaçacak,  göçecek, sığınacak yeri yok bir teslimiyet içinde;

"Kurt kardeş” diyor… Beni yiyeceksen hiç durma ye. Ama bana toz ediyorsun deme okyanusun ortasında hele bir geminin güvertesinde toz mu olur? Senin niyetin beni yemekse o başka”  Der.

                                                       ***

         Kurt kuzuyu yemiş mi yememiş mi orasını bilemem ama sevgili okurlarım siz,  siz olun bu zamanda düşmeye görün. Hele hele kurtlarla asla dans etmeyin. Kurtlarla kardeş de olmayın, kuzu yerine konulmayın kurtların kardeşliği karınları tok olduğu sürece devam eder acıkınca biter kardeşlikleri…

Ve o zamanda Allah korusun sizleri yemeye kalkar…

                                                       

                               BU ZAMANDA DÜŞMEYESİN 

                                               

Güngörmüş, devran sürmüş bir köy ağası varlığını yitiriyor.

Elinde avucunda ne varsa harcıyor.

Harmanında, kilerinde bir şey kalmıyor.

“Düşmez kalkmaz bir Allah” derler ya her geçen gün biraz daha yoksullaşıyor, her gün biraz daha eski debdebesinden uzaklaşıyormuş… Gün gelmiş ağalığın vermekle yedirmekle olduğunu aksi halde kimselere sözünü ve gücünü geçiremeyeceğini görmüş. Derken bu gidişatın iyi olmadığını çok yakında ele güne el açacak hale geleceğini anlamış ve tek evladını huzura çağırmış.

         “Bak evladım” demiş!

         “Elimizde avucumuzda ne varsa har vurduk harman savurduk. Sonumuzu düşünmedik en sonunda düşmemiz gereken hale düştük. Artık aşımız kaynamaz oldu. Evimizde çayımız şekerimiz bile yok misafirlerimiz gelirse mahcup olmayalım. Şimdi sen ormana git, ormanda odun kes, katıra yükle, pazara götür, odunları sat elde ettiğin parayla çay al, şeker al, gaz al, tuz al eve gel” demiş.

         Oğul baba buyruğuna “başım üstüne” diyerek baltayı almış eline, binmiş katırına, dalmış ormana… Kan ter içinde bir katırlık odun kesmiş yüklemiş katırına varmış pazara... “Dost görür üzülür, düşman görür sevinir” endişesiyle pazarın ücra bir köşesine odunlarını yıkıverir.

Biraz sonra bir alıcı gelir ve odunun fiyatını sorar “Oduncu odun kaça?” der. Bu hitabet ağa çocuğunun zoruna gider. “Odunlar satılık değil” diye cevaplar.

Bir müddet sonra bir başkası gelir ve oda “Hemşerim odun kaça?” diye sorar ağa çocuğuna. Ağa çocuğu ona da “Odunlar satılık değildir” cevabını verir.

Derken biraz sonra bir başka şahıs daha çıka gelir ve ağa oğluna “Ağam odunun kaça?” der. Bu hitabet ağa oğlunun aklına ağa oğlu olduğunu getirir yeniden eski günlere gider kendisini yine köylüler üzerinde hüküm süren sözü sohbeti emir telakki edilen Ağa oğlu olarak görür ve adama hitaben!..

“Ne parası gardaş al götür” cevabını verir.

İşte ağalık budur. Ağalık vermekle olur.

Öyle herkes ağa, paşa olamaz.