İSLÂM NEREYE GİDİYOR
İslam'ın düşmanı, tarihin hemen her döneminde kendi içinden çıkmış, kendine zarar vermiştir
İslam’ın düşmanı, tarihin hemen her döneminde kendi içinden çıkmış, kendine zarar vermiştir.
Şu islâm coğrafyasının şöyle bir haline bakınız, ondan sonra da bir karar vermeye çalışınız.
Asıl gerçeği biz, 1997 yılında Hac farizasını yerine getirmek için Suudi Arabistan’a gittiğimizde görmüştük.
VEHHABİ mezhebinin, İslâm’ı ne durumlara soktuğun da o tarihlerde öğrenmeye çalışmıştık.
Şimdi Suudilerle İranlılar arasında başlayan sürtüşmenin özünde de Batı emperyalizminin bir tür etkilenmesinin bulunduğuna inanıyoruz.
İngiliz ajanı bir Lavrens, bir Mustafa Sagir’in İslâm Birliğini nasıl bozulup parçalanmalarını az çok bilenlerdeyiz.
Sözde, yüce bilgin (Mustafa Sagir) ta Hindistanlardan kalkar; Pakistan’dan, İran’dan, Irak’tan, Suriye’den geçer, geçtiği her yerde ağırlanır sonundu hilafetin başkenti olan şehri İstanbul’a gelir. Her geçtiği konuk edildiği yerde büyük bir İslâm bilgini olarak ne tür rağbetler gördüğünü de varın sizler düşünüverin. İstanbul gibi bir koca payitahtta gördüğü rağbeti de düşünmeden geçmeyiniz.
Şimdi sıra gelmiştir, Kuvva-î Milliyenin merkezi Ankara’ya, Mustafa Kemal Paşa’nın yanına gitmeye… Mustafa Kemal Paşa da bir merakla bu yüce İslâm bilginini görmek ister ve de “Buyursun gelsin” der. Bir üç gün kadar koca Atatürk, bu Mustafa Sagir Hazretlerini(!) dinler. Sonra da “Kurun şuraya bir dar ağacı”,der ve İngiliz casusu olan bu adamı idam ettirir.
Galiba gene o eski günlere, o karanlık günlere dönüşüyoruz
Suudi Arabistan ile İran arasındaki kriz, Ortadoğu’daki fay hatlarını yeniden hareketlendirmişe benziyor. Sünni-Şii çatışmasının yanına Arap-Pars düşmanlığını da eklemiş gözüküyor.
Eeh, ABD-İsrail’in mutluluktan ayaklarını yerden kesildiği günler. Riyad merkezli Vehhabi ordusu için Türkiye’nin de dâhili olduğu 34 ülke topa girmiş diyorlar. Bu ordu, terörle savaşacakmış. Bize şaka gibi geliyor. Ama hiç de öyle değil. IŞİD ve birçok uğursuz terör örgütünün SUUDİ-KATAR dolarları ile beslendiğini çoğumuz öğrenmiş bulunuyoruz. Emperyalist Merkezler için, bundan daha iyi bir ortam olamaz. Ve sormak lazım şu çok Müslüman gözükenlerimize “Bu İslâm Ordusunun kaptanı Suudi Arabistan ne kadar İslâm? Her yıl, şu kadar para getiren hac olayı olmasaydı. Bu Suudiler, şimdiye Mescid-i Haramı, Mescid-i Nebevi ’yi, hatta yüce Peygamberimizin kabrini bile yıkıp yok ederlerdi. Baksanıza, burada mezar olayı bile yokulup gitmiş.
Görünen o ki, Osmanlı da bu sapkın inançla savaşmış, ancak içinde bulunduğu ağır koşullar dolayısıyla başarılı olamamış.
Vehhabiliğin doğuşunda kilit bir rol oynayan HEMPHER isimli İngiliz gizli servis görevlisinin anılarını yayımladığı kitaptan olayın iç yüzünü iyice anlamak mümkün. Hempher’e göre Vehhabilik, bütünüyle İngiltere tarafından uydurulmuş sahte bir inanç ve hurafe bataklığıdır. Tek amacı da, öncelikle Osmanlı İmparatorluğunu yıkmak, bundan sonra da bölünmelere ve kesin zıtlıklara yol açarak İslâm’ın kendisini yok etmektir. Bir süre için Osmanlı İmparatorluğu bunu etkisiz hale getirmeye çalışıyorsa da, giderek İslâm’ın başına büyük bir bela oluyor. Osmanlı Amirali Eyüp Sabri Paşa da (1888 yılında) yazdığı “VEHABİLİĞİN DOĞUŞU VE YAYILIŞI” adlı eserinde buna benzer konulara değiniyor.
Özetle söyleyecek olursak, eski bir düşman olan İngiltere; bu sahte inanç yoluyla, İslâmı bir batıl inanç ve hurafe bataklığına sürükleyerek, kutsal kitabımızın içini boşaltmaya, özünü değiştirmeye çalışıyor.
Tek amaç, Batı’nın tüm vahşi eylemlerine hoşgörü ile bakan, kaderci, sorgulamayan, sömürüye alabildiğine açık, haksızlığa karşı direnemeyen, hareket yeteneğini kaybetmiş toplumlar yaratmak; böylece, “Gün Batmayan İmparatorluk” diye tanımlanan İngiltere İmparatorluğunu sonsuza dek baştacı etmek.
Arap topraklarında hâlâ Osmanlı’dan ziyade, İngilizlerin, Fransızların arasında tutunmasında da bu gerçek yatmakta.
Kral Abdülaziz bin Suud (1876-1953) 1926 yılında Peygamberimizin mezarını yok etmek için bütün planlarını tamamlamış ve harekete geçeceği sırada karşısına Mustafa Kemal Paşa çıkıyor ve “Peygamberimizin mezarına, onun lanetlerinin kılına bile dokunursanız, ordumu oralara kadar gönderir ve sarayınızı başınıza yıkarım”, deyince kral bu karanlık isteğinden vazgeçiyor.
Öğrendiğimiz kadar. Şii ve Sünni düşmanlığı da, ta o vakutlerden beri İngilizler tarafından yaratılmış, giderek bir kangren haline gelmiştir.
Dileğimiz o ki her iki taraf da aklını başına toplar, bir yeni Dünya Savaşına yol açmazlar.
O vakit, ne olursa olacaklar yine İslâm’a olur.
Batı emperyalizmi de keyfinden göbek atar.
Bir defa olsun İslâm bu gaflet, bu onursamazlıktan kendini kurtarsın. Aksi halde, daha nice Yezitler, nice kendini bilmezler çıkacak, İslâm belki de kendini iyice yok etmek durumuna gelecektir.
Haydi, İran, haydi Suudi Arabistan, görelim sizi…