HER ŞEYİ EŞİT KILAR ÖLÜM!
1800'lü yıllarda Napolyon tarafından Paris'te kurulan bir mezarlık vardır
1800’lü yıllarda Napolyon tarafından Paris’te kurulan bir mezarlık vardır. Le Père Lachaise (lö peğ laşez) mezarlığı…
Bu mezarlığın küçük bir kız çocuğun defnedildiği, törenle açıldığı söylenir. Ancak o yıllar şehrin dışında olması sebebiyle pek rağbet görmez... Ta ki mezar yöneticilerinin ünlü Fransız şair ve yazar Le Fontaine’nin mezarını buraya taşıyıncaya dek…
Asıl ilginç olanı Pere Lachaise’nin aynı dine mensup insanlara ait bir mezarlık olmayışı. Burası bir Hristiyan mezarlığı değil… Ünlülere, seçkinlere ya da düşkünlere, kimsesizlere münhasır hiç değil… Hristiyan, Yahudi, Müslüman, Budist, Ateist ya da dini, inancı bilinmeyen pek çok insan… Yaşarken -belki- eşit olamamış binlerce insan, bu mezarlıkta yan yana… Ölümle eşitlenmiş…
*****
Yıllar öncesi…
Fransa’nın hardalı ile ünlü Dijon şehrinde, iş gereği görevli bulunduğum dönemde arkadaşlarla birlikte hafta sonunu geçirmek adına Paris’e gitmiştik. İki günlük süre zarfında gezilecek yerlere dair bir liste hazırlamıştık kendimizce… Bir ucunda Zafer Takı, diğer ucunda Concorde Meydanı’nın olduğu ünlü Şanzelize Caddesi’nde turlamak, Eyfel Kulesi’nden Paris’i seyretmek, Notre Dame Katedrali, Sacre-Coeur Bazilikası ve dünyanın en büyük müzelerinden biri olan Louvre Müzesi’ni ziyaret etmek önceliğimizdi. Öyle de yaptık… Ancak, 60 bin metrekarelik Louvre Müzesi’ni bir günde gezmek ne mümkün… Sadece Mona Lisa Tablosu’nun bulunduğu bölüme gittik, giderken de sağımızda solumuzda sıralanan tablolara, heykellere bakmakla yetindik. Hepsi bu.
Paris’teki ikinci günümüzde, Adanalı arkadaşım, “Yarın, bir hemşerimin kabrini ziyaret edeceğim. Eğer, bir planın yoksa birlikte gidelim.” dediğinde, böylesi bir şehirde ziyaret edilecek yerler arasında mezarlığın ne işi olabilir? diye düşünmüş, akabinde mezarlıklar şehri Harput’u hatırlayarak, içine düştüğüm gafletten çabucak uyanmıştım…
Mezarlığa gittiğimizde, gördüğüm manzara karşısında, kendimi bir anlığına Louvre Müzesi’nin bahçesinde sanmıştım. Binlerce heykel, anıt, yapı, hepsi yan yana dizilmiş halde açık hava müzesini ya da bir sanat galerisini andırıyor gibiydi. Bir o kadar park ve bahçesiyle devasa bir mezarlık… Nasıl huzurlu, nasıl da güzel!
Le Pere Lachaise mezarlığıymış…
Uzaktan Cami’yi andıran bir yapı görmüş, duygulanmıştım… Meğerse Krematoryum’muş. Yani Budist ölülerin yakıldığı yer… Krematoryum çevresinde ise galeriler şeklinde düzenlenmiş bölmeler bulunuyormuş. Bu bölmelerin içinde ise yakılmış ölülerin külleri...
Le Pere Lachaise’de birçok ünlünün mezarı varmış, sonradan öğrendim. Honore de Balzac, Frederic Chopin, Auguste Comte, Edith Piaf, Oscar Wilde ve Jim Morrison bu isimlerden bazıları… Yılda yaklaşık iki milyon kişi bu ünlülerin kabrini ziyaret ediyormuş.
Bilseydim eğer, 27 yaşında hayatını kaybeden The Doors’un solisti Jim Morrison’u ziyaret etmek isterdim… Üstünde “Kendi ruhuna sadık!” yazan kabrini… Kısmet değilmiş…
Biz de yan yana uyuyan bu insanların aziz ruhları için, 62 nolu bölümdeki ebedi istirahatgahında uyuyan Çirkin Kral Yılmaz Güney’in kabri başında bir Fatiha okuyup ayrıldık Le Pere Lachaise’den…
*****
“Ölülerimizi en son bıraktığımız yerde bulduğumuzu sanıyoruz her mezarlık ziyaretimizde; aslında buluştuğumuz kendimiz, kendi gerçekliğimiz değil midir her seferinde?” dedi Sakdigerı Mustafa ve devam etti…
“Bu yüzden mezarlıklar burada kimlerin yattığı kadar yaşam, ölüm ve estetiğin bir aradalığını iliklerimize kadar hissedebileceğimiz bir ortam olmasıdır aslolan…
"omnia mors aequat" bir latin deyişidir. Mealen şu mesajı verir bizlere…
Her şeyi eşit kılar ölüm!”