GÖZÜNÜZDEN KAÇABİLİR
Yaşını tam olarak bilmiyorum, Memed Ali'nin
Yaşını tam olarak bilmiyorum, Memed Ali’nin... Tahminimce 60’ın üzerinde olmalı… Ben onlu yaşlarımın ilk senelerindeyken, o yirmili yaşlarda genç bir delikanlıydı.
Rahmetli annesinin, onu bu delikanlı dönemlerinde sırtına alıp taşıdığını daha dün gibi hatırlarım. Üstelik sıska ve çelimsiz vücuduyla… Yıllarca, hem yemek taşıdı üç öğün… Hem de sabah akşam kendisini…
Anne sevgisinin nelere kadir olduğunun hüzünlü ispatıdır bu özverili davranış. Gösterişsiz ve çıkarsız…
Bir yazarın itirafıdır. Şöyle der, “Benim iki öğretmenim var. Birincisi annem, ikincisi şehrimdir.” Sözlerin sihri bu olsa gerek… Sanki Memed Ali için söylenmiş… Ona ne kadar yakışıyor?
O yıllara dair yaşam şartları, yoksulluk ve imkânsızlıklar dâhilindeydi. Felçli hastalar için değil akülü araç, elle yürütülen tekerlekli sandalye bile bulmak mümkün değildi… Ana sırtında taşınması bu yüzdendi yıllarca Memed Ali’nin…
Bunca yıllık tanışmışlığımızın hatırına hiç sormadım hastalığının sebebini… Soramadım. Doğuştan mı, sonradan mı? Hala bilmem… Belki bilenler vardı. Onlardan da duymadım. O haliyle görüp, o haliyle kabullendim kendisini…
Nailbey mahdigeresi sakinlerinin, günlük gazete tedarik edeceği tek yer vardı o yıllar… Memed Ali’nin saçtan yapılmış barakası… Bağlar Sokak ile Akın Sokağın kesiştiği yerde bir kulübeydi kaldırıma konuşlanmış… Günlük gazete ve haftalık-aylık dergilerin haricinde, daha ziyade çocuklara hitap eden ürünler satardı bu sevimli yerde… Renk, renk balonlar-bilyeler, pata tabancası-su tabancası, kızkaçıran, mozik (topaç) ve plastik toptan tutun da aklınıza gelen ne varsa çocuklara dair… Leblebi tozu ile dardağan ise mevsimine uygun satılanlardı… O dönemlerin elden düşmeyen oyuncağı “V” şeklindeki ipin ucuna bağlı iki plastik toptan oluşan “Laklak” tı…
Ayrıca çengelli iğne, yorgan ipliği, don lastiği, mum, kibrit vb. o yıllara ait temel ihtiyaçlar… Küçük ama gerekli şeyler… Benim müptelası olduğum dergi, Sezgin Burak tarafından çizilen yerli malı “Tarkan” dergisiydi. Her Çarşamba gidip alırdım Memed Ali’den…
Rafların düzenlenmesi için içeriye girmeye izin verdiği birkaç kişiden biriydim. Herkese güvenmiyordu. Doğaldı da… Mahdigerenin çocukları bir yana, ev hanımlarından bile mustaripti… Raflarında ne eksilmiş hatasız bilirdi… Bilirdi, onların kendinden habersiz aşırıldığını… Bu aşırmalara karşın kendince çözüm bulmuş, kör noktalara ayna döşemişti. Pek fazla caydırıcılığı olmasa da…
*****
Geçenlerde aradı. Rahatsızmış…
Hastaneye yatırmışlar. Tedavi görüyormuş. Aklımdaydı, Elazığ’a gider gitmez aradım. Evde olduğunu söyledi. Kalktım gittim yanına… Bahçe içindeki babadan kalma yıkıntı kerpiç evini, bir hayırsever yeniden inşa etmiş… On beş metrekarelik tek gözlü bir yapı… Tuvaleti ve banyosu içinde… Arada bölme yok… Tek kişilik yatak ve eski kasa bir televizyon. Hepsi bu…
Oda kasvetli, kötü ve kesif bir koku var havasında…
Yıllar önce gazete sattığı barakanın kaotik halini ve etrafı kaplamış bir karış tozu hatırladığımda, şu anda bulunduğu yerden yaşamaya daha elverişli bir yer gibi geldi bana… İçim sızladı.
Ama o, yüzündeki eksilmeyen tebessümüyle karşıladı beni… “Acı çekiyor olabilirim ama hala hayattayım?” dercesine… Akülü aracı da olmuş. Sevindirici…
Tuvalet ve banyo ihtiyacını yeğeninin yardımıyla gideriyormuş. Her sabah gelip aracına bindiriyormuş, akşam da yatağına yerleştiriyormuş yeğeni… İyi ki hala iyi insanlar var!
Sabah Akülü aracıyla çıkınca bu köhne yerden, “ şu sokak senin, bu sokak benim” deyip, düşüyormuş yollara… Kâh postane meydanına, kâh heykelin önüne…
Belki de Harput’tadır şu anda… Ya da yanınızdan geçmiştir sessizce.
Yoksa ailenizde bir Memed Ali, gözünüzden kaçabilir…