GEL DE VURMA!

Yine bana mektup yazmışsın Koca hüsran! Bir daha seni yazı konusu yapmamak için kendime söz vermiştim

GEL DE VURMA!
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Yine bana mektup yazmışsın Koca hüsran! Bir daha seni yazı konusu yapmamak için kendime söz vermiştim. Güveneceğin bir şahidim bile var. Ama boş kaleye öyle güzel pas veriyorsun ki… Bendeki de nefis ya hu, gel de vurma!

            Başlayalım…

            Özür meselesini hdigerettim diye düşünüyorum. (15 Temmuz gecesi Mücahit Bey ne yapmış meselesi. Boş yani!) Facebook’taki sosyal paylaşım sitemden istediğin delili sundum. Hatta 15 Temmuz gecesine ait Watsap yazışmalarını bile temin ettim de yayınlamaya gerek duymadım.

            Şimdi öncelikle Sayın Mücahit Yanılmaz’dan, sırf spor olsun diye de benden özür dilemeni bekliyorum. Özür dilerken gerçekten imana gelirde “İftiracı, yalancı olduğum için hepinizden özür dilerim. Allah benim belamı versin! Ben ne utanmaz adamım…!” dersen de… Yok yok, bu kadarı da haksızlık olur. Aslını mı inkâr edeceksin?

            Bana ezik karakterli demişsin. İyi ki demişsin! Zira sana yapacaklarım için en azından vicdan azabı çekmememi sağladın! Artık bir acı kahvenin kırk yıl tiksintisi sürmeyecek. Kalemimi azat ettim…

            Benim safra kesemi mi, yoksa başka organımı mı aldırdığım yönünde tedirginlik yaşamışsın… Senin de keyifçisi olduğun organım maşdigerah turp gibi! (Yazar burada diriliğiyle ünlü bir zerzevat olan turpu bilinçli olarak deyimde kullanarak hevesli muhataba nükte sanatının inceliklerinden güzel bir örnek vermek istemektedir!)

            Dost edinmede “göçveren” bir ruh ne demek bilmiyorum ama dostun satılmaması gerektiğini iyi biliyorum. Hani şu en yakın arkadaşını Paluculuk bahanesiyle birisine satma meselesi var ya, o işte!

*****

            Isınma hareketleri bitti. Gelelim meselenin civcivli kısmına…

            Şu ifade size ait: “10 Ocak Çalışan Gazeteciler Günü etkinliğimiz kapsamında yönetim kurulu kararıyla sponsorluk bulma adına yönetici arkadaşlarımızla birlikte Çimento yetkililerini ziyarete gittik.”

            (Yav böyle gol atmanın da hiç tadı yok! Biliyor musunuz?)

            Ne işin var çimentoda? Bu şehrin kırk yıllık meselesi ortada iken ve bu mesele Elazığlıların izzeti nefis meselesi haline gelmişken hiç utanmadın mı onlardan para istemeye?

            Doğru düzgün gazetecinin bile iştirak etmediği bir gece için paran yoksa niye millete yemek veriyorsun? Hadi para arıyorsun, Elazığlı kalmadı mı ki, elin İtalyan’ına avuç açıyorsun?

            “Gazetecilik mesleğine başladığımdan beri çimento fabrikası taşınsın diyorum” diye ifadede bulunuyorsun… Haklarında o kadar yazı yazdığın adamlardan hangi yüzle para istedin? Sen her aleyhinde yazı yazdığın adamdan böyle rahatlıkla para istiyor musun? Aleyhine yazı yazdığın adam sana niye para versin, sen nasıl kabul ediyorsun? Para verdiklerinde, artık nasıl aleyhlerinde yazı yazacaksın? Veya zaten bunun için mi sana para veriyorlar? Benim aleyhimde de çok yazı yazdın. Şimdi sana sponsor olsam kabul mü edeceksin!? Bu işlerin rayici nedir?

            En önemlisi, elli yıl bu şehir zehir soludu, bağı, bahçesi çimento tozu doldu. Ayaklarına giderken hiç utanmadın mı?

            Birde yeni basım tesislerimizde gazetemiz çıkmaya başlayacak demiştin. Bu meselede de sponsorun var mı? Varsa kim?

            Sonra mealen diyorsun ki, sponsorluk talebimizi fabrika yetkilileri kabul etti ancak son gelişmelerden sonra biz para talebinden vazgeçtik. Zaten çimento fabrikası konusundaki çırpınışlarına bakınca sana sponsor olmadıklarını anladım!!!! Kaldı ki senin çok dürüst birisi olduğunu düşünüyorum! Vdigera, gerçekten. Yemin ederim ki. Bak yalan söylüyorsam ölünü öpeyim!

            Sevgili okur, bu işte bir de şöyle bir ilginçlik var. Ben çimento fabrikası taşınsın diyorum, dünyanın hakaretini ve tehdidini alıyorum. Hazret çimento fabrikası taşınsın diyor, fabrika kendisine sponsor olmayı kabul ediyor! (Şu an ağlıyorum!)

            Ha birde, fabrika gazetecilerin gecesine neden sponsor olsun ki? Davetlilere çimento reklamı yapmak için mi? Çimento, reklama ihtiyacı olan, günlük kullanımda perakende satışı çokça yapılan bir ürün değil ki…

*****

            -Ya hanım şu marka çimento çok iyiymiş. Baksana her yerde reklamları var. Geçen gün gazeteciler şeysinde denk geldi. Az alalım, mutfakta sana lazım olur!

            -Haklısın bey. Mutfak değil de, bu ara heykelciliğe merak sardım. Belki senin gibi bir öküzün heykelini yaparsam lazım olabilir! (Gözün kör ola herif. Mutfağa çimento alıyor! Allah’ım, benim gibi diri bir afeti bu herifle telef ettin ya!)

            Şeyyy, pardon. Dağıldım iyice. Nerde kalmıştık? Ha, hatırladım…

*****

            Evet sevgili okur, çimento fabrikasına harcanan mesainin sebebini anladık. Sponsor olsunlar diye gitmiş. Ama ben kendisine sorular sorduğum yazımda bir konudan daha bahsetmiştim, sorular sormuştum. Ona cevap vermemiş.

            6 Ocak tarihinde sponsorluktan vazgeçtin, ki çok belli! İlişkin bitmiş olmalı. 23 Ocak tarihinde Kültür Park’taki yemek öncesi neden hemen çimento fabrikasının yetkilisini arayıp, akıl verdin, strateji geliştirdin? Ya hu, bu çimento meselesinde neden bu kadar hararetlisin?

            Şu eylem meselesinde de tehlikeli sularda yüzüyorsun bak. OHAL’i hatırlatıyorsun ki, Sayın Valim bile bu eyleme izin verdi. Asıl meseleni biliyorum. Bir paylaşımında yorum yapana cevap veriyorsun, “Yürek ister üstat orada eylem yapmak!” diye. (Şu hitapta “üstat” görgüsüzlüğünü, kıroluğunu da bir bırak! Ota boka üstat diyerek kendine üniversite mezunu havası vermeye çalışıyorsun. Üniversite mezunları birbirlerine öyle hitap etmezler. Sen nalbura bile üstat diyorsun! Lise mezunu olmak utanılacak bir şey değil. Rahat ol.)

            Kimi tehdit ediyorsun ve kimi gaza getiriyorsun? Hani kimse beni takmamıştı? Eyleme bir başıma gitsem ne olur, niye bu kadar dert ediniyorsun?

            Sonra aklınca hakaretler etmeye devam etmişsin. Beni kimse ciddiye almamışmış… Benim gibi silik tiplerin haberlerini yayınlamışmışım…

            Ya ben mi ciddiye alınmıyorum?

            O zaman niye bu kadar çıldırıyorsun? Havsalandan Mücahit Yanılmaz ve Cengiz Gülaç isimlerini çıkart, acıktığını söyleyecek cümle kuramazsın!

            Kimlerin senin ayarını bozduğu belli. Koskoca belediye başkanı ile, benim gibi sıradan fevkalade, harika, adaleli o bir yetmiş ve yüz kiloluk muhteşem, kaslı, diri insan sülieti olan efsane yazar! Sonrada kimse beni takmıyormuş he… Seni çıldırtmaya yetiyorum işte.

            Eylemimi kimse takmadıysa, bu hararet niye? Bu arada beyanına göre –ki pek inandırıcı değil- sponsorluğa, benim o kimsenin takmadığı eylem talebim mani olmuş, kusura bakma! Rızk olunca insan üzülüyor. 

            Yazının bir kısmına bakıyorsunuz… Şehirde fırtına koparmışım, ki estağfurullah! Bir başka kısmına bakıyorsunuz, beni kimse takmıyor!

            İhsan Tarakçı meselesine keşke hiç girmeseydin. Genel yayın yönetmeni olduğum gazetede bana hakaret edilen bir yazıyı yayınlamamdan ötürü ar edip bu görevi bırakmam mı gerekiyor…? Senin genel yayın yönetmeni ve imtiyaz sahibi olduğun gazetede neler yazıldı neler… Niye yayınlattın o zaman? Ben sayın Tarakçı’nın o yazısını bile yayınlatacak kadar özgüveni olan bir adamım. Sansür koymadım, canı sağ olsun. Ama FETÖ’yü destekleyen, öven yazılar benim gazetemde ya-yın-la-na-maz. Nokta.  

            Birde safra kesem yerine beynimi aldırmamdan korkmuşsun... Beyin deyince aklıma geldi. Bu sene zekâmın zekâtını sana vereceğim! Asgari ahlak düzeyine ulaşmana yardımcı olur ve de seni harika bir yazar yapmaya yeter!

            “Bakalım kaç kişiyiz?” sorusunun güme gitmesinden korkmuşsun! Telaş etme. Her ne kadar ortaya düşüp engellemeye çalışsan da, Elazığ tarihinde belki de ilk defa tüm siyasi partiler, toplumun farklı kesimleri benim eylem çağrım sonrası bir araya geldi. (İnsanların kimi takmadığı ortaya çıkmış oldu) ESİB (Elazığ Sivil İnisiyatif Birliği) kuruldu. Emeği geçen herkese çok teşekkür ederim. Naçizane fitili ben ateşledim ve istediğim gibi de oldu. Ben devreden çıktım. Çok değerli ağabeylerim meseleye sahip çıktı…

            Son olarak “Bakalım kaç kişiyiz?” başlıklı yazıma atıfla bana şu şekilde hakaret etmişsin: “Sahiden sen kaç kişiliklisin?” (Burada yazar bana çakıyor efendim!)

            (Sadece yazı yazmayı deneyip hakaret etmeseydin bu yazıyı yazmayacaktım. Başta da söyledim. Kalemimi azat ettim işte! İyi mi oldu? Bak, sürekli gözlüklerinle oynuyorsun. Avuçların terledi. Rengin kıpkırmızı oldu. Sık sık ve kesik kesik nefes alıp vermeye başladın… Tam altıncı keredir yazıyı okuyorsun!)

            Sende benim karakterimle ilgili şüphe var belli ki. Ben seninle ilgili netim. Kafamda hiçbir soru işareti yok…

            Sen kişiliksizsin…

Not: Ya sizce çok mu ağır oldu? Üzüldüm şimdi. Ne yapayım, elim çok ağır. Bazen kendime hâkim olamıyorum. Biri gitsin baksın, yaşıyor mu diye. Ay Allah’ım, kendi kendisini öldürüp intihar süsü vermesin sakın! Ha giden olursa, delikanlı adam yaşıyor mu diye nabzına bakmayacaksın. Haysiyetine bakacaksın, yerinde duruyor mu diye…

            Ya hu ben bunca zaman bir ölüyle mi uğraştım?