ENVER USTA
Lisede sevdiğimiz bir öğretmenin kendince Üniversite tanımlamasıydı Enver Usta ibaresi
Lisede sevdiğimiz bir öğretmenin kendince Üniversite tanımlamasıydı Enver Usta ibaresi. Bu tanımlama ile hem üniversite ile ses benzerliğini dikkatlere sunuyor hem de üniversitenin eğitimde verebileceği seviyeyi ortaya koyuyordu.
Elbette üniversiteler usta yetiştiren kurumlar olmalıydı. Her bir bölüm kendi alanında dünyaca tanınan ve bilinen bilim adamları yetiştirmeliydi. Kendi dalında bir buluş, bir teori ve bir kuram geliştirmeliydi. Ancak bizim hocamızın hayali ne yazık ki hep hayalde kaldı. Çünkü ülkemizdeki üniversiteler ve bu üniversitelerde öğretim üyeliği yapan insanlar (bilim adamı diye kelimeler klavyeye döküldü ama bilim kelimesine haksızlık etmeyeyim diye sonradan sildim) böyle bir başarıyı ve gururu yaşatmadı bizlere. Hatta sırf gurur ve kibirleri yüzünden yaşatma potansiyeli olanların da önlerine taş koydular. Biz beceremiyorsak onlar da yapamasınlar diye düşündüler.
Nobel ödülü alan Aziz Sancar da bu gerçekliği görmüş olacak ki eğitimine yurt dışında devam etmiş ve sadece bilim için uğraşarak sonunda bu ödüle layık görülmüştü.
Aslında 1100 akademisyenin fikir özgürlüğünden ziyade bir ihanet belgesini çağrıştıran bildirisi farklı bir gerçeği oraya koymuş oldu. Ve artık Türkiye bir konuyu ciddi ciddi masaya yatırmak zorunda... Soru şu; Bir öğrencinin üniversiteye intisabı süreci nasıl gerçekleşmektedir? Normal süreç nasıl olmalıdır? Bu süreç hangi saikler ve arkaik düşüncelerle dumura uğratılıyor ve kimler hakkıyla üniversiteye girecekken başkaları nasıl girmiş oluyor?
Bu konuda üniversite okuyan her bir insanın varacağı tek ortak yargı vardır ki o da üniversitelere girişin tek geçer akçesinin ideolojik duruş ve fikir bezlemesi olduğudur. Nasıl yani? Anlatalım. Bir genç üniversite tahsili süresince hem derslerdeki başarı durumunu hem de fikri duruşunu, taraf ve safını belli eder. Ne kadar saklasa da bir mekanizma bunu rahatlıkla çözer ve ilgili yerlere rapor eder.
Bir Anadolu çocuğu, dersleri 100’de olsa eğer o üniversite ve bölümün hâkim zihniyet ve ideolojik duruşuna muhalif bir portre çiziyorsa bunun işi bitmiş demektir. Bir konu hakkında ezber bozan bir yorum yapmışsa değil akademisyen olarak üniversiteye almak dört yılda bitmesi gereken okulunu 6 yılda bitirtmenin gardına uğramaktan geri kalmaz.
Peki, bu durumun oluşması ve devamında yetkililerin suçu yok mu? Elbette en büyük suç onların… Bugüne kadar rektör atamasında etkili ve yetkili makamlar olan YÖK ve Erdoğan dışındaki tüm cumhurbaşkanı her üniversitenin mevcut konumu ve ideolojik yapısıyla uyumlu rektörler atamayı ne yazık ki denge ve maslahat saydılar. O üniversitenin asayişini de buna bağlı ve ancak bununla kaim gördüler.
Peki, bu yöneticileri bu düşünceye iten gerekçeler neydi ve bunu kim pompalıyordu? Bu konuda devletin asıl sahiplerinin kendisi olduğunu düşünen ve sadece vesayetçilere hesap vermekle yükümlü derin komplolar üreten çevreleri göz ardı etmemek lazım.
Her üniversitenin hâkim siyasi görüşüne uygun rektör atamalarını YÖK ve zamanın cumhurbaşkanlarına yutturan zihniyet bugün de işbaşında ne yazık ki. Umarız bu konuda Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip Erdoğan bu çemberi kırar ve iki oy bile almış olsa dengeleri koruma yerine ülkesini ve bilimi önceleyen rektörleri atamaya başlar.