ELAZIĞ, BAŞBAKAN DAVUTOĞLU'NU SEVİYOR

Elazığ halkı, kendi gibi düşünen kendi gibi yaşayan, kendi hassasiyetlerini önceleyen politikacıları seviyor

ELAZIĞ, BAŞBAKAN DAVUTOĞLU'NU SEVİYOR
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Elazığ halkı, kendi gibi düşünen kendi gibi yaşayan, kendi hassasiyetlerini önceleyen politikacıları seviyor. Menderesi, Özal’ı, Erbakan’ı, Erdoğan’ı sevdiği gibi Başbakan Davutoğlu’nu da seviyor. Çünkü bu isimlerde kendini buluyor. Çünkü bu isimler birilerinin, bazı mahfillerin çıkarlarını değil halkın çıkarlarını düşünüyor.

Çünkü bu isimlerle ülke atılıma geçti. Çünkü sadece bu isimler müesses nizamdan beslenen ve devletin sahibinin sadece kendileri olduğuna inanan satılmışların ocağına çomak soktu.

Çünkü sadece bunlar ülkeyi üçüncü dünya ülkesi olmaya endekslemiş küresel sermayenin çarklarını tersine döndürmeyi başardılar.

Bu isimler halkla birlikte yürüdüğü ve hesaplarını lobilere, zinde güçlere ve dünyayı dizayn etmeye çalışan ağa babalara değil halka verdikleri için sevildiler ve hep önde tutuldular.

ÖZAL’A DA KARŞIYDI AYNI KAFA ERBAKAN’A DA

Ülkenin durağan kalmasını isteyen, gelişme ve kalkınmadan pek hazzetmeyen kafalar hep olmuştur bu ülkede. Özal, gerçekleştirdiği devrim niteliğindeki reformlarla ne kadar da eleştiri almıştı. Dönemin sol partileri olan CHP; SHP, SODEP ve türevi partilerin Genel Başkanları ne kadar boş konuşmuşlardı. Yine ne kadar celdigerenerek eleştirmişti zoru görünce şapkasını alıp kaçan Demirel…

Özal, ancak vefatından sonra anlaşılabilmişti ve herkes günah çıkarmıştı ardından. Mesela “alışamadım” demişti bir teğmen Cuma namazı kılan bir cumhurbaşkanına olan hazımsızlığını.

Aynı akıbet Erbakan Hocayı da bulmuştu. Sağlığında ortaya koyduğu ve her birini matematiksel bir disiplinle herkesin aklına yatırdığı gerçeklere karşı herkesin kulağı sağır, gözü görmez olmuştu. O bitip tükenmeyen enerjisi ile yıllarca kendini paraladı. Anlattı da anlattı. Muhatap kitlesinin azlığı ve çokluğu da önemli değildi. Bazen on binlere haykırıyordu doğrularını bazen salonda bulunan sadece 4 kişiye. Ama hepsinde heyecanlı, hepsinde gözlerinden ümit ışığını eksik etmeden, aşkla ve şevkle.

Derken Erbakan hoca da rahmete kavuştu. Ancak tarih yine tekrar  etti. Sağlığında onu asla ciddiye almayan cevreler birden bire Erbakancı oldu. Kendisine 11 aylık Refahyol iktidarını cehenneme çeviren 28 Şubatın anlı şanlı komutanları bile “onu anlayamamışız” itirafında bulundular.

BÜYÜK DEVRİMCİ ERDOĞAN

Ülkenin yanlış gidişatını, var olan ancak hep halı altına süpürülen gerçeklerini görerek üzerine giden ve bu konuda değme solcu devrimcilere taş çıkartacak en büyük devrimci olan Recep Tayyip Erdoğan da aynı akıbetten payını aldı.

Solun, konuşmaya bile cesaret edemediği, sağın varlığını dillendirmekten korktuğu güneydoğu meselesine karşı durduğu yer ve attığı adımla sorunun üzerine kararlılıkla gitti.

Kürt siyasetine yakın duruş sergileyen sosyal demokrat parti ve liderler bunu ağızlarına alma cesareti göstermezken sağ parti ve siyasetçiler “Kürt yoktur dolayısıyla böyle bir sorun da yoktur” öğrenilmiş acziyet içeren repliği, replay etmekten öte bir duruş ortaya koyamadılar.

Her gelen bu ateşten gömleği giymekten sarfı nazar ederek günü kurtarmanın popülizm ucuzluğu içinde patinaj yaptılar.

Recep Tayyip Erdoğan bu sorunun çözümü konusundaki kararlığını “ülkem kaybedecekse ben kaybetmeye razıyım” diyerek ortaya koydu. Taraflara silah satan küresel sermaye çıldırdı adeta bu tavır karşında. Nasıl olur da silahlar susardı Türkiye’de. Her şey Kürt-Türk çatışması üzerine kurgulanmıştı oysa. Barış olursa Türkiye’nin yükselişini nasıl durdurabilirlerdi. Nasıl olur da Türkiye’nin Ortadoğu’da bir güç dengesi olmasına müsaade edebilirlerdi.

Bunlardan da öte kendi savaş uçağını, helikopterini, tankını yapan, uzaya kendi uydusunu fırlatan, denizin altından tüp geçitle Asya ile Avrupa’yı bağlayan bir ülkeye izin verebilirlerdi.

İşte bu Türkler çok  oluyorlardı ve bunu başaran kadroyu içten yıkmak gerekiyordu.

PARALEL TAŞERONLUK

İşte bu aşamada devreye bir zamanlar Ak Parti’ye destek vermiş,  partinin de gelişmeleri ve yaygınlaşmaları konusunda imkânlarını seferber etmiş cemaatin devreye sokulması gerekiyordu. Sonuçta film başladı ve düne kadar devlet, millet diyen cemaat tüm devlet içindeki gücünü devleti zayıflatmaya ve seçimle işbaşına gelmiş hükümeti yıkmaya yoğunlaştırdı.

Olmadık komplolar, bazı mihrakların kendilerine verdiği destekle olmadık kanunsuz işler…. Ancak halk bunlara prim vermedi. Geçen yıl yapılan yerel seçimlerde Ak Parti oylarını artırdı. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde halkımız Erdoğan’a yüzde 52 oy verdi.

UYANIK OLMALIYIZ

Bu analizden çıkan sonuca gelirsek, büyük lider ve devrimciler ne yazık ki kaybedildikten sonra gerçek değeri veriliyor. Tayyip Erdoğan’ın üzerinde sıklıkla durduğu başkanlık sistemi Türkiye’nin önünü açacak bir sistem olacaktır. Bugün süper güç olmuş, kalkınmalarını tamamlamış ülkelerin başkanlık istemiyle yönetilmesi de herkese bir ipucu veriyor.

Yarın olmadan ve geç olmadan değerlerimize sahip çıkalım. Ve dünya dengeleri içinde Türkiye’yi üçüncü ülke konumunda kalması için çaba gösterenlere inat uyanık olmalıyız.