ELAZIĞ'IN DEMOKRASİ GAZİSİ
Gülşah ALTAŞ / Tüm Türkiye'nin ve dünyanın kilitlendiği 15 Temmuz gecesi Ankara'da bulunan Fırat Üniversitesi Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof
Gülşah ALTAŞ / Tüm Türkiye’nin ve dünyanın kilitlendiği 15 Temmuz gecesi Ankara’da bulunan Fırat Üniversitesi Fen Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ali Ölçücü, Meclis’e atılan bombayla sol bacağından yaralanırken şans eseri ölümden döndü.
Evinde ziyaret ettiğimiz Prof. Dr. Ali Ölçücü, 15 Temmuz gecesi gerçekleştirilen darbe girişiminde yaşadıklarını anlatarak, duygularını paylaştı. Öncelikle 246 demokrasi şehidine rahmet ve yaralılara da acil şifalar dileyen Prof. Dr. Ölçücü, olay gecesi akşam namazından sonra eski devlet bakanlarından Ahmet Cemil Tunç, Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Erol Keleş, Fırat Üniversitesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Burhan Çetinkaya ve Elazığlı işadamı Kenan Altungök ile Ankara’da yemek yediklerini, sonrasında da kendisinin Kurtuluş’taki yeğeninin evine gittiğini söyledi. Saat 9:30 - 10:00 sıraları darbe olduğu haberlerini aldıklarını ifade eden Pro. Dr. Ölçücü, “Daha sonra TRT’yi açtık ve spiker darbe olduğunu, sokağa çıkma yasağının olduğunu söyleyince arkasından Başkomutanımızın telefon konuşmasından sonra yeğenimle birlikte aşağıya indik. Tabi ki bütün Ankaralılar da iniyordu. Kızılay’a doğru yürüdük. Diğer doktor yeğenim Erkan, Allah ona da şifa versin o da şu anda ameliyat oldu onunla beraber yürüdük. Kızılay’da durmadık Genelkurmay Başkanlığı’nın önüne gittik. Genelkurmay Başkanlığı’nın önüne millet akın akın geldi. Burada iki saat süreyle sürekli helikopter ve uçaklar uçuyordu. Öyle insanlar gördüm ki bir çocuğunu almış kucağına, diğer çocuğunu diğer eline almış, öyle bir ruh hali ki hiç kimse oradan kopmak istemiyor. Bu hengamede uçaklar sürekli gidip geliyor. İki saat sürede ateş açılmadı, herhangi bir şey yapılmadı ama iki saatin sonunda Genelkurmay Başkanlığı’nın bahçesine bir helikopter indi. Aynı ülkenin çocukları jandarmada bizim poliste bizim ama ‘bizim polisimiz geldi’ diye hareketlendik. Genelkurmay Başkanlığı’nın bahçesinden atlayanlar oldu. Daha sonra Genelkurmay Başkanlığı’nın kapısı kırıldı, millet içeri girince Meclis’e bomba atıldı. Saat 02:30-03:00’a yakın bir süreydi o bombayla bizler yere devrildik. Zannediyorsam o bombanın şarapnelleri bacağıma geldi. Kalktım bacağımda hiçbir şey hmiyordum. Yaralılar vardı, yaralılara yardım ettik. Birkaç tane şehadete ulaşmış insan vardı onları aldık. O arada 3-4 dakika geçti ayağımın ısındığını fark ettim. Baktım yaralanmışım ama hiçbir engel yoktu. Bir bayrak vardı elimde onu hemen bağladım. Ondan sonra Kızılay’a doğru yürüdüm. Oradan birkaç arkadaşın yardımıyla taksiye bindik hastaneye vardık” diye konuştu.
BAŞARISIZ BİR GİRİŞİM OLACAĞI BELLİYDİ
Prof. Dr. Ali Ölçücü, bu darbe girişiminin bir sonuca ulaşmayacağını ilk anlardan itibaren tahmin ettiğini kaydetti. 12 Eylül 1980 Darbesi’ni birebir yaşadığını belirten Prof. Dr. Ölçücü, 15 Temmuz gecesiyle karşılaştırdığında bu girişimin başarısız olacağının ilk anlardan itibaren belli olduğunu ifade ederek, “12 Eylül 1980 yılında Elazığ’da Çınar Otel’de kalıyordum. Bütünleme sınavları Eylül’de yapılırdı öğrenciydim, üniversite ikinci sınıftan üçüncü sınıfa geçiyordum. O gün İngilizce bütünlemem vardı, bütünlemeye yetişebilmek için alelacele aşağı indim. Otelin kapısında bir jandarma, bir polis ‘Dışarı çıkma yasağı var’ dedi. Biz bu darbede, Kurtuluş’tan Genelkurmay Başkanlığı’nın önüne gittik. Ne bir polis, ne bir jandarma vardı. Böyle bir darbenin sonuca ulaşamayacağını tahmin edebiliyordum ama ateş açılacağını tahmin etmiyordum, o da oldu” dedi.
BU MİLLETİ SİNDİREMEYECEKLER
İnsanların sokaklarda nöbet tutmasını ve demokrasi adına kenetlenmesini değerlendiren Prof. Dr. Ölçücü sözlerini şöyle sürdürdü: “Bu millete Allah bir daha böyle bir gece yaşatmasın ama o bizim köylü, Anadolulu dediğimiz insanlar öyle bir imana sahipler ki orada altı metreden ateş açıldığını buna rağmen Genelkurmay Başkanlığı’nın önünden atlayan insanlar gördüm. Bir de kot pantolonlu genç kızlar, eşofmanlı genç kızlar, başı açık, başörtülü herkes öyle bir birleşmişti ki hiç kimse ‘ölmeyelim’ diye tereddüt geçirmedi. Yaralanıyordu, ateş ediliyordu ama adam bir başka yaralıyı kurtarmaya çalışıyordu. Öyle bir hava oluşmuştu. Gömleğini çıkarmış tankın egzosuna sokuyordu ki tankı durdurur muyum diye. Hareket eden tankın paletleri üzerine basan 17 yaşındaki gençler vardı. Bir ara ‘Ya Rabbi ben halüsinasyon mu görüyorum rüyada mıyım’ diye bir tereddüt geçirmedim değil. Ama şunu gördüm, o insanların hepsinin ölse de oradan geri dönmeyeceklerini anladım ve beni mutlu edende buydu. Bir anekdot anlatayım henüz ateş altına alınmadan evvel bir aile yanımdaydı. Bir baba ve muhtemelen bir yaşındaki bebeği var kucağında. Diğer elinde de muhtemelen 5-6 yaşındaki kız çocuğu ve kız çocuğun diğer elinde de annesi. Dört kişilik bir aileydi. Uçak sorti yaptı, o kız çocuğu ağladı annesine sarıldı. Yanımızdaki biri, ‘Abi keşke bu çocukları getirmeseydin’ dedi. O da, ‘Bunlar benim bu dünya için imtihan sorularım’ dedi. Bunu çocukları için, can pareleri için söylüyor. O zaman dedim ki, ‘Yarabbi artık korkmuyorum, gevşemiyorum, üzülmüyorum. İlla ki biz galip geleceğiz. Artık ondan sonra hiç şüphem kalmadı. Çünkü böyle iman etmiş, can parelerini almış gelmiş, öleceksek beraber ölelim diyen bir aile vardı. Bu milletin ferasetini, birlikteliğini ne tanklarla ne de toplarla sindiremediler, sindiremeyecekler.”