DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU ROMANI KARAKTERLERİNİN KİŞİLİK TAHLİLLERİ

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU ROMANI KARAKTERLERİNİN KİŞİLİK TAHLİLLERİ

Romanın yazarına dair…

 

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi'n

  DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU ROMANI KARAKTERLERİNİN KİŞİLİK TAHLİLLERİ
TAKİP ET Google News ile Takip Et

DOKUZUNCU HARİCİYE KOĞUŞU ROMANI KARAKTERLERİNİN KİŞİLİK TAHLİLLERİ

Romanın yazarına dair…

 

Cerrahpaşa Tıp Fakültesi’ndeki Psikiyatri Hocamız Prof. Ayhan Songar, 1976 yılında, kliniğinde staj yapan bizlere ünlü romancımız Peyami Safa hakkında şunları söylüyordu; “Genel kültür ve kaleminin gücü bakımından çok büyük bir değer olduğunu herkes kabul eder, fakat psikiyatri konusunda da fevkalade olduğunun şahidim.”

Daha sonraki yıllarda Hocamızın, Ruh Hekiminin Hatıraları isimli kitabında, "Peyami Safa, mesleğimi en az benim kadar bilen ve birçok tıbbi meseleleri tartışmaktan çekineceğim bir kimseydi,” diye yazdığını da okuyacaktım.

Ben kıymetli yazarı bir miktar tanıyordum. Edebiyat öğretmeni bir arkadaşım ondan sık sık söz ediyordu. Ancak yeteri kadar okumamış olmalıydım ki, Ayhan Songar Hoca’mın sözlerinden çok etkilenmiştim. Takip eden yıllarda Peyami Safa’nın romanları yanında fikri yazıları da sıkı bir şekilde okumaya başladıktan sonra Psikiyatri Hocamızın ne demek istediğini daha iyi anladım. Gerçekten de merhum romancımız sadece edebiyat alanında değil, psikoloji, metafizik, tefekkür ve mistisizm alanında da çok büyük bir değermiş.    

Şüphesiz, herkes gibi Peyami Safa da düşüncelerini romanlarına aksettirmiştir. Dolayısıyla kitaplarında psikolojik unsurların olması tabiidir. Fakat Dokuzuncu Hariciye Koğuşu ve Yalnızız romanlarında iç dünyaların daha fazla yansıtıldığını görüyoruz.   

 

Romanın özeti…

 

Romanda, haftalarca hastanede yatmış ve bacağının kesilmesi, hatta hayatının kaybedilmesi tehlikesiyle karşı karşıya kalmış on dört, on beş yaşlarındaki hasta bir gencin ruh hâli konu ediliyor. Dizindeki şiddetli fiziki ağrıların yanında, bir de uzvun kesilmesine ait ıstıraplar ve sevdiği kız Nüzhet’in evlenecek olmasının verdiği yürek acıları da var. Bunların hepsi çocuk denilecek yaştaki küçük, çelimsiz bünyeye musdigerat olunca sıkıntılar dayanılmayacak hâle geliyor. Hasta çocuk, romanın başkahramanıdır.

Kesif sıkıntıların üstesinden gelmeye çalışırken dayandığı en önemli şey iyimserlik duygusudur. Yani şifa bulacağına dair ümit… 

Başaracak mı, başaracaksa ne ölçüde başaracak, hikâyeyi sürükleyen unsurlarından biri budur. Delikanlının, acılara katlanabilme gücünü veren en büyük ruh dinamiğinin ümit olduğunu belirten şu sözleri dikkat çekicidir:   

             “Uyuyamıyordum. Birçok fedakârlıklara hazırlanmak lazım geldiğini anlıyordum. İçimde hep ne olduklarını bilmediğim gizli ve meçhul ümitlere sarılmıştım, onlar olmasa bir saniye bile nefes alamazdım.”

            Burada, ümide ait bir kırıntının dahi insanı hayata bağlayan en mühim bağlardan biri olduğunu anlıyor, ümidini yitirenin dayanma gücünü de yitireceğini görüyoruz.       

            Romanda, ıstırapların bedende meydana getirdiği değişiklik veya yakınmalara da yer veriliyor. Bunun tıbbi bilgilere uygun bir şekilde dile getirilmesi ise kayda değer bir başarıdır: 

Adını koymadığı, ama tarifinden ‘Bunaltı hastalığı’ diyebileceğimiz anksiyeteyi tarif eden şu satırlar tıbbi ders kitaplarına bile geçebilecek kadar doğrudur:

“Göğsümde müthiş bir baskı. Boylu boyunca bir duvarın altına uzanıp yatmışım gibi hava alamıyorum, kollarımdan ve bacaklarımdan hayat çekiliyor.”  

            Yazar, ruhi ıstırapların vücut ağrılarından daha zor olduğunu romanındaki baş kişiye şöyle söyletiyor: “Ağrılarım arttı, fakat ruhi azabıma nispetle çok asil, sade ve saf olan ıstırabımı sevdim.”     

        Stres veya azaplar bazen bedensel belirtilere de sebebiyet verirler.  Mesela uzun süren üzüntü ve sıkıcı düşüncelerin baş ağrısı, baş dönmesi veya yorgunluk yapabildiğini herkes tecrübe etmiştir. Keza bel ağrısı, karın ağrısı ya da uyuşmalar yapabildiğini biliyoruz. Bundan dolayı, vücudun herhangi bir yerindeki ağrı veya uyuşma ile bize başvuran hastalarda, dikkate aldığımız hususlardan biri de streslerdir. Ancak bir hekim olarak şunu da hemen belirtelim ki, streslerin sebep olduğu bedenî şikâyetlerin çoğu geçicidir, kalıcı hasar bıraktıkları nadirdir.     

            Romana dönecek olursak; hasta çocuk, zaman zaman depresyon ve bunaltılar yaşar. Fakat o durumlarda bile tamamen çökmez, cinnet geçirmez, aklını oynatmaz. Demek ki, dirençli bir kişilik yapısına sahiptir. Eskiler bu gibilere "haluk insan" derdi. Yani sakin, sabırlı ve sinirli olmayan insan. Anlaşılıyor ki, Peyami Safa Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda ruhi kişilik yapısı bakımından Nevrotik olmayan, haluk bir kişilik tipini anlatmıştır. Nevrotik olmayan bu tiplere halim selim kişilik demek de mümkün.   

Halukların, muhkem kişilik yapıları sayesinde hayatlarında karşılaştıkları aksiliklerin üstesinden daha kolay geldikleri biliniyor. Bunu Dokuzuncu Hariciye Koğuşu’nda da görüyor olmamız önemli bir husustur. Dikkatli bir okuyucu kitapta halim selim kişiliğe sahip olmanın yolları ve sonuçları hakkında ip uçlarını bulabilir.   

        

Ruhi tahliller…   

 

Kitaptaki ruhi tahliller sadece başkahramanın kişiliğiyle sınırlı değil.  İkinci, hatta üçüncü derecedeki şahısların ruhi bünyelerine de kısaca temas edilmektedir. Mesela hasta çocuk, kendisinden dört beş yaş büyük olan akraba kızı Nüzhet’in sahip olduğu kişiliğin biraz çocuksu olduğunu şu cümle ile ifade eder:

“Herhangi bir vaziyette ekseriya iki dakikadan fazla durmuyor, kaçıyor.” Buradan ve romandaki diğer ayrıntılardan anlaşılıyor ki, Nüzhet, büyük bir ihtimdigere nevrotik bir yapıya sahiptir.

Çocuksuluk babında, kendi konumunu da dile getirir:

 “Ben Nüzhet’ten evvel, ruhen çocukluktan çıktım, daha evvel ciddileştim. O hâlâ çocuktu.” 

            Nüzhet’in hasta çocuktan uzaklaşarak yakışıklı ve zengin olan Doktor Ragıp’a meyil etmesi ikisinin tartışmasına sebep olur. Hasta genç, ruhunu ziyadesiyle daraltan bu duyguyu şöyle ifade ediyor: “İstikbalime dair içimden fena işaretler almaya başladım. Üstüme devamlı bir melankoli çöktü, her an susturan ve sarartan o derin elemlerden biri ki, beni kendi içimden de uzaklaştırıyor, ruhumun haritasını bilmediğim ıssız adalara götürüyor, beni kendi hudutlarımın dışına sürüyordu.”                 

            Romanda, köşk sahibi zengin bir paşa da var. Anlayışlı, babacan, garp kültürüne özenen bir kişi olarak tanıtılmıştır. Eğlence ve içkiye yatkın, kahkahaları bol, yaşlı bir adam... Gençliğinde bir ara gittiği Paris günlerinin hatırası ile sık sık canlanan ve duygulanan Tanzimatçılardan biri... Başkahramanın dilinden bu ihtiyar şöyle anlatılıyor:

“Her insanı bize hatırlatan, her insanı içimizde yaşatan bir ayırıcı alamet varsa, Paşayı da bana hatırlatan, içimde yaşatan bu gevrek ve bol kahkahalarıydı.” 

           

Peyami Safa’nın sitemi…

 

Kitapta Peyami Safa’nın hekimlere sitem ettiğini de görüyoruz. Mesela hasta çocuk, en çok sevdiği meşguliyetlerin kendi doktoru tarafından kolayca men edilmesine şaşırıyor ve üzülüyor: “Hastalık tamamıyla iyi olsa bile futbol oynamasan daha iyi. Bacağını yorma. Sen roman okumayı seviyorsun. Fakat onu da okuma, heyecan senin için iyi değil. Sinirlerine dikkat et. El işleriyle meşgul ol.” diyen operatörünü soğuk buluyor. Bundan dolayı, “Doktorlar tedavilerinde hastanın psikolojisine yer vermiyorlar.” diye içinden geçiriyor.   

            Romanda psikolojik unsurların başka türlü örnekleri de var lakin isterseniz bu kadarla yetinelim, romandaki başkişinin notları arasında bulunan ve kitabın son paragrafında geçen bir hüküm cümlesiyle sözümüzü bitirelim;

            “Büyük bir hastalık geçirmeyenler, her şeyi anladıklarını iddia edemezler.” 

                                                  Nörolog Dr. İhsan YAŞA