DARBE GİRİŞİMİNİN TARİHSEL SÜRECİ

Her şey İslam coğrafyası, Afrika, Uzak doğu ülkeleri ve ön Asya ülkelerinin bağımsızlıklarını ilan ederek sömürge olmaktan kurtulmalarıyla başladı

DARBE GİRİŞİMİNİN TARİHSEL SÜRECİ
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Her şey; İslam coğrafyası, Afrika, Uzak doğu ülkeleri ve ön Asya ülkelerinin bağımsızlıklarını ilan ederek sömürge olmaktan kurtulmalarıyla başladı.

18. yüzyılın ortaları ile 19.yüzyıldan başlarından itibaren yani sanayileşmenin lokomotifi olan buharlı makinanın keşfedilmesinden sonra Avrupa ülkeleri ve Amerika ekonomilerini sömürge anlayışı üzerine bina ettiler. Sömürdükleri ülkelerdeki petrol, doğal gaz, kömür, demir, altın, elmas gibi yer altı ve su, orman, tarım ürünleri gibi yer üstü kaynaklarını kendi ülkelerine aktararak bahsi geçen ülkelerde yaşayan insanların kan ve gözyaşı üzerine bir hayat kurguladılar. Gittikçe dinden uzaklaşan ve maddeyi temel alan  materyalist bir anlayışla hareket ettiler ve her şeyin mubah olduğu bir dünya kurmaya çalıştılar. Vicdan, ahlak ve dini kriterler ölçü olmadığı için sömürülen topraklarda kan ve göz yaşı hiçbir zaman dinmedi.

Bu durum denebilir ki 21. Yüzyılın başına kadar devam etti. İşte girişte de ifade ettiğimiz gibi ne zaman ki sömürülen ülkeler bağımsızlıklarını ilan ettiler Avrupa milletleri ve Amerika ekonomilerini sirkule etmek, ülkelerindeki insanların hayat standartlarını bulunduğu konumda tutmak için telaşa kapıldılar. Çünkü sömürge dışındaki gelirleri sadece teknolojik gelire dayalıydı ve birçok Uzak doğu ülkesi yeni teknolojiler üreterek ilgili pazara girdiler ve pay sahibi oldular. Tabi bu durum Avrupa ve Amerika'nın kişi başına düşen gelirinin de düşmesine sebep oldu. Mesela Avrupa ülkelerinden, Portekiz, İtalya, Fransa, İspanya, Yunanistan gibi ülkeler ciddi ekonomik krizler içerisine girdiler. Almanya otomotiv sanayii ile, İngiltere eğitim ihraç ederek( dil kursları, Üniversite eğitimi vs.) ayakta kalmaya çalışıyor.

            Hal böyle olunca Avrupa ülkeleri ve Amerika 90’lı yılların başından itibaren yeniden Ortadoğu’yu hedef seçtiler. Çünkü orada hem petrol doğal gaz, altın gibi yer altı kaynakları vardı, hem de Avrupa ve Amerika’da hızla gelişen İslam onlara bir tehlike oluşturuyordu. Çeşitli bahanelerle Ortadoğu’ya özellikle petrol kaynakları bakımından zengin olan Irak’a girdiler.

            Onlara göre her şey yolunda giderken 2000’li yılların başında Türkiye’de büyük bir değişimin ayak sesleri gelmeye başlamıştı. Tayyip Erdoğan diye biri Ak Parti adıyla bir parti kurmuş ve daha ilk seçimde büyük bir milletvekili oranı yakalayarak tek başına iktidara gelmişti. Daha önce sürünen bir Türkiye işlerine geliyordu. Oysa şimdi gittikçe kalkınan, gelişen, büyüyen ve kendi gelişmesinin yanında İslam dünyasının da umudu haline gelen bir Türkiye yükseliyordu ufukta. Bu arada İslam dünyası 11 Eylül saldırısı bahane edilerek hedef haline getirilince, Amerikan ekonomisinin yüzde kırkını oluşturan Arap sermayesi yavaş yavaş Türkiye’ye ve Japonya, Malezya, Güney Kore gibi ülkelere yönelmeye başladı. Artı bu arada Türkiye Rusya ile yakınlaşmaya başladı. Neler oluyordu böyle? Amerika ve Avrupa’nın yıllarca şamar oğlanı olmuş Türkiye dev yatırımlar yapıyor ve kendi ayakları üzerinde durmaya çalışıyordu.

Bu Avrupa ülkeleri ile Amerika’nın da bir şekilde sonu demekti. Önce Tayyip Erdoğan’ı ve Ak Partiyi kendi merkezlerine çekmeye çalıştılar. Sonra partisini kapatma hamlesinden tutun da, 367 garabetine, bir kısım medyayı üstüne salmaya kadar birçok hamle denediler. Ancak Tayyip Erdoğan kolay lokma değildi. Üstelik milleti de arkasında duruyordu.

İyi de bu böyle gitmemeliydi. Bir şeyler yapmak gerekiyordu. Artık zamanı gelmişti. İçerdeki işbirlikçi hainlerin devreye girmesi gerekiyordu. Nitekim içerdeki hainler önce 17-25 Aralık yargı darbesini, ardından Gezi olaylarını tertip ettiler. Milleti yine Erdoğan’a sahip çıkmış ve bu badireler atlatılmıştı. Dünyayı yönetmeye çalışan egemen güçler pes etmemişlerdi. Yıllarca Ak Parti iktidarının nimetlerinden yararlanan, devlet dairelerine, orduya  sızan hainlerin bir kez daha kullanılma vakti gelmişti.

Tarih 15 Temmuz’u saatler de 21.30’u gösterdiğinde egemen güçler Türkiye’de son bir hamle daha yapmaya kalktılar ve bu defa askeri darbe yapmaya kalkıştılar. Fakat unuttukları bir şey vardı. Millet evet Türk milletini unutmuşlardı. Daha önce devlet milleti korurken bu defa millet devletini korumuştu. Ve bu millet oldukça da dış güçler ve içerideki hainler hiçbir zaman başarıya ulaşamayacaklardır.