ÇOCUK GELİNLERDE ÖLÜM ORANLARI KORKUTUYOR
GÜLŞAH ALTAŞ/Dünya üzerinde Japonlar ve Almanlardan sonra en çok doktora giden toplum olma özelliğine sahip Türkler, aynı hassasiyeti 'Kadın H
GÜLŞAH ALTAŞ/Dünya üzerinde Japonlar ve Almanlardan sonra en çok doktora giden toplum olma özelliğine sahip Türkler, aynı hassasiyeti ‘Kadın Hastalıkları’ noktasında göstermiyorlar. Bu hassasiyetin eksikliği doğal olarak çok ciddi sorunları da beraberinde getiriyor.
Türkiye’de 2012 yılında 12 il üzerinde yapılan bir araştırma neticesinde, kadınların yüzde 30’unun hiç jinekoloğa gitmediği gerçeği ortaya konulmuş. Kentsel kesimde kadınların jinekolojik muayene noktasında bir hekime gözükmediği gerçeği göz önünde bulundurulduğunda, bu durum kırsal kesimde daha ciddi tablolar ile karşımıza çıkabiliyor.
Akıllardaki birçok sorunun yanıt bulması ve aşılması zor bir engelle karşılaşmadan önce, gerekli tedbirlerin nasıl alınması gerektiği hususunda uzman bir hekimden destek alarak Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı Öğretim Üyesi Yrd. Doç. Dr. Melike Başpınar’a merak edilenleri sorduk.
Yrd. Doç. Dr. Melike Başpınar ile siz gazetemiz okurları için çocuk gelinler, erken ve geç yaştaki gebelikler ve kadınlar açısından oldukça riskli sayılan kanserler hakkında çarpıcı bilgilerle dolu bir sohbet gerçekleştirdik.
** Hocam, öncelikle Fırat Üniversitesi Tıp Fakültesi Hastanesi Kadın Hastalıkları ve Doğum Anabilim Dalı olarak hangi illere hizmet verdiğinizi öğrenebilir miyiz?
Anabilim Dalımızda başta Elazığ’a ve bölgemizde çoğunlukla Bingöl, Muş, Tunceli illerine hizmet vermekle beraber, Doğu ve Güneydoğu Anadolu bölgesinin pek çok ilinden hasta kabul ediyoruz.
** Son dönemlerde sıkça gündeme gelen çocuk gelinler konusuna değinelim istiyorum ilk olarak. İlimiz ve bölgemizden size intikal eden çocuk gelinler oluyor mu?
Evet, dönem dönem oluyor. Bu konuda kente oranla kırsaldan daha fazla hasta alıyoruz.
** Bu konuyu biraz daha açalım öyleyse. Çocuk gelinlerde evlilik ve gebelik sürecini değerlendirebilir misiniz?
Dünya Sağlık Örgütü çocukluk yaşı olan 10 ile erişkinlik yaşı olan 19 arasını “adölesan” dönem olarak tanımlar. Erken yaşta evlenmek ya da cinsel ilişkide bulunmak adölesan, yani çocuk yaş gebeliğini de beraberinde getirmektedir. Bu yaş aralığındaki bireyler psikolojik, fiziksel ve sosyal gelişimlerini tamamlayamadıkları için, adölesan gebeliklerde anne adayı büyük sorunlarla karşılaşmaktadır. Bu yaş aralığındaki bir anne adayı dolayısıyla ne fiziksel ne de psikolojik açıdan henüz doğum yapmaya ve doğumdan sonra da bebeğin bakımını üstlenmeye hazır olamamaktadır. Erken yaşta gerçekleşen bu gebeliklerin hem anne, hem de bebek sağlığı açısından ciddi problemlere yol açabileceğinin hassasiyetle altını çizmek istiyorum. Bu tür gebeliklerde doğum ve doğum sonrası komplikasyonlar ile anne ve bebek ölümlerinin 20-29 yaş aralığındaki anne adaylarına oranla daha fazla olduğunu da ayrıca belirtmek isterim.
** Hocam, çocuk yaşta doğum yapmanın riskleri nelerdir ve bu süreçte çocuk gelinleri ne gibi sıkıntılar bekliyor?
Düşük yapma, kansızlık (anemi), gebelikte görülen hipertansiyon, erken doğum, ölü doğum ve bebekte düşük doğum ağırlığı adölesan gebeleri bekleyen sorunlardır. Çocuk yaşta olan bu anne adaylarının kalça, kemik ve kas gelişimi tamamlanmamış ve yetişkin ölçülere henüz ulaşmamış olduğu için doğum sırasında bazı sıkıntılar oluşabilir yahut doğum oldukça zor gerçekleşebilir. Ayrıca bu annelerimizde sezaryen doğum, 20’li yaşlardaki annelere kıyasla daha yüksek bir oranla karşımıza çıkmaktadır. Sorunsuz bir doğum olsa dahi anneliğe henüz hazır olmayan, kendisi de çocuk olan anne, kendisinin ve bebeğinin bakımı konusunda yetersizdir. Çocuk büyütmenin maddi ve manevi yükünü taşıyıp bebeğini ve kendisini ihmal edebilmektedir.
** Peki anne ve bebek açısından, anne adaylarında sağlıklı gebelik için uygun yaş aralığı kaçtır?
İlk doğum için en uygun yaş olarak belirli bir görüş olmamasına rağmen psikolojik, obstetrik ve fizyolojik açıdan en uygun yaş 20- 30 yaş arası kabul edilebilir. Kadınlar için en ideal üreme aralığı budur. Ancak günümüzde kentli kadınlarda evlenme ve buna bağlı olarak gebe kalma yaşının kırsala oranla giderek daha da büyüdüğünü ve geciktiğini görüyoruz.
** Kadınları daha geç yaşlarda anne olmaya iten başlıca nedenler nelerdir sizce?
Kentli kadının idealize yaşantısı ve kaygıları bunun en temel faktörü diyebiliriz. Kadınlar iş hayatındaki aktif rollerinin artışıyla birlikte doğurganlıklarını erteleyebiliyorlar. Bunun yanı sıra tıptaki gelişmelere paralel olarak gebelik takibindeki gelişmelerin ileri yaş gebeliklerini teşvik eder bir hal almış olması da bu oranın artmasının nedenleri arasında gösterilebilir.
** Hocam, peki ileri yaş gebeliklerinin riskleri var mıdır, varsa bunlar nelerdir?
En başta şunun altını çizmek isterim ki biz hekimler, bayanlara uygun yaş aralığında evlenmeyi ve gebeliği geciktirmemeyi öneriyoruz. Çünkü bu tıbbi olarak da bazı sorunları beraberinde getirmektedir. Bu sorunlardan birisi de kadının yaş ile birlikte gebe kalma potansiyelinin düşecek olmasıdır. İleri yaşlarda normal yollarla anne olmak isteyip de anne olamayan kadınların, ortalama 35 yaş sonrasında yumurta sayılarının azalması, yahut kalitesinin bozulması sonucunda tüp bebekte de gebelik oranı düşebilmektedir.
Diğer bir önemli risk ise, kromozom anomalisi olan bir bebek dünyaya getirmektir. Bu durumda en sık karşılaşılan vaka, zeka geriliği ile birlikte bazı kalp ve organ anomalileri gösteren Down Sendromu’dur.
Tabi yaşın ilerlemesine bağlı olarak bazı hastalıkların anne adayında görülme sıklığında da artışlar olabiliyor. Çoğunlukla gebeliğe bağlı şeker ve hipertansif hastalıkların görülmesinin yanı sıra, düşük, dış gebelik, çoğul gebelik, erken doğum, gelişme geriliği ile de ileri yaş gebeliklerde sıklıkla karşılaşılabilmektedir.
** Anne adayımız sağlıklı bir gebelik dönemi geçirdi diyelim ve doğum anı geldi çattı. Malumunuz doğum süreci zor ve meşakkatli bir süreç. Bu sebeple anne adayımız normal doğumdan korkuyor ve hekiminden sezaryenle doğum talep ediyor. Bir hekim olarak bu durumu nasıl değerlendiriyorsunuz?
Evet, sizin de belirttiğiniz gibi doğum süreci zor ve meşakkatli bir süreç. Ancak aşılamaz engelleri olan bir süreç de değil. Öncelikle şunu belirtmek isterim ki gebelik sürecinde anne adayı ile hekimin ve ebenin çok iyi bir diyalog halinde olması gerekir. Hekimin ve ebenin iyi bir danışman olması, anne adayına yapması gerekenleri çok iyi anlatması ve tabi ki anne adayının da bunları harfiyen yerine getirmesi gerekir. Süreç bu şekilde yönetilirse eğer anne adayının korku ve kaygıları da daha azalacaktır.
Doğum sürecine gelindiğinde ise, fizyolojik olan doğal yola, normal doğum diyoruz. Eğer doğum süreci başladığında 4,5 kilogram üzerinde iri bir bebek değilse, annenin pelvis kanalı dar değilse, baş gelişi ise, bebeğin eşi veya kordonuna ait normal doğuma engel olacak bir problem ya da anneden bebeğe doğum kanalından geçebilecek bir enfeksiyon yoksa ve doğum esnasında bebeğin kalp atımlarında düşüş yaşanmıyorsa anne adayının doğum şekli normal doğum olmalıdır. Normal doğum fizyolojik olarak doğal bir süreçte gerçekleştiği için anne ve bebek sağlığı açısından birçok açıdan avantajlıdır. Ayrıca normal doğum, anneye gebelik sayısında sınır koymazken, sezaryende anne adayının gebelik sayısında sınır söz konusudur.
** Normal doğumun anne ve bebek sağlığı açısından birçok açıdan avantajlı olduğuna dikkat çektiniz. Bu konuda anne adaylarımıza özellikle neler söylemek istersiniz?
Dünyanın en paha biçilmez mutluluklarından birisi hiç şüphesiz ki bir annenin doğum sonrası kucağına verilen yavrusunu öpüp kokladığı o andır. Normal doğum bir kere size bu anı yaşatabiliyor diyerek sorunuzu yanıtlamaya başlamak istiyorum.
İlk olarak “bebeğin sağlığı açısından faydalarına” değinelim isterseniz;
Normal doğum yoluyla doğan bebeklerde solunuma bağlı problemler daha az oluşur. Bunun nedeni ise, bebek doğum esnasında doğum kanalından geçerken bir baskıya uğrar. Bu baskı da akciğerlerindeki amniyon suyunun atılmasını sağlar ve bu sayede bebekte görülmesi olası solunum riskleri azalır.
Normal doğum esnasında doğum kanalından geçerken bebek ağız yolu ile çeşitli bakterilere temas ederler. Birçok çalışma bu bakterilerin bebeğin bağışıklık sistemi üzerinde olumlu etkilere sahip olduğunu ortaya koymuştur.
Normal doğum ile dünyaya gelen bebekler anne memesini daha kolay bulabilirler.
Normal doğumun “annenin sağlığı açısından faydalarına” değinecek olursak;
Normal doğum sonrası anne daha kolay iyileşir ve normal gündelik yaşantısına daha hızlı geri döner.
Normal doğumlarda, doğum anında anne ölüm oranları daha düşük seviyede seyreder.
Normal yolla doğum yapan annelerin rahminde kesi ya da hasar meydana gelmediği için bir sonraki gebeliklerinde de normal doğum yapabilirler.
Normal doğumların ardından kanama ve enfeksiyon benzeri riskler daha az görülür.
Normal doğum sonrasında sezaryene oranla yok denecek kadar az ağrı yaşanır.
** Sağlıklı bir doğum süreci, sağlıklı bir anne ve bebeğin ardından, sağlığı daha sıkıntılı olan ve ağır risk gurupları içerisinde yer alan kadınlarımıza geçelim isterseniz. Meme ve Jinekolojik kanserler…
Evet… Bu konuda çok ciddi risk guruplarımız var ve bunların birçoğu kanser olduklarından bihaber yaşıyorlar. Doğal olarak teşhisin gecikmesi, tedavi sürecini de zora sokabiliyor.
** Ben de tam olarak bunu sormak istiyorum. Meme yahut jinekolojik kanserlerden herhangi birine sahip olmadan yahut ilk evredeyken nasıl haberdar olabiliriz?
Her kanser türü ayrı belirtiler verir ve ayrı bir seyir diline sahiptirler. Bu noktada yapılacak en etkili hareket rutin kontroller ile uzman bir hekime görünmektir. Bu rutin kontroller sayesinde şikâyete henüz yol açmamış, ilerlememiş, ancak varlığından söz edilen herhangi bir hastalığın tedavisine hemen başlanabilir. Yahut kişinin sağlığını tehlikeye sokan alışkanlık, yaşam tarzı ve risk faktörlerinin zamanında değiştirilmesi suretiyle, olası bir hastalığı engellemek için rutin kontroller büyük önem arz ederler diyebiliriz.
Modern tıp, kız çocuklarının 13-15 yaş arasında ilk muayenelerini bir kadın doğum uzmanına yaptırmalarını önerir bizlere. Erişkin kadınların ise senede 1 defa jinekolojik muayene ve ultrason, 2 senede 1 defa da mamografilerini aksatmadan düzenli olarak çektirmeleri gerekmektedir.
** Jinekolojik kanserler olarak bildiğimiz rahim, rahim ağzı ve yumurtalık kanserlerini burada biraz daha açalım istiyorum. Bu 3 kanser tipini bize anlayabileceğimiz şekilde nasıl anlatırsınız? Bu kanserler nasıl saptanır?
İsterseniz “rahim ağzı kanserlerinden” başlayalım.
Rahim ağzı kanseri, dünyada kadınlar arasında en sık görülen kanser türlerinden birisi diyebiliriz. En önemli nedeni Human Papilloma Virus, yani kısaca HPV. Çoğunlukla cinsel yolla bulaşan HPV, rahim ağzı kanserlerine de neden olan en önemli etkendir. Dünyada olduğu gibi ülkemizde de birçok kişi bu virüsü taşıyor, ama bunun fakında bile değil. Her yıl düzenli olarak yaptırılacak PapSmear Testi ve HPV DNA taraması ile rahim ağzı kanserleri henüz hücre değişimlerinin olduğu, kanser öncesi süreçte yakalanabiliyor. İlişki sonrası kanama, kötü kokulu akıntı rahim ağzı kanserinin belirtisi olabiliyor.
“Rahim kanserlerini” ele alacak olursak;
40-65 yaş aralığı rahim kanserlerinin daha fazla rastlandığı dönemdir. Obezite, erken yaşta adet olmaya başlayan ve adetleri geç yaşlara kadar (52 sonrası) devam eden kadınlar, meme kanseri olup tamoksifen kullanımı, doğum yapmamış ve infertil kadınlar, artan yaş, yüksek tansiyon ve şeker hastası kadınlar ile bazı kanser tiplerinin daha fazla görüldüğü kadınlar rahim kanseri açısından risk taşımaktadırlar. Kadınların adet kanamalarında oluşan düzensizlikler, özellikle menopoz döneminde meydana gelen kanamalar rahim kanseri veya kanser öncesi değişiklikler açısından önemli bir bulgu oluşturabilir. Tanı için en iyi yöntem, yıllık jinekolojik muayene ve ultrasonografik muayene iken, kanama ve kalınlık artışı gibi, kesin tanı gerektiren hdigererde bölgeden doku örneği alınır.
“Yumurtalık kanserleri” en sinsi kanser tiplerinden birisi
Kadınların karınlarının içerisinde, sağ ve sol tarafta olmak üzere toplam 2 adet yumurtalığı bulunur. Yumurtalık kanserinde, hücresel değişiklik aşamasında tanı koymak neredeyse mümkün değildir. Bu sebeple ön tanı için kanserin bir şekilde başlayıp, yumurtalıklar etrafında kendisini göstermeye başlaması gerekmektedir. Yumurtalık kanseri çok hızlı bir şekilde karın içine doğru yayılabilen bir kanser türü olduğu için, kanser yumurtalıkta sınırlı iken yakalanmalıdır. Erken evrede hastalığı yakalayabilmek için yapılabilecek en etkili yöntem, her yıl düzenli olarak yapılan ultrasonografik muayenedir. Karında yaygın şişkinlik, kitle hissedilmesi yumurtalık kanseri belirtisi olabilir. Bununla beraber yemekten sonra şişkinlik gibi mide bağırsak şikayetleri için dahiliye hekimine başvururken mutlaka kadın doğum hekimine de başvurulmalıdır.
** Ülkemizde kadınlar arasında en sık görülen kanser türlerinden olan ve kadınların korkulu rüyası haline gelen meme kanseri hakkında da sizden bilgi almak istiyorum. Hocam, meme kanserinin ülkemizdeki popülasyonu ve teşhisi hakkında bize kısaca neler söyleyebilirsiniz?
Evet, meme kanseri ülkemizde kadınlarda oldukça yaygın görülen bir kanser türü diyebiliriz. Tüm kanser türlerine bağlı ölümler arasında, ilk sırayı akciğer kanseri alırken, ikinci sırayı meme kanserleri alıyor. TÜİK (Türkiye İstatistik Kurumu) 2007 verilerine göre 70 milyonu aşan nüfusa sahip ülkemizde 100 bin kadından 22’si meme kanserine yakalanıyor. Meme kanserinden ölüm oranı bu verilerde 100 bin kadında yaklaşık 10 kişi olarak belirtiliyor.
Meme kanseri 50 yaş üstü kadınlarda daha yaygın olmakla beraber her yaş kadında da ortaya çıkabiliyor. Bu kanser tipi en sık kadınlarda görülüyor, ancak yüzde 1’den daha az oranla erkeklerde de rastlanabiliyor.
Kalıtsal (Hereditler) meme kanseri veya genetik bozukluklar nedeniyle oluşmuş meme kanserleri genç yaşlardaki kadınlarda daha sık görülüyor. Yaş, aile hikayesi, östrojen hormonu, menopoz sonrası hormon tedavisi, meme kanseri hikayesi, ışın tedavisi (radyoterapi), beslenme ve çevre faktörler ve genetik bozukluklar risk faktörleri olarak karşımıza çıkabiliyor.
Hastalığın ön tanısında kimi zaman el ile muayene etkili olabilirken, kesin tanı için 35 yaşını aşmış her kadına 2 yılda bir mamografi çektirmelerini öneriyoruz.
** Hocam, peki meme kanserinin gözle görülür, elle hissedilir belirtileri nelerdir?
Meme kanseri bazen sinsice seyredebiliyor olsa da, kişi eğer size sayacağım belirtilerden herhangi birisini dahi taşıyorsa, hiç vakit geçirmeden uzman bir hekime başvurmalıdır.
- Memede veya koltuk altında ele gelen kitle
- Meme başından akıntı
- Meme başında içe doğru çekilme, çökme veya şekil bozukluğu
- Meme başı derisinde değişiklikler
- Meme derisinde yara veya kızarıklık
- Meme derisinde ödem, şişkinlik ve içeri doğru çekintiler olması
- Memede büyüme, şekil bozukluğu veya asimetri
** Hocam, son olarak eklemek istedikleriniz var mı? Kadınlarımıza genel manada ne gibi uyarılarda bulunabilirsiniz?
Son sözü uyarı mahiyetinde vermeyeyim. Tüm kıymetli kadınlarımıza, şikayetleri olmasa dahi yılda bir kadın hastalıkları ve doğum hekimi olarak bizleri bir ziyaret etmelerini öneriyorum, temenni ediyorum.
** Yoğun çalışma temponuz içerisinde bize vakit ayırarak, göstermiş olduğunuz misafirperverliğiniz için size kendim ve okurlarımız adına teşekkürlerimi sunuyorum.
Benim için çok keyifli ve verimli bir röportaj oldu. Tüm okurlarımıza sevgi ve saygılarımı sunuyorum.