ÇANAKKALE'DEN ALDIĞIMIZ DERS
18 MART bize çok şeyler öğretti
18 MART bize çok şeyler öğretti.
Ne kadar Türk,
Ne kadar Müslüman,
Ne kadar insan olduğumuzu öğretti.
Çanakkale’nin bir destan olduğunu, destanların nasıl yazıldığını öğretti.
Çanakkale bize Türk’ün Türk’ten başka dostu olmadığını öğretti.
***
18 Mart 1915 tarihi Türk’ün yeniden var oluşu, yeniden dirilişidir. Bu tarih defnedilmek istenilen “Hasta Adam” olarak tabir edilen bir milletin yeniden can bulması, yeniden diriliş tarihidir.
İngiltere Başbakanı Winston Churchill kendisine yöneltilen “Çanakkale’yi geçebilecek misiniz?” sorusuna verdiği cevapta…
“Beş dakikada Çanakkale’yi geçer, beş çayını da İstanbul’da içeriz” diyerek Türk milletinin o tarihteki güç ve kuvvetinin ne kadar zayıf olduğunu gözler önüne sermektedir.
Çanakkale elinde tüfeği, tüfeğinde mermisi olmayan, ancak yüreğinde vatan ve millet sevgisi yanan bir neslin yedi düvele verdiği insanlık dersidir. Bu derste insanlık adına, hürriyet adına, demokrasi adına mangalda kül bırakmayan Avrupalıların ders alması gerekir ama onların çıkarları bütün değerlerin üzerinde olduğundan böyle bir olguyu göremezler.
Çünkü onlar insanlıktan, hak ve hukuktan bihaberdirler.
Onlar sadece istila eder, işgal ederler.
Demokrasi götürüyoruz palavraları ile bütün haklara tecavüz ederler.
***
Avrupalıyı böyle özetledikten sonra gelelim Müslüman ülkelerine.
Arapların bizleri arkamızdan vurmasını bir tarafa bırakırsak onları en iyi Ömer Hayyam tarif etmektedir. Ömer hayam bir rubaisinde der ki!...
Bir elde kadeh, bir elde Kur’an
Bir işimiz helal, bir işimiz haram.
Şu yarım yamalak dünyada
Ne tam kâfiriz ne tam Müslüman.
Bu tanımdan sonra dönüp de İslam ülkelerine bakalım. Bakalım hele kaç ülke kendi ayakları üzerinde insan gibi yaşamasını biliyor?
Hiç bakmayın göremezsiniz.
Hepsi biri birini boğazlamakla meşgul,
Tetiği çekende “Allahuekber” diyor, mermiyi yiyende.
Öldürende “Allahuekber” diyor ölende.
Köle ruhlu toplumlardır bunlar.
Ayaklarının üzerinde duramazlar. İlle ki birilerinin boyunduruğu altında yaşamaya alışkındırlar.
Bunların akılları fikirleri uçkurlarındadır.
Saddam’a tapan Irak halkı Amerika’nın attığı kementle Saddam’ın heykelini yıktıklarında Iraklıların attıkları sevinç çığlıkları o toplumun ne kadar dengesiz, ne kadar cahil ve ne kadar kör olduklarını göstermiyor muydu?...
Bu sadece bir örnektir.
Suriye’ye baktığımızda herkes Suriye’yi konuşuyor. Herkes Suriye’nin bütünlüğünden yana, herkes Suriye’nin yanında…
Ben bunu neye benzetiyorum biliyor musunuz?..
İnsanların bir cenazenin tabutu altına girmesindeki yarışa..
İşte bizim bu yüzden aklımızı başıma devşirmemiz, Allah korusun böyle bir hale gelmememiz gerekiyor.
Çünkü bu yanardöner coğrafyada düşenin dostu yoktur.
Parçalanmakta olan bir vatanın bütünleştirilmesi zor olur.
Özet olarak diyebiliriz ki tarihlerinde Atatürk gibi bir liderleri olmayan cumhuriyet’e düşman, demokrasiden haz almayan aklı fikri uçkurda ve çıkarlarında olan toplumların kendi hürriyetlerini yaşamaları asla mümkün değildir.
Onlar kula kul olmaktan hoşlanırlar. Bu yüzden Atatürk’ten ve onun kurduğu Türkiye Cumhuriyetinden haz almazlar.
Cumhuriyet rejimi ve demokrasi onların kölelik ruhunun önüne geçmeye yeterli değildir.
***
Gelelim 18 Mart’a…
Yazımızın girişinde de değindiğimiz gibi 18 Mart sadece vatanımızın kurtuluşu ile sınırlı değildir. 18 Mart aynı zamanda arımızın, namusumuzun, gönderde dalgalanan bayrağımızın, minarelerde okuduğumuz ezanların kurtuluşudur.
Eğer ki 18 Martta Çanakkale geçilseydi bu gün bayrak olmazdı gönderde, çanlar çalardı minarede, Ayşe’nin adı Suzi, Hasan’ın adı Hans olurdu.
Ne hürriyet ne istiklal olurdu.
Bize hürriyet ve istiklalimizi sağlayan o büyük lider Ulu Önder Mustafa Kemal Atatürk ve silah arkadaşlarının “Ben sizlere ölmeyi emrediyorum” emrine tereddütsüz itaat eden kınalı kuzuların ruhları şad, mekânları cennet olsun.
Onlara minnettarız.
Onları unutmamamız, o ruhu yaşamamız bu duygularla sözde değil özde “Ne Mutlu Türk’üm Diyene…” dememiz gerekiyor. Dağlarda taşlarda bu ifadeyi silmemiz değil yeniden yazmamız ve yazdırmamız gerekiyor.
Çünkü istiklal ve hürriyetimizin reçetesi bu sözün özündedir.