YENİ VE ESKİYE DAİR...
Yeni daima caziptir
Yeni daima caziptir...
Yeni merak uyandırır...
Yeninin zihinlerde oluşturduğu beklenti buluşma anında ya hayal kırıklığı yaratır yada açılan kredi ile birlikte çıkılacak bir yolculuğun başlangıcı olur.
Yol arkadaşlığı emek ister, sabır ister..
Bu satırlarla bu sütunda yeni bir başlangıç yapıyorum. Başlangıç satırları zordur. Yeni gazetemin okurları ile yeni bir yolculuğa çıkmanın heyecanını yaşıyorum. Esirgeyen ve bağışlayan yüce Mevla utandırmasın.
Mert, cömert, dürüst, yiğit, çalışkan, alçak gönüllü, misafirperver, vatanperver insanların şehrine Merhaba...
2006 Yılında Elazığ'da çektiğim televizyon programı sırasında görüp hayran kaldığım Mavi Bayraklı Hazar Gölü'nü, Harput'u, kana kana içtiğim Karaçalı Suyu'nu hatırlıyorum. Elazığ'ı bir kaç cümle ile anlatmak elbette mümkün değil. Bu kentin benim zihnimde çağrıştırdığı pek çok şey var. Elbette kavurmacılarda yediğim kavurmanın tadı da var...
Henüz ilkokul çağında Elazığ'ın şirin ilçesi Palu'da yaşayan rahmetli dedemi ziyaret etmek için annemle yolculuğa çıkacağımızı öğrendiğimde trenle yapılacak seyahatin beni ne kadar çok heyecanlandırdığını hatırlıyorum. Elazığ'da ilk yazı da beni yine öyle heyecanlandırdı ve o günlere götürdü.
'Tren yolculuğu mu?' deyip burun kıvıranları elbette anlıyorum. Bu satırları elimdeki akıllı telefonla 10 bin metre yükseklikte uçak seyahati yaparken yazdığım düşünülürse, 80'li yılların tren yolculuğunun bu çağı yaşayanlar için cazibesi ne olabilir ki?
Beğenmenin, sevinmenin, hüzünlenmenin bir tuşa basmak olmadığı yıllardı. Henüz büyümemiş bir çocuğun kirlenmemiş dünyasında trene binmenin anlamı çok büyüktü. O yıllarda tren, küçük bir çocuğun dünyasında haydigerere yolculuk yapılacak bir araçtı. Bir birini kovalarcasına raylar üzerinde süzülen katarın içinde yolculuk oldukça eğlenceli ve heyecanlıydı.
Adeta bir inci gerdanlık gibi kıvrıla kıvrıla diyardan diyara geçen Murat Nehri'nin etrafında uzayıp giden yeşil dünya insanın başını döndürüyordu. Kompartımanda aşağı doğru açılan pencerenin hemen altında öne doğru açılan masada diğer yolcularla yemeğimizi paylaştığımızı hatırlıyorum.
'Paylaşmak' önemli bir değerdi. Bugün aynı apartmanda kapı komşumuza selamı bile esirgiyoruz...
Bir kentten bir başka kente uçarken bugünün çocukları ellerindeki tablet ile ya oyun oynayarak yada film izleyerek vakit geçiriyorlar. Bizim çocukluğumuzda hayata dokunmadan tabletlere dokunarak yaşanan sanal bir dünya yoktu. Her şey gerçekti ve bir o kadar da doğaldı. Vagonun koridorunda camı açıp hafifçe başımı dışarıya uzattığımda rüzgarın yüzümü yalamasını hissetmek bambaşka bir duyguydu.
Bazen uçsuz bucaksız gibi görünen henüz başağa durmamış tarlalarının içinden geçerken bir anda aşağıya zıplayıp kollarımı iki yana açarak koşmak ve dokunmak istediğimi hatırlıyorum yem yeşil sapa kalkmamış buğday denizine..
Tabletlerdeki sanal tarlalar, çiftlikler gibi değil, gerçek bir dünyaydı benimkisi...
Palu'da rahmetli dedemin Murat kıyısına yakın meyve bahçeli küçük evine vardığımızda bu kez de kıyıya koşmak istediğimi hatırlıyorum. Çakıl taşlarının üzerinde yürüyerek Murat'a ulaşmak zor olmuştu ama değmişti.
Annemle birlikte o küçük bahçeli evde kaldığımız günler rüya gibiydi. Küçük armutları ddigerarından koparıp oracıkta yemek ayrı bir lezzetti. Ve elbette onlardaki lezzeti bugün bulmanın pek mümkün olmadığını da biliyorum.
Bu eşsiz vatanın en eşsiz şehirlerinden biri Elazığ...
Geçmişten bu güne onu eşsiz kılan aziz insanların hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Yaşadığımız coğrafyada oluk gibi akan kanı ve vahşeti düşünüp, bir kez daha aziz insanların ismini verdiği El'aziz gibi medeniyetimizin gurur kaynağı şehirler bırakanları rahmetle yad ediyorum.
Ve Bismillah...
Yeni merak uyandırır...
Yeninin zihinlerde oluşturduğu beklenti buluşma anında ya hayal kırıklığı yaratır yada açılan kredi ile birlikte çıkılacak bir yolculuğun başlangıcı olur.
Yol arkadaşlığı emek ister, sabır ister..
Bu satırlarla bu sütunda yeni bir başlangıç yapıyorum. Başlangıç satırları zordur. Yeni gazetemin okurları ile yeni bir yolculuğa çıkmanın heyecanını yaşıyorum. Esirgeyen ve bağışlayan yüce Mevla utandırmasın.
Mert, cömert, dürüst, yiğit, çalışkan, alçak gönüllü, misafirperver, vatanperver insanların şehrine Merhaba...
2006 Yılında Elazığ'da çektiğim televizyon programı sırasında görüp hayran kaldığım Mavi Bayraklı Hazar Gölü'nü, Harput'u, kana kana içtiğim Karaçalı Suyu'nu hatırlıyorum. Elazığ'ı bir kaç cümle ile anlatmak elbette mümkün değil. Bu kentin benim zihnimde çağrıştırdığı pek çok şey var. Elbette kavurmacılarda yediğim kavurmanın tadı da var...
Henüz ilkokul çağında Elazığ'ın şirin ilçesi Palu'da yaşayan rahmetli dedemi ziyaret etmek için annemle yolculuğa çıkacağımızı öğrendiğimde trenle yapılacak seyahatin beni ne kadar çok heyecanlandırdığını hatırlıyorum. Elazığ'da ilk yazı da beni yine öyle heyecanlandırdı ve o günlere götürdü.
'Tren yolculuğu mu?' deyip burun kıvıranları elbette anlıyorum. Bu satırları elimdeki akıllı telefonla 10 bin metre yükseklikte uçak seyahati yaparken yazdığım düşünülürse, 80'li yılların tren yolculuğunun bu çağı yaşayanlar için cazibesi ne olabilir ki?
Beğenmenin, sevinmenin, hüzünlenmenin bir tuşa basmak olmadığı yıllardı. Henüz büyümemiş bir çocuğun kirlenmemiş dünyasında trene binmenin anlamı çok büyüktü. O yıllarda tren, küçük bir çocuğun dünyasında haydigerere yolculuk yapılacak bir araçtı. Bir birini kovalarcasına raylar üzerinde süzülen katarın içinde yolculuk oldukça eğlenceli ve heyecanlıydı.
Adeta bir inci gerdanlık gibi kıvrıla kıvrıla diyardan diyara geçen Murat Nehri'nin etrafında uzayıp giden yeşil dünya insanın başını döndürüyordu. Kompartımanda aşağı doğru açılan pencerenin hemen altında öne doğru açılan masada diğer yolcularla yemeğimizi paylaştığımızı hatırlıyorum.
'Paylaşmak' önemli bir değerdi. Bugün aynı apartmanda kapı komşumuza selamı bile esirgiyoruz...
Bir kentten bir başka kente uçarken bugünün çocukları ellerindeki tablet ile ya oyun oynayarak yada film izleyerek vakit geçiriyorlar. Bizim çocukluğumuzda hayata dokunmadan tabletlere dokunarak yaşanan sanal bir dünya yoktu. Her şey gerçekti ve bir o kadar da doğaldı. Vagonun koridorunda camı açıp hafifçe başımı dışarıya uzattığımda rüzgarın yüzümü yalamasını hissetmek bambaşka bir duyguydu.
Bazen uçsuz bucaksız gibi görünen henüz başağa durmamış tarlalarının içinden geçerken bir anda aşağıya zıplayıp kollarımı iki yana açarak koşmak ve dokunmak istediğimi hatırlıyorum yem yeşil sapa kalkmamış buğday denizine..
Tabletlerdeki sanal tarlalar, çiftlikler gibi değil, gerçek bir dünyaydı benimkisi...
Palu'da rahmetli dedemin Murat kıyısına yakın meyve bahçeli küçük evine vardığımızda bu kez de kıyıya koşmak istediğimi hatırlıyorum. Çakıl taşlarının üzerinde yürüyerek Murat'a ulaşmak zor olmuştu ama değmişti.
Annemle birlikte o küçük bahçeli evde kaldığımız günler rüya gibiydi. Küçük armutları ddigerarından koparıp oracıkta yemek ayrı bir lezzetti. Ve elbette onlardaki lezzeti bugün bulmanın pek mümkün olmadığını da biliyorum.
Bu eşsiz vatanın en eşsiz şehirlerinden biri Elazığ...
Geçmişten bu güne onu eşsiz kılan aziz insanların hatırası önünde saygıyla eğiliyorum. Yaşadığımız coğrafyada oluk gibi akan kanı ve vahşeti düşünüp, bir kez daha aziz insanların ismini verdiği El'aziz gibi medeniyetimizin gurur kaynağı şehirler bırakanları rahmetle yad ediyorum.
Ve Bismillah...