VATANDAŞLIK İMTİHANIMIZ
İmparatorluk serüveni yaşayan bir millet olarak neden güçlü bir devletin koruyuculuğuna ihtiyaç duyarız acaba?
Özellikle II
İmparatorluk serüveni yaşayan bir millet olarak neden güçlü bir devletin koruyuculuğuna ihtiyaç duyarız acaba?
Özellikle II. Dünya savaşından sonra başlayan soğuk savaş dönemiyle birlikte iki kutuplu hale gelen dünyada uluslar güç dengelerinde kendi çıkarlarına uygun olan tarafı seçmek zorunda kalmıştı. O günkü adıyla Sovyetler Birliği yani Rusya tarafında olan Varşova Paktı üyesi devletler, diğer tarafta ise kapitalist Batı dünyasını temsilen ABD tarafında olan ve Türkiye'nin de içinde olduğu NATO üyesi ülkeler. Konjonktürel olarak devletlerin buna mecbur kaldığını söyleyebiliriz.
İkinci Dünya savaşından sonra ABD'nin siyasal alandaki Truman Doktrini'nin ekonomik uzantısı, Marshdiger Yardımı adı altında Sovyetler Birliği'ne karşı Batı ve Orta Avrupa ile birlikte Türkiye'yi de kapsayarak bu bölgeleri küresel bir sömürge imparatorluğu haline dönüştürmeyi başardı.
1990 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte sadece ABD'nin kontrolüne giren dünya uzun süre bu küresel gücün etki alanına hapsolup kaldı. Önemli stratejik noktalarda askeri gücünü konuşlandıran, uçak gemileriyle denizler, okyanuslar aşarak psikolojik harp yöntemlerini kullanarak egemenlik alanını genişletme fırsatını en iyi şekilde değerlendirdi.
Ortadoğu'ya demokrasi getirme vaadiyle Müslüman dünyasında içimizden zayıf kişilikli, egoları tatmine muhtaç, dikkat çekme arzusunda olan, inanç bağlamında uyduruk fıkıh anlayışları etrafında şekillenen zihinlerini zehirleyip kutsal kitabımız Kur'an'da 'Kim bir mü'mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir' (Nisa 4/92) ayetini çok iyi bilmelerine rağmen ne yazık ki Ortadoğu'da oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor. Kim bilir İmam-ı Azam bu günleri görseydi belki de her anını tövbe ederek geçirirdi!
Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda Türkiye'yi ABD ve Batı eksenine kaydıranlar öylesine bir mahkûmiyet hissi yaratmışlardı ki şu an milli diyebileceğimiz doğru dürüst tek bir yerli sanayi ürünümüzün ne yazık ki olmadığını söylemek doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin son yıllarda ekonomik bağımsızlığını kazanmak için büyük bir mücadele verdiğine millet olarak şahitlik ediyoruz. Özellikle savunma teknolojileri alanında çok önemli çalışmalar yapılıyor. Bu alanda artık ithal eden bir ülke konumundan ihraç eden bir ülke konumuna gelinmiştir.
Aynı şekilde politik manada da Türkiye yirmi birinci yüzyıla kadar içine kapatılmış ve küresel ölçekte çıkarlarını göz ardı etmiştir. Bugün artık bu düşünce çöpe atılmış ve yeni refleksler geliştirilerek aktif bir dış politika programı benimsenerek sadece kendi çıkarlarımızı değil bütün Müslüman dünyasının çıkarlarını gözetecek bir paradigmaya taşınmıştır. Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra ilk kez Türk ordusu kendi sınırları dışında başka bir ülkenin topraklarına girmiştir.Daha açık bir ifadeyle kendine güvenen, küresel bir güç ve aktör olduğuna inanan, bu düşünceyi de bütün dünyaya ilan eden bir Türkiye var artık.
Nerden nereye gelmişiz! IMF'ye en borçlu ülke iken IMF'yi finanse eden bir Türkiye'ye!
Bugün bu gelişmeleri görmek istemeyen ne yazık ki duyuları körleşmiş büyük bir kitle var. Önyargılarından kurtulamayan bireylerin ideolojik körlük yaklaşımlarında boğulduklarını üzülerek izliyoruz. Birey, zihinsel olarak ideolojik körlükten kendisini arındıramazsa Türkiye orta vadede büyük ölçekli bir güç olma yolunda epey enerji tüketecektir. İdeolojilere ve sapkın inanç anlayışlarına saplanıp kalmış birey, terörize olmuş bir zihinle bireysel cinnetini sosyal hayatın merkezine taşımışsa Türkiye öncelikli olarak bu sorununu çözmek zorundadır.
Devlet arzu ettiği vatandaş modeline uygun bireyler yetiştirirken bu sürecin içerisinde yer alan araçlar ne yazık ki arızalı ve defolu çıktı. Eğitim, sağlık, güvenlik başta olmak bütün kurumların işleyişini sağlayanlar, devletin yasalarla belirlemiş olduğu resmi ölçülerin dışına çıkarak daha çok Ortadoğu devletlerinde gördüğümüz kabile devlet anlayışlarına benzer çıkar grupları etrafında birleşen ekseriyetle İslam'ı referans alarak(!) orta ve büyük ölçekli siyasal ve sosyal topluluklar haline dönüşerek demokratik yollarla iktidara gelenler üzerinde bir güç unsuru oldular.
Devlet ve millet ancak sorumlu bir birey ile huzur ve refaha kavuşabilir. Devletin güvenliğini, zenginleşmesini ve kalkınmasını kendi güvenliği ve kalkınması ile eşdeğer gören bir vatandaş modeli devletin olmazsa olmazıdır. Hukuk devletinde sadakat bir vatandaşın devlete karşı en büyük sorumluluğudur. Devletin uyguladığı eğitim politikaları sorumlu vatandaş ya da sorunlu vatandaş modeli üzerinde belirleyicidir.
Eğitim politikalarında zihniyet değişikliği yapılamadığı sürece ne arzu edilen hukuk devleti ne de iyi bir vatandaş olunabilir. Önümüzdeki yüzyıl eğitime doğru yatırım yapan milletlerin olacaktır. Türkiye başka bir devletin ya da uluslar arası bir gücün himayesinde olmadan yoluna devam etmek zorundadır. Bunun için fikren ve ruhen sağlıklı bireylerin yetişmesini sağlayacak eğitim politikalarını gözden geçirmelidir.
Büyük devlet olabilmek için kendisiyle ve ülkesiyle barışık bireylere ihtiyaç vardır. Unutmayınız ki ülke sorumluluk bilinci taşıyan vatandaşların omuzlarında yükselir.
Kalın sağlıcakla.
Özellikle II. Dünya savaşından sonra başlayan soğuk savaş dönemiyle birlikte iki kutuplu hale gelen dünyada uluslar güç dengelerinde kendi çıkarlarına uygun olan tarafı seçmek zorunda kalmıştı. O günkü adıyla Sovyetler Birliği yani Rusya tarafında olan Varşova Paktı üyesi devletler, diğer tarafta ise kapitalist Batı dünyasını temsilen ABD tarafında olan ve Türkiye'nin de içinde olduğu NATO üyesi ülkeler. Konjonktürel olarak devletlerin buna mecbur kaldığını söyleyebiliriz.
İkinci Dünya savaşından sonra ABD'nin siyasal alandaki Truman Doktrini'nin ekonomik uzantısı, Marshdiger Yardımı adı altında Sovyetler Birliği'ne karşı Batı ve Orta Avrupa ile birlikte Türkiye'yi de kapsayarak bu bölgeleri küresel bir sömürge imparatorluğu haline dönüştürmeyi başardı.
1990 yılında Sovyetler Birliğinin dağılması ile birlikte sadece ABD'nin kontrolüne giren dünya uzun süre bu küresel gücün etki alanına hapsolup kaldı. Önemli stratejik noktalarda askeri gücünü konuşlandıran, uçak gemileriyle denizler, okyanuslar aşarak psikolojik harp yöntemlerini kullanarak egemenlik alanını genişletme fırsatını en iyi şekilde değerlendirdi.
Ortadoğu'ya demokrasi getirme vaadiyle Müslüman dünyasında içimizden zayıf kişilikli, egoları tatmine muhtaç, dikkat çekme arzusunda olan, inanç bağlamında uyduruk fıkıh anlayışları etrafında şekillenen zihinlerini zehirleyip kutsal kitabımız Kur'an'da 'Kim bir mü'mini kasten öldürürse, cezası, içinde ebediyen kalacağı cehennemdir' (Nisa 4/92) ayetini çok iyi bilmelerine rağmen ne yazık ki Ortadoğu'da oluk oluk Müslüman kanı akıtılıyor. Kim bilir İmam-ı Azam bu günleri görseydi belki de her anını tövbe ederek geçirirdi!
Bugün geldiğimiz noktaya baktığımızda Türkiye'yi ABD ve Batı eksenine kaydıranlar öylesine bir mahkûmiyet hissi yaratmışlardı ki şu an milli diyebileceğimiz doğru dürüst tek bir yerli sanayi ürünümüzün ne yazık ki olmadığını söylemek doğru bir yaklaşım olarak değerlendirilebilir. Türkiye'nin son yıllarda ekonomik bağımsızlığını kazanmak için büyük bir mücadele verdiğine millet olarak şahitlik ediyoruz. Özellikle savunma teknolojileri alanında çok önemli çalışmalar yapılıyor. Bu alanda artık ithal eden bir ülke konumundan ihraç eden bir ülke konumuna gelinmiştir.
Aynı şekilde politik manada da Türkiye yirmi birinci yüzyıla kadar içine kapatılmış ve küresel ölçekte çıkarlarını göz ardı etmiştir. Bugün artık bu düşünce çöpe atılmış ve yeni refleksler geliştirilerek aktif bir dış politika programı benimsenerek sadece kendi çıkarlarımızı değil bütün Müslüman dünyasının çıkarlarını gözetecek bir paradigmaya taşınmıştır. Kıbrıs Barış Harekatı'ndan sonra ilk kez Türk ordusu kendi sınırları dışında başka bir ülkenin topraklarına girmiştir.Daha açık bir ifadeyle kendine güvenen, küresel bir güç ve aktör olduğuna inanan, bu düşünceyi de bütün dünyaya ilan eden bir Türkiye var artık.
Nerden nereye gelmişiz! IMF'ye en borçlu ülke iken IMF'yi finanse eden bir Türkiye'ye!
Bugün bu gelişmeleri görmek istemeyen ne yazık ki duyuları körleşmiş büyük bir kitle var. Önyargılarından kurtulamayan bireylerin ideolojik körlük yaklaşımlarında boğulduklarını üzülerek izliyoruz. Birey, zihinsel olarak ideolojik körlükten kendisini arındıramazsa Türkiye orta vadede büyük ölçekli bir güç olma yolunda epey enerji tüketecektir. İdeolojilere ve sapkın inanç anlayışlarına saplanıp kalmış birey, terörize olmuş bir zihinle bireysel cinnetini sosyal hayatın merkezine taşımışsa Türkiye öncelikli olarak bu sorununu çözmek zorundadır.
Devlet arzu ettiği vatandaş modeline uygun bireyler yetiştirirken bu sürecin içerisinde yer alan araçlar ne yazık ki arızalı ve defolu çıktı. Eğitim, sağlık, güvenlik başta olmak bütün kurumların işleyişini sağlayanlar, devletin yasalarla belirlemiş olduğu resmi ölçülerin dışına çıkarak daha çok Ortadoğu devletlerinde gördüğümüz kabile devlet anlayışlarına benzer çıkar grupları etrafında birleşen ekseriyetle İslam'ı referans alarak(!) orta ve büyük ölçekli siyasal ve sosyal topluluklar haline dönüşerek demokratik yollarla iktidara gelenler üzerinde bir güç unsuru oldular.
Devlet ve millet ancak sorumlu bir birey ile huzur ve refaha kavuşabilir. Devletin güvenliğini, zenginleşmesini ve kalkınmasını kendi güvenliği ve kalkınması ile eşdeğer gören bir vatandaş modeli devletin olmazsa olmazıdır. Hukuk devletinde sadakat bir vatandaşın devlete karşı en büyük sorumluluğudur. Devletin uyguladığı eğitim politikaları sorumlu vatandaş ya da sorunlu vatandaş modeli üzerinde belirleyicidir.
Eğitim politikalarında zihniyet değişikliği yapılamadığı sürece ne arzu edilen hukuk devleti ne de iyi bir vatandaş olunabilir. Önümüzdeki yüzyıl eğitime doğru yatırım yapan milletlerin olacaktır. Türkiye başka bir devletin ya da uluslar arası bir gücün himayesinde olmadan yoluna devam etmek zorundadır. Bunun için fikren ve ruhen sağlıklı bireylerin yetişmesini sağlayacak eğitim politikalarını gözden geçirmelidir.
Büyük devlet olabilmek için kendisiyle ve ülkesiyle barışık bireylere ihtiyaç vardır. Unutmayınız ki ülke sorumluluk bilinci taşıyan vatandaşların omuzlarında yükselir.
Kalın sağlıcakla.