Takım Ruhu ve Heyecanı
Fenerbahçe'nin sürpriz bir şekilde Galatasaray'a kendi saha ve seyircisi önünde 3-1 gibi ezici bir skorla yenilmesi teknik direktör Mourinho'yu hedef haline getirdi.
Takım oyunlarında kural budur. Takım ne kadar başarısız olursa olsun, ne kadar gol kaçırırsa kaçırsın, hatta kazanabilecek bir maçı kaybederse kaybetsin, günün sonunda tüm eleştiriler teknik direktörü bulur ve bedelini de teknik direktörün ödemesi istenir. Ya istifa eder ya da ciddi bir eleştiri bombardımanına tabi tutulur, refüze olur ve yıpranır.
Özellikle birçok birim ve hizmetlerin de bünyesinde bulunduğu özel ve kamu kuruluşlarında da durum böyledir. Sıradan bir personelin hatası, yanlışı, kusuru ya da herhangi bir beyanı direk o kurumun tepe yöneticisini bağlar ve hesabı ondan sorular.
Takım oyunu gibi takım çalışması başarıyı getirebileceği gibi başarısızlığı da getirir. Özel sektör bu konuda daha hassas olur ve kendilerine sıkıntı getiren ve sıkça şikâyet aldıkları bir takımdaşların ya işini sonlandırır ya da geri hizmete alır.
Günümüzde birçok kamu kurum ve kuruluşunda ne yazık ki takım ruhu kalmadığı gibi başarı hikâyesi yazacak heyecan da kalmamış. İl Müdürlükleri, siyasilerin tavassutlarıyla göreve gelmiş, yeteneksiz, ufuksuz ve vizyonsuz personelle doldurulmuş.
Hiçbirinde takım ve başarıya ulaşma heyecanı yok. İşin garip tarafı başarısızlığı gördüğü halde bunlarla ilgili bir değişim tasarrufu ortaya koyacak bir irade de yok.
Saldım bayıra Mevlam kayıra politikası ile her şey el yordamı ve büyük yanlışlarla yürüyor ve bunun faturası da ya tepe yöneticilere ya da siyasilere çıkıyor.
Özel sektörün personel ve idareci konusundaki hassasiyeti, seçkinciliği ve başarıya odaklı anlayışı kamuda uygulanmadığı ya da kamu yöneticileri ve siyasiler bu konuda hatır gönül ve “bizim adamımız” fikri sabitesinden uzaklaşmayınca, bizler de bu kaderi yaşayacağız ve sorunlarla boğuşmaya devam edeceğiz. Demek ki kaderimiz ve kederimiz de böyle yazılmış.