ŞU KÖR OLASICA SÜREÇ
Eskiden 'öğrenme süreci' derdik, 'Eğitim Süreci' derdik, ' vetire' derdik, ' halden hale geçerek ortaya çıkan şey' derdi
Eskiden 'öğrenme süreci' derdik, 'Eğitim Süreci' derdik, ' vetire' derdik, ' halden hale geçerek ortaya çıkan şey' derdik.
Sonradan bu sözlük, çok mu çok önemsenerek gelip politikaya da girdi.
Büyüklerimizin, ülkeyi çok mu çok sevenlerimizin dilinde giderek daha da kutsanacak bir deyim haline geldi. Az değil üçbuçuk yıllık bir süre politik yaşamımızı da öylesine sarmalamaya başladı. Bu yüzden neredeyse sıfırlanmış bulunan terör olayı büyüdükçe büyüdü, geliştikçe gelişti, yetmedi bir de dağdakiler kentlere inerek uygun kent köşelerinde kendilerince otağ kurmaya başladılar. Tüneller açıldı, havuzlar yaratıldı, buralar patlayıcılarla, ağır silahlarla dolduruldukça dolduruldu. Yetmedi bir de polise, askere 'sakın dokunmayın, üzerine gitmeyin, bütün bunları görmemezlikten gelin' gibi buyruklarda verildi. Yetmedi bir de akli dengesi yerinde akil insanlar seçildi ve ta o diyarlara kadar gidip vatandaşa sürecin ne menem bir oluşum olduğu anlatılmaya çalışıldı.
Sonra sonra.. Bütün bunlardan yüz bulan terör, bu defa kara yüzünü daha da göstermeye başladı. Artık dağlar kadar, kentler de onların eli altında, ayağı altındaydı. Çekinecekleri, korkacakları bir güç de yoktu karşılarında. Yeterince de şımarmışlardı. Siz onu, o süreci buzdolabına da alsanız, artık tez beri önüne geçmez, tez beri yok da edemezsiniz.
Ülkenin güneydoğusu ile doğusu bunların egemenliği altına girmişti. Üstelik parlamentoda kendilerini sürekli destekleyen, kollamaya çalışan yandaşlar da vardı. Özetle: Türkiye kötü bir kıskacın etkisi altına girmişti.
Oysa yurdun her köşesi hiçbir zaman bu tür şer güçlerin eline bırakılmamıştı. Biz, ta 1957'lerden bu yana o diyarları, o Cizre'leri, Nusaybin'leri, İdil'leri, Kızıltepe'leri, Midyat'ları, Gercüş'leri, Mazıdağ'ları, Derik'leri, Hasankeyf'leri, Dargeçit'leri tanırdık. Aşiret reisi bir Ahmet Türk, o dönemlerde de bir suçtan dolayı hapisteydi. İlk seçimde CHP'den milletvekili olup hapisten hemen TBMM'ye gitmişti. Belli ki tohumlar daha o dönemlerde atılıyor, Atatürk döneminde köşelerine çekilen aşiret reisleri yeniden harekete geçiyor; Sedat Bucak gibi daha niceleri meclise gireceklerdi.
Bütün bu olup bitenlerin arkasında o bildiğimiz batı ülkeleri, emperyalistler vardı. onlar, hemen her dönemde sömürmesini bilir, öncelikle de Ortadoğu ya girerek bilinen sömürü düzenini bir güzelce sürdürürlerdi.
Gelin birlikte öncelikle komşumuz bulunan ülkelere bir göz atalım.
Irak, 1993'lerden beri işgal altında.
Ötede Yemen, Mısır ve Kaddafi'nin o güçlü Libya'sı bir bir eriyip gittiler.
Yakın sınır komşumuz Suriye yıllardır çetince bir savaş veriyor. Ülkede birçok güçler biri biriyle savaşıyorlar. Bize sığınan Suriyelilerin sayısı üç milyonu geçmiş durumda yüzbine yakın Suriye'li de sınırımıza yakın dokuz ayrı kampta barınmakta ve bütün gereksinimleri Türkiye tarafından karşılanmaktadır. Başkan Hafız Esat da hala yerinde ve başta Rusya olmak üzere dostumuz Amerika ve birçok devletler tarafından desteklenmektedir. Ayrıca terör örgütü olarak kabul ettiğimiz bir örgüt de bu ülkeler tarafından terörist olarak kabul edilmemektedir. Cizre, İdil, Nusaybin ve Diyarbakır'da başlatılan teröristlerle savaşın da devam etmektedir. Bu bir iç savaş olarak görülmekte ve ülkemizin parçalanmasını hedeflemektedir. Yetmiş yıla yakın bir zamandan beri dostluğumuz süren Rusya'yı da karşımıza almış durumdayız. Evet doğu komşumuz İran ile de aramız pek iyi değil. Türkiye hızla bir yalnızlığa doğru sürükleniyor. Birçok yerlerde okullar kapalı durumda. Öğretmenlerin can güvenliği de yeterli derecede sağlanamıyor. Öncelikle de bunun zararını Doğudaki vatandaşlarımız ve çocukları çekiyorlar. Camiler, okullar başta olmak üzere birçok işyeri bombalanıp tahrip oluyor. Türkiye, kurtuluş savaşında bile böyle bir durumla karşı karşıya gelmemişti.
Bu durumda işler daha da kötüleşiyor, Suriyeli sığınmacıların sayısı da gün geçtikçe artıyor. Kendi yoksulumuzu, kendi işsizimizi, kendi dar gelirlimizi yeterince doyuramazken bu kadar sığınmacıyı nasıl ve ne şekilde doyurmaya çalışabileceğiz.
Kısacası ülkemiz zor günler geçiriyor.
Üstüne üstlük bir de politikadaki açmazlar bizi daha çok düşündürüyor. Oysa her şeyden önce birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var.
Nerede eskiden beri söylemekte olduğumuz 'Yurtta sulh, cihanda sulh' herhalde bundan böyle yeni parolamız yurtta sus, dünyada sus olacaktır.
Sonradan bu sözlük, çok mu çok önemsenerek gelip politikaya da girdi.
Büyüklerimizin, ülkeyi çok mu çok sevenlerimizin dilinde giderek daha da kutsanacak bir deyim haline geldi. Az değil üçbuçuk yıllık bir süre politik yaşamımızı da öylesine sarmalamaya başladı. Bu yüzden neredeyse sıfırlanmış bulunan terör olayı büyüdükçe büyüdü, geliştikçe gelişti, yetmedi bir de dağdakiler kentlere inerek uygun kent köşelerinde kendilerince otağ kurmaya başladılar. Tüneller açıldı, havuzlar yaratıldı, buralar patlayıcılarla, ağır silahlarla dolduruldukça dolduruldu. Yetmedi bir de polise, askere 'sakın dokunmayın, üzerine gitmeyin, bütün bunları görmemezlikten gelin' gibi buyruklarda verildi. Yetmedi bir de akli dengesi yerinde akil insanlar seçildi ve ta o diyarlara kadar gidip vatandaşa sürecin ne menem bir oluşum olduğu anlatılmaya çalışıldı.
Sonra sonra.. Bütün bunlardan yüz bulan terör, bu defa kara yüzünü daha da göstermeye başladı. Artık dağlar kadar, kentler de onların eli altında, ayağı altındaydı. Çekinecekleri, korkacakları bir güç de yoktu karşılarında. Yeterince de şımarmışlardı. Siz onu, o süreci buzdolabına da alsanız, artık tez beri önüne geçmez, tez beri yok da edemezsiniz.
Ülkenin güneydoğusu ile doğusu bunların egemenliği altına girmişti. Üstelik parlamentoda kendilerini sürekli destekleyen, kollamaya çalışan yandaşlar da vardı. Özetle: Türkiye kötü bir kıskacın etkisi altına girmişti.
Oysa yurdun her köşesi hiçbir zaman bu tür şer güçlerin eline bırakılmamıştı. Biz, ta 1957'lerden bu yana o diyarları, o Cizre'leri, Nusaybin'leri, İdil'leri, Kızıltepe'leri, Midyat'ları, Gercüş'leri, Mazıdağ'ları, Derik'leri, Hasankeyf'leri, Dargeçit'leri tanırdık. Aşiret reisi bir Ahmet Türk, o dönemlerde de bir suçtan dolayı hapisteydi. İlk seçimde CHP'den milletvekili olup hapisten hemen TBMM'ye gitmişti. Belli ki tohumlar daha o dönemlerde atılıyor, Atatürk döneminde köşelerine çekilen aşiret reisleri yeniden harekete geçiyor; Sedat Bucak gibi daha niceleri meclise gireceklerdi.
Bütün bu olup bitenlerin arkasında o bildiğimiz batı ülkeleri, emperyalistler vardı. onlar, hemen her dönemde sömürmesini bilir, öncelikle de Ortadoğu ya girerek bilinen sömürü düzenini bir güzelce sürdürürlerdi.
Gelin birlikte öncelikle komşumuz bulunan ülkelere bir göz atalım.
Irak, 1993'lerden beri işgal altında.
Ötede Yemen, Mısır ve Kaddafi'nin o güçlü Libya'sı bir bir eriyip gittiler.
Yakın sınır komşumuz Suriye yıllardır çetince bir savaş veriyor. Ülkede birçok güçler biri biriyle savaşıyorlar. Bize sığınan Suriyelilerin sayısı üç milyonu geçmiş durumda yüzbine yakın Suriye'li de sınırımıza yakın dokuz ayrı kampta barınmakta ve bütün gereksinimleri Türkiye tarafından karşılanmaktadır. Başkan Hafız Esat da hala yerinde ve başta Rusya olmak üzere dostumuz Amerika ve birçok devletler tarafından desteklenmektedir. Ayrıca terör örgütü olarak kabul ettiğimiz bir örgüt de bu ülkeler tarafından terörist olarak kabul edilmemektedir. Cizre, İdil, Nusaybin ve Diyarbakır'da başlatılan teröristlerle savaşın da devam etmektedir. Bu bir iç savaş olarak görülmekte ve ülkemizin parçalanmasını hedeflemektedir. Yetmiş yıla yakın bir zamandan beri dostluğumuz süren Rusya'yı da karşımıza almış durumdayız. Evet doğu komşumuz İran ile de aramız pek iyi değil. Türkiye hızla bir yalnızlığa doğru sürükleniyor. Birçok yerlerde okullar kapalı durumda. Öğretmenlerin can güvenliği de yeterli derecede sağlanamıyor. Öncelikle de bunun zararını Doğudaki vatandaşlarımız ve çocukları çekiyorlar. Camiler, okullar başta olmak üzere birçok işyeri bombalanıp tahrip oluyor. Türkiye, kurtuluş savaşında bile böyle bir durumla karşı karşıya gelmemişti.
Bu durumda işler daha da kötüleşiyor, Suriyeli sığınmacıların sayısı da gün geçtikçe artıyor. Kendi yoksulumuzu, kendi işsizimizi, kendi dar gelirlimizi yeterince doyuramazken bu kadar sığınmacıyı nasıl ve ne şekilde doyurmaya çalışabileceğiz.
Kısacası ülkemiz zor günler geçiriyor.
Üstüne üstlük bir de politikadaki açmazlar bizi daha çok düşündürüyor. Oysa her şeyden önce birlik ve beraberliğe ihtiyacımız var.
Nerede eskiden beri söylemekte olduğumuz 'Yurtta sulh, cihanda sulh' herhalde bundan böyle yeni parolamız yurtta sus, dünyada sus olacaktır.