SON YÜZYILIN ÇOK KISA BİR ANATOMİSİ (1)
Kısa bir süre önce yazmaya başladığım makalelerimde genellikle İslam dünyasının ve ümmetinin içinde bulunduğu karmaşık ve huzursuz ortamın ve aynı zamanda gerileyişinin a
Kısa bir süre önce yazmaya başladığım makalelerimde genellikle İslam dünyasının ve ümmetinin içinde bulunduğu karmaşık ve huzursuz ortamın ve aynı zamanda gerileyişinin ana sebepleri üzerinde değerlendirmeler ve çözüm önerileri getireceğimi ifade etmiştim. Bu bağlamda makalelerimde öncelikle ülkemiz olmak üzere İslam dünyasında sekiz asırdır süregelen bilimsel gerileme ve yine son dört asırdır devam eden siyasal, sosyal ve ekonomik buhranlar üzerinde akademik düzeyde analizlere, değerlendirmelere ve çözüm önerilerine ihtiyaç duyulduğunu belirtmek isterim. Bu noktadan hareketle İslam coğrafyasında son yüzyılda iyice belirginleşen ve bir veba gibi yayılan mezhepçilik ve kavmiyetçilik anlayışları ne yazık ki bu ümmete Ortaçağ Avrupasında yaşanan ölüm, kıtlık, yoksulluk, adaletsizlik gibi ve yirminci yüzyılın başlarından şu ana kadar kesintisiz bir şekilde devam eden bir savaş olgusuyla yüzleşmek zorunda bıraktı.
Küresel boyutta dünya ticaretine üretim düzeyinde minimum düzeydeki katkısıyla kendi toplumunun refah seviyesini iyileştiremeyen İslam ülkeleri ekonomik istikrarsızlığa doğru hızla giderken aynı zamanda bunun yansıması olarak siyasal ve sosyal manada büyük sorunlar yaşamaya başladı.
Kendi kontrolünde olan dünya ticaretinin önemli güzerghlarından Mısır sınırları içindeki Süveyş Kanalı ve Türkiye sınırları içindeki İstanbul ve Çanakkale Boğazları gibi çok önemli iki kilit bölgenin Batı tarafından uluslar arası bir bölge statüsüne kavuşturulması bu iki önemli ticaret noktasının kontrolünün kaybedilmesi ile sonuçlanınca on dokuzuncu yüzyıla kadar hkim olduğumuz ve bir ticaret havzası niteliğindeki Akdeniz ticaret güzerghını Batı'nın kontrolüne bırakmak zorunda kaldık.
19. yüzyılın başlarında Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının uluslararası bir statü kazanmasıyla boğazlar üzerindeki egemenlik haklarımızı kısmen kaybediyor ve Lozan' da belirsiz bırakılan boğazlar meselesini Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kendi lehimize kullanma imknlarından mahrum bırakmış oluyorduk.
Yine Ortadoğu'da uzun bir zamandan sonra ilk kez yirminci yüzyılın ortalarında duygusal anlamda Arap Birliğinin kurulmasını sağlayarak İsrail'e karşı en sert tutumu sergileyen Cemal Abdul Nasır SSCB'den aldığı destekle; İngiltere, ABD, Fransa ve İsrail'e rağmen Süveyş Kanalı'nı millileştirerek Batı'nın Ortadoğu'da ki emellerinin önünde bir engel olduğunu ilan etmişti. Batı, Nasır'ı devirmek için her yolu deneyecek nihayetinde bir kalp krizi sonrası ondan tamamen kurtulacaktı. Ve Nasır sonrası Mısır İhvan-ı Müslim'e rağmen (Müslüman Kardeşler) yine Batı'nın ve ABD'nin güdümünde perde arkasında bir sömürge olmaktan kurtulamayacak ve o etki günümüze kadar devam edecekti. Ki Nasır'ın kendisinden önce monarşik yapıya ve İngiliz emperyalizmine başkaldırının öncüsü olan Müslüman Kardeşlere karşı başlattığı baskı, sindirme ve tecrit politikası da ironik bir durum olarak değerlendirilmelidir.
Dünya ticaret ağını kontrol altında tutmak isteyen Batı, stratejik noktalar üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak hkimiyetini kurmak için illegal bütün yol ve yöntemlere başvurmaktan çekinmedi. Bunu kimi zaman savaş yoluyla kimi zamanda kendi çıkarına engel teşkil eden kim varsa ortadan kaldırmak, kaldıramazsa mecbur bırakacak şantajlarla çözüyordu.
DEVAMI YARIN…
Küresel boyutta dünya ticaretine üretim düzeyinde minimum düzeydeki katkısıyla kendi toplumunun refah seviyesini iyileştiremeyen İslam ülkeleri ekonomik istikrarsızlığa doğru hızla giderken aynı zamanda bunun yansıması olarak siyasal ve sosyal manada büyük sorunlar yaşamaya başladı.
Kendi kontrolünde olan dünya ticaretinin önemli güzerghlarından Mısır sınırları içindeki Süveyş Kanalı ve Türkiye sınırları içindeki İstanbul ve Çanakkale Boğazları gibi çok önemli iki kilit bölgenin Batı tarafından uluslar arası bir bölge statüsüne kavuşturulması bu iki önemli ticaret noktasının kontrolünün kaybedilmesi ile sonuçlanınca on dokuzuncu yüzyıla kadar hkim olduğumuz ve bir ticaret havzası niteliğindeki Akdeniz ticaret güzerghını Batı'nın kontrolüne bırakmak zorunda kaldık.
19. yüzyılın başlarında Çanakkale ve İstanbul Boğazlarının uluslararası bir statü kazanmasıyla boğazlar üzerindeki egemenlik haklarımızı kısmen kaybediyor ve Lozan' da belirsiz bırakılan boğazlar meselesini Montrö Boğazlar Sözleşmesi ile kendi lehimize kullanma imknlarından mahrum bırakmış oluyorduk.
Yine Ortadoğu'da uzun bir zamandan sonra ilk kez yirminci yüzyılın ortalarında duygusal anlamda Arap Birliğinin kurulmasını sağlayarak İsrail'e karşı en sert tutumu sergileyen Cemal Abdul Nasır SSCB'den aldığı destekle; İngiltere, ABD, Fransa ve İsrail'e rağmen Süveyş Kanalı'nı millileştirerek Batı'nın Ortadoğu'da ki emellerinin önünde bir engel olduğunu ilan etmişti. Batı, Nasır'ı devirmek için her yolu deneyecek nihayetinde bir kalp krizi sonrası ondan tamamen kurtulacaktı. Ve Nasır sonrası Mısır İhvan-ı Müslim'e rağmen (Müslüman Kardeşler) yine Batı'nın ve ABD'nin güdümünde perde arkasında bir sömürge olmaktan kurtulamayacak ve o etki günümüze kadar devam edecekti. Ki Nasır'ın kendisinden önce monarşik yapıya ve İngiliz emperyalizmine başkaldırının öncüsü olan Müslüman Kardeşlere karşı başlattığı baskı, sindirme ve tecrit politikası da ironik bir durum olarak değerlendirilmelidir.
Dünya ticaret ağını kontrol altında tutmak isteyen Batı, stratejik noktalar üzerinde doğrudan ve dolaylı olarak hkimiyetini kurmak için illegal bütün yol ve yöntemlere başvurmaktan çekinmedi. Bunu kimi zaman savaş yoluyla kimi zamanda kendi çıkarına engel teşkil eden kim varsa ortadan kaldırmak, kaldıramazsa mecbur bırakacak şantajlarla çözüyordu.
DEVAMI YARIN…