O DA ÖNDEN GİTTİ...
O, İslami gerçekleri, doğruları ve yanlışları, Peygamberimizin hayatını aşkla anlatan hocamızdı... Yıllardan beri Cuma akşamlarımız ile iftar ve sahur sofralarımızın baş konuğuydu. Nice iftarlarımıza şahitlik etmiş nice sahurlarımıza sahabe hayatından kesitlerle gözyaşları ile ortak olmuştu.
Asr-ı saadette yaşanan olayları anlatmadaki samimiliği ve içtenliği zaman zaman onu gözyaşlarına boğmakla kalmıyor, ekran başındakileri de hıçkırıklara boğuyordu.
İnsanları en çok duygulandıran ve o anlatırken her defasında ağlamalarına eşlik ettiren kıssası ile Peygamberimiz ile Ukkaşe arasında geçen meşhur olaydı.
Bir kez de biz hatırlatalım o sahneyi bu ramazan gününde siz okurlarımıza…
Hz. Muhammed (sav.) artık ömrünün sayılı günlerini yaşıyordu. Altmış üç yıllık şerefli hayatını insanlara hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmakla geçiren o şanı yüce insan bir karıncayı bile incitmemiş ve incitenleri de daima uyarmıştı. Fakat Allah elçilerinin de farkında olmaksızın çok ufak hatalar işleyebileceğini bildiğinden şu son anlarını yaşarken bütün müminlerle helalleşmeyi aklından geçirdi.
Bilal'den ezan okuyarak müminlerin camiye toplanmasını rica etti. Ezan sesini duyar duymaz bütün Mekkeli ve Medineli sahabeler birer birer camiye akın ettiler.
Sevgili Peygamberimiz bütün kalpleri titreten, bütün vücutları ürpertiye boğan içli ve duygulu bir hutbe verdi. Ve hutbesini sona erdirirken de kelimelerin üstüne basa basa şöyle haykırdı.
'Ey mü'minler!... Ben sizin Peygamberinizim. Sizlere ömür boyunca öğütler verdim, hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmaya çalıştım. Tabii ki güç ve kuvvetine sınır olmayan Allah'ın izni ve yardımıyla. Sizleri bir kardeş gibi şefkat kanatlarımın altına alarak korudum. Bir baba gibi de size karşı merhametli davrandım. Sizinle keder ve gaye birliği ettim.
Şimdi size soruyorum. Bende hakkı hukuku olan var mı? Olan hemen gelsin ve Allah hakkı için, büyük Kıyamet günü hesaplaşmasından önce hakkını alsın.'
Peygamberlerini dinleyen sahabilerden hiç kimse, 'Ey Allah'ın Rasulü!.. Benim sende hakkım var' demedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa tekrarlayınca sahabilerden Ukkaşe ayağa kalkarak 'Ey Allah'ın elçisi anam-babam sana feda olsun! Eğer defalarca Allah (c.c.) adını kullanmasaydınız huzurunuza gelip de hakkımı aramaya kalkışmayacaktım.' dedi ve olayı şöyle anlattı:
'Ey Allah'ın elçisi!.. Bir gün sizinle birlikte savaş ediyordum. Nasılsa develerimiz yan yana geldiler. Devemden inerek özür dilemek üzere size yaklaşmıştım ki, birden kamçınızın sırtımda şakladığını duydum. Ey Allah'ın Rasulü!.. Bunu kasten mi yaptınız yoksa devenize vururken kazara bana mı çarptı bilmiyorum.'
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) 'Ey Ukkaşe, Peygamberin sana kasten nasıl vurabilir? Asla!' diye özür beyan etti ve ardından Hz. Bilal'e, kızı Fatıma'nın evine vararak aynı kamçıyı alıp getirmesini söyledi.
Hz. Bilal (r.a.) kamçıyı alır almaz doğru camiye yollandı. Kamçıyı götürüp Hz. Peygamber'e teslim etti. Peygamber de Ukkaşe'ye verdi.
Tam bu sırada ayağa fırlayan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer 'Ey Ukkaşe, işte biz karşınızdayız, Peygamber'in yerine bize vur ne olur?' diyerek arkalarını dönerler.
Hz. Peygamber:
'Ey Ebu Bekir, Ey Ömer, yerlerinize oturun. Şüphesiz ki Yüce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi mükfatsız bırakmayacaktır' diye çıkışır.
Bu defa Hz. Ali (r.a.) fırlar ve 'Ey Ukkaşe!' der: 'İşte ben karşınızda hayattayım, Peygamber'e vurmanıza gönlüm razı olmuyor, işte sırtım, işte karnım, istediğiniz yere dilediğiniz kadar vurun.'
Hz. Peygamber:
- Ey Ali, otur yerine! Yüce Allah (c.c.) senin bu iyi niyetini mükfatsız bırakmayacaktır' diye çıkışır.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin:
- Ey Ukkaşe, biliyorsun ki biz Allah Resulünün torunlarıyız, hakkını bizden aldığında O'ndan almış sayılırsın. Ne olur bize vur?' diye yalvarıp yakarırlar. Hz. Peygamber (sav) onlara da:
-'Yerlerinize oturun, ey benim göz bebeğim torunlarım' diye çıkışır.
Bütün bu olanları ibretle seyreden Sevgili Peygamberimiz (sav.) 'Ey Ukkaşe, eğer gerçekten bana vurmak istiyorsan, buyur, vur!' diyerek haykırdı.
Bunun üzerine Ukkaşe, 'Ey Allah'ın Resulü!' dedi. 'Siz bana vurduğunuzda ben çıplaktım. Şimdi ben de size vururken çıplak kalmanızı rica ediyorum.'
Sevgili Peygamberimiz (sav) hiç duraklamadan hemen elbisesini çıkarır ve 'Buyurun, hiç çekinmeden dilediğiniz kadar vurun' diye diretti.
Durumu yakından izleyen sahabeler hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar ve hıçkırık sesleri cami duvarlarını sarsarcasına kalınlaşırken, Ukkaşe bakar ki iki cihan güneşi Peygamberin vücudu süt gibi beyaz ve ardından Peygamberlik mührünü taşıyan ben etrafa ışık saçmaktadır. Kalkar gider sırtını doya doya öperek yerine dönüp oturur. Ardından da:
'Ey Allah'ın Rasülü!' der. 'Canım sana feda olsun! Hangi kalp sana kıyabilir? Maksadım sadece o senin ışık saçan mübarek vücudunu kana kana öperek, senin yüzün suyun hürmetine Rabbimin rızasını kazanmak ve Cehennem azabından kurtulmaktır.'
İşte tam bu esnada Sevgili Peygamberimiz (sav): 'Ey Mü'minler!.. Beni dinleyin!' der. 'Cennetlik görmek isteyen varsa, işte Ukkaşe'yi görsün.'
Ömer Döngeloğlu'ndan kalan hep sahabe hayatı oldu. Hep örnek ve güzel ahlak oldu. Elazığ'a her gelişinde sadece halkımıza iyiyi ve güzeli anlatmakla kalmazdı. Her defasında yaşayan Allah dostlarını ziyaret eder onların önünde diz çöker istifade ederdi.
Bir süredir tedavi gördüğüne ve durumunun iyiye gittiğine dair haberler alıyorduk. Ancak Pazar sabahı muhterem Ömer Döngeloğlu'nun vefat haberini aldık.
Rabbimiz kendisine gani gani rahmetler eylesin. Dileriz ki Rabbimizden, şehadet makamıyla göçtüğü bu fni dünyadan, durağı cennet, mertebesi Firdevs olsun. Mevla'mız sevenlerine ve yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin... Amin.
Asr-ı saadette yaşanan olayları anlatmadaki samimiliği ve içtenliği zaman zaman onu gözyaşlarına boğmakla kalmıyor, ekran başındakileri de hıçkırıklara boğuyordu.
İnsanları en çok duygulandıran ve o anlatırken her defasında ağlamalarına eşlik ettiren kıssası ile Peygamberimiz ile Ukkaşe arasında geçen meşhur olaydı.
Bir kez de biz hatırlatalım o sahneyi bu ramazan gününde siz okurlarımıza…
Hz. Muhammed (sav.) artık ömrünün sayılı günlerini yaşıyordu. Altmış üç yıllık şerefli hayatını insanlara hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmakla geçiren o şanı yüce insan bir karıncayı bile incitmemiş ve incitenleri de daima uyarmıştı. Fakat Allah elçilerinin de farkında olmaksızın çok ufak hatalar işleyebileceğini bildiğinden şu son anlarını yaşarken bütün müminlerle helalleşmeyi aklından geçirdi.
Bilal'den ezan okuyarak müminlerin camiye toplanmasını rica etti. Ezan sesini duyar duymaz bütün Mekkeli ve Medineli sahabeler birer birer camiye akın ettiler.
Sevgili Peygamberimiz bütün kalpleri titreten, bütün vücutları ürpertiye boğan içli ve duygulu bir hutbe verdi. Ve hutbesini sona erdirirken de kelimelerin üstüne basa basa şöyle haykırdı.
'Ey mü'minler!... Ben sizin Peygamberinizim. Sizlere ömür boyunca öğütler verdim, hidayet ve kurtuluş yolunu anlatmaya çalıştım. Tabii ki güç ve kuvvetine sınır olmayan Allah'ın izni ve yardımıyla. Sizleri bir kardeş gibi şefkat kanatlarımın altına alarak korudum. Bir baba gibi de size karşı merhametli davrandım. Sizinle keder ve gaye birliği ettim.
Şimdi size soruyorum. Bende hakkı hukuku olan var mı? Olan hemen gelsin ve Allah hakkı için, büyük Kıyamet günü hesaplaşmasından önce hakkını alsın.'
Peygamberlerini dinleyen sahabilerden hiç kimse, 'Ey Allah'ın Rasulü!.. Benim sende hakkım var' demedi. Sevgili Peygamberimiz (s.a.v.) aynı soruyu ikinci ve üçüncü defa tekrarlayınca sahabilerden Ukkaşe ayağa kalkarak 'Ey Allah'ın elçisi anam-babam sana feda olsun! Eğer defalarca Allah (c.c.) adını kullanmasaydınız huzurunuza gelip de hakkımı aramaya kalkışmayacaktım.' dedi ve olayı şöyle anlattı:
'Ey Allah'ın elçisi!.. Bir gün sizinle birlikte savaş ediyordum. Nasılsa develerimiz yan yana geldiler. Devemden inerek özür dilemek üzere size yaklaşmıştım ki, birden kamçınızın sırtımda şakladığını duydum. Ey Allah'ın Rasulü!.. Bunu kasten mi yaptınız yoksa devenize vururken kazara bana mı çarptı bilmiyorum.'
Bunun üzerine Hz. Peygamber (sav.) 'Ey Ukkaşe, Peygamberin sana kasten nasıl vurabilir? Asla!' diye özür beyan etti ve ardından Hz. Bilal'e, kızı Fatıma'nın evine vararak aynı kamçıyı alıp getirmesini söyledi.
Hz. Bilal (r.a.) kamçıyı alır almaz doğru camiye yollandı. Kamçıyı götürüp Hz. Peygamber'e teslim etti. Peygamber de Ukkaşe'ye verdi.
Tam bu sırada ayağa fırlayan Hz. Ebu Bekir'le Hz. Ömer 'Ey Ukkaşe, işte biz karşınızdayız, Peygamber'in yerine bize vur ne olur?' diyerek arkalarını dönerler.
Hz. Peygamber:
'Ey Ebu Bekir, Ey Ömer, yerlerinize oturun. Şüphesiz ki Yüce Allah (c.c.) sizin bu iyi niyetinizi mükfatsız bırakmayacaktır' diye çıkışır.
Bu defa Hz. Ali (r.a.) fırlar ve 'Ey Ukkaşe!' der: 'İşte ben karşınızda hayattayım, Peygamber'e vurmanıza gönlüm razı olmuyor, işte sırtım, işte karnım, istediğiniz yere dilediğiniz kadar vurun.'
Hz. Peygamber:
- Ey Ali, otur yerine! Yüce Allah (c.c.) senin bu iyi niyetini mükfatsız bırakmayacaktır' diye çıkışır.
Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin:
- Ey Ukkaşe, biliyorsun ki biz Allah Resulünün torunlarıyız, hakkını bizden aldığında O'ndan almış sayılırsın. Ne olur bize vur?' diye yalvarıp yakarırlar. Hz. Peygamber (sav) onlara da:
-'Yerlerinize oturun, ey benim göz bebeğim torunlarım' diye çıkışır.
Bütün bu olanları ibretle seyreden Sevgili Peygamberimiz (sav.) 'Ey Ukkaşe, eğer gerçekten bana vurmak istiyorsan, buyur, vur!' diyerek haykırdı.
Bunun üzerine Ukkaşe, 'Ey Allah'ın Resulü!' dedi. 'Siz bana vurduğunuzda ben çıplaktım. Şimdi ben de size vururken çıplak kalmanızı rica ediyorum.'
Sevgili Peygamberimiz (sav) hiç duraklamadan hemen elbisesini çıkarır ve 'Buyurun, hiç çekinmeden dilediğiniz kadar vurun' diye diretti.
Durumu yakından izleyen sahabeler hıçkıra hıçkıra ağlamaya başlarlar ve hıçkırık sesleri cami duvarlarını sarsarcasına kalınlaşırken, Ukkaşe bakar ki iki cihan güneşi Peygamberin vücudu süt gibi beyaz ve ardından Peygamberlik mührünü taşıyan ben etrafa ışık saçmaktadır. Kalkar gider sırtını doya doya öperek yerine dönüp oturur. Ardından da:
'Ey Allah'ın Rasülü!' der. 'Canım sana feda olsun! Hangi kalp sana kıyabilir? Maksadım sadece o senin ışık saçan mübarek vücudunu kana kana öperek, senin yüzün suyun hürmetine Rabbimin rızasını kazanmak ve Cehennem azabından kurtulmaktır.'
İşte tam bu esnada Sevgili Peygamberimiz (sav): 'Ey Mü'minler!.. Beni dinleyin!' der. 'Cennetlik görmek isteyen varsa, işte Ukkaşe'yi görsün.'
Ömer Döngeloğlu'ndan kalan hep sahabe hayatı oldu. Hep örnek ve güzel ahlak oldu. Elazığ'a her gelişinde sadece halkımıza iyiyi ve güzeli anlatmakla kalmazdı. Her defasında yaşayan Allah dostlarını ziyaret eder onların önünde diz çöker istifade ederdi.
Bir süredir tedavi gördüğüne ve durumunun iyiye gittiğine dair haberler alıyorduk. Ancak Pazar sabahı muhterem Ömer Döngeloğlu'nun vefat haberini aldık.
Rabbimiz kendisine gani gani rahmetler eylesin. Dileriz ki Rabbimizden, şehadet makamıyla göçtüğü bu fni dünyadan, durağı cennet, mertebesi Firdevs olsun. Mevla'mız sevenlerine ve yakınlarına sabr-ı cemil ihsan eylesin... Amin.