HİÇ DE BİLE…
Önce deprem, sonrasında pandemi süreci ve bu dönemin ruhumuzda bıraktığı olumsuz duygular ve nükseden bazı psikolojik ve paranoid durumlar bizleri oldukça alıngan ve septimist yapmış gibi.
Söylediğimiz bir söz, yazdığımız bir cümle ya da kelimeden anlam çıkartıp alınganlık gösteren ve karşılığında tepkisini de koyan arkadaşlarımız oluyor doğal olarak.
Gündem ve konularla zaman zaman yaşadığımız duygular örtüşebiliyor. Yıkılan bir şehrin enkazında kalan ruhumuzun feryadı ve ahı semalarda yankılanabiliyor.
İbn-i Haldun'un 'coğrafya kaderdir' sözünün tüm gerçeklik ve evrelerini yaşıyor ve kaderimizdir deyip baş üstüne diyoruz.
Coğrafya vardır mutlu eder insanı, bahtiyar kılar. Coğrafya vardır, onulmaz acıları yaşatır. Coğrafya vardır, her şey istediğimiz gibi tüm güzellikleri ile sizi dünyanın en bahtiyar insanı yapar. Coğrafya vardır suyun hasretini, yokluğun esaretini, özgürlüğün aşkını ve özlemini çekersiniz.
Böylesine karışık duygular ve coğrafyamızın bize sunduğu kaderi özetleyen cümleler kurmamızı kimseler kendilerine yormamalı ve özel bir anlam çıkarmamalı bence.
Sonuçta şehrimiz de türkülerde ve şarkılarda sanki bizi ve yaşadıklarımızı anlatan cümleler gibi. Ne desek, ne yazsak, ne düşünsek bize ve ruhumuza değiyor ve delip geçiyor adeta.
Duygularımız ve şehir ile ilgili kurduğumuz cümlelerin birilerine değmemesi ve incitmemesi için çok hassas ve naif çalışmak, karşıdaki algıları da bir bir hesap etmeyi de gerektirir ki bu da ayrı bir yetenek ve kabiliyet ister. O da ne yazık ki bizde yok.
Sözü Arif Nihat Asya'ya bırakalım mı?
Sessizce düşünsek, duyacaklar bir gün;
Olmazları olmuş sayacaklar, bir gün...
Onlar, bu vehimle, ellerinden gelse,
Rüylara sansür koyacaklar, bir gün.
Son söz yine bizden olsun. Rahat ve müsterih olun efendim. Söylenenler zinhar sizinle ilgili değil. Yaramaz, afacan, sözden anlamaz ve biraz da şımarık bir kız çocuğunun sevimli ifadesiyle söyleyelim bir kez de: Hiç de bile… Hiç de bile… Hiç de bile…
Gündem ve konularla zaman zaman yaşadığımız duygular örtüşebiliyor. Yıkılan bir şehrin enkazında kalan ruhumuzun feryadı ve ahı semalarda yankılanabiliyor.
İbn-i Haldun'un 'coğrafya kaderdir' sözünün tüm gerçeklik ve evrelerini yaşıyor ve kaderimizdir deyip baş üstüne diyoruz.
Coğrafya vardır mutlu eder insanı, bahtiyar kılar. Coğrafya vardır, onulmaz acıları yaşatır. Coğrafya vardır, her şey istediğimiz gibi tüm güzellikleri ile sizi dünyanın en bahtiyar insanı yapar. Coğrafya vardır suyun hasretini, yokluğun esaretini, özgürlüğün aşkını ve özlemini çekersiniz.
Böylesine karışık duygular ve coğrafyamızın bize sunduğu kaderi özetleyen cümleler kurmamızı kimseler kendilerine yormamalı ve özel bir anlam çıkarmamalı bence.
Sonuçta şehrimiz de türkülerde ve şarkılarda sanki bizi ve yaşadıklarımızı anlatan cümleler gibi. Ne desek, ne yazsak, ne düşünsek bize ve ruhumuza değiyor ve delip geçiyor adeta.
Duygularımız ve şehir ile ilgili kurduğumuz cümlelerin birilerine değmemesi ve incitmemesi için çok hassas ve naif çalışmak, karşıdaki algıları da bir bir hesap etmeyi de gerektirir ki bu da ayrı bir yetenek ve kabiliyet ister. O da ne yazık ki bizde yok.
Sözü Arif Nihat Asya'ya bırakalım mı?
Sessizce düşünsek, duyacaklar bir gün;
Olmazları olmuş sayacaklar, bir gün...
Onlar, bu vehimle, ellerinden gelse,
Rüylara sansür koyacaklar, bir gün.
Son söz yine bizden olsun. Rahat ve müsterih olun efendim. Söylenenler zinhar sizinle ilgili değil. Yaramaz, afacan, sözden anlamaz ve biraz da şımarık bir kız çocuğunun sevimli ifadesiyle söyleyelim bir kez de: Hiç de bile… Hiç de bile… Hiç de bile…