GÜZEL OYUN, MUTSUZ SEYİRCİLER
Geliştirilmiş oyun kurallarıyla ve lig usulüne göre ilk defa İngiltere'de oynandığı bilinen futbolun ortaya çıkış tarihi 1800'li yılların ortaları olarak kabul ed
Geliştirilmiş oyun kurdigerarıyla ve lig usulüne göre ilk defa İngiltere'de oynandığı bilinen futbolun ortaya çıkış tarihi 1800'li yılların ortaları olarak kabul edilir. Bu oyunun önce Güney Amerika'ya oradan da Afrika ve Asya'ya uzanması, tahminlerin ötesinde bir hızla gerçekleşmiştir. O yıllar için yeni bir dal olmasının yanında kazanma arzusu ve aidiyet duygusu içermesi de bir bakıma futbolun sosyal statü farkı olmaksızın herkesçe benimsenmesine vesile olmuştur.
Şurası kesin ki futbol oyunu, amatör ruh, samimiyet ve yarışmacı anlayış gibi özellikleriyle o dönemin ekonomik buhranlardan ve büyük çaplı sosyal olaylardan yorgun düşmüş insanlık için, onlara dertlerini unutturan büyülü bir sosyal faaliyet alanı olmuştur.
İmparatorlukların yıkılması, hanedanların güç kaybetmesi, ardı ardına gelen salgın hastalıklar ve ekonomik yıkımlar, insanları bu güzel oyunun peşinden koşmaktan vazgeçirememiştir.
Çoğumuz büyüklerimizden dinlemişizdir. İletişimin yeterince gelişmediği o dönemlerde maçları yerinde seyretme fırsatı bulamayanlar, ellerine geçirdikleri el radyolarına kulaklarını dayayarak maçı anlatan spikerlerin heyecanlı seslerinde maçları yaşamış, alanlara gitme fırsatı olanlar ise ilkel stadyum şartlarında ayakta ve omuz omuza dostane bir şekilde seyretmişlerdir oyunları.
Bir salgın gibi tüm gezegeni saran bu güzel oyun, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra toprak sahalarda yıldızlaşan Puskaş, Pele, Di Stefano gibi büyük futbolcularla daha da popüler hale geldi . Kazançları az ancak şöhretleri büyük bu futbolcuların tevazulu hdigereri ve amatör ruhları, yeni yıldızların çıkmasına da ortam hazırladı. Bu gelişmelere paralel olarak ülkemizde de 20.yüzyıl başlarında arka arkaya kulüpler kuruldu ve yerel ölçekte Şeref'ler, Baba Hakkı'lar, Gündüz Kılıç'lar, Şükrü Gülesin'ler, Lefter'ler ve Metin Oktay'lar, güzel oyun futbolu Türk insanına fazlasıyla benimsettiler. Sadece bununla da kalınmadı ve futbol seyircisi,ilerleyen zamanla birlikte Halit Kıvanç, Orhan Boran gibi spor spikerlerini ve Doğan Koloğlu, İslam Çupi gibi spor yazarlarını tanıdı. Futbol, artık kardeşliğin,barışın ve rekabetin en koyu biçimde yaşandığı popüler bir oyuna dönüşmüştü.
Fakat ne var ki 90'lı yılların başında duymaya başladığımız ve 2000'li yıllardan sonra da iyice aşina olduğumuz ''küreselleşme '' kavramı ve onun planlayıcıları, milyarlarca insanı bu denli etkileyen futbolu es geçmediler ve onu uluslararası ekonomik sistemin en güçlü figüranlarından biri haline getirdiler. Günümüzde futbol,milyarlarca dolarlık büyük bir sektörün adı. İspanya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Portekiz'in başını çektiği ülkeler, popüler futbol kulüplerinin hisselerini Arap şeyhlerine, Rus oligarklarına ya da Çinli milyarderlere devrederek kazanılacak ne kadar kupa varsa tamamını müzelerine taşımaya talip oldular. Bu durum, bu takımlarla eşitsiz bir düzende yarışmaya çalışan ancak güçleri yetmediği için ya yarı yolda kalan ya da iflasın eşiğine gelen mütevazi futbol kulüpleri ve onlara gönül verenler için bir anlamda oyunun sonu demekti.
Deri koltuklu modern stadyumlar inşa ederek müşteri konumuna soktukları futbol seyircilerinden parasal geri dönüşümler sağlama niyetindeki futbol baronları, seyircilerin sektördeki değişim ve gelişimden yeterince nasiplenemediklerini de nedense görmek istemediler. Şenol Güneş hocanın deyimiyle, futbol artık açların oynadığı, zenginlerin seyrettiği bir oyun değil tam tersine zenginlerin oynadığı ,fakirlerin seyrettiği bir oyuna dönüştü. Güzel oyun futbol, ruhundan ve özünden uzaklaştırılmış, taraftarlarla kulüp arasındaki duygusal bağı koparılmış bir mecraya çekildi.
Kuşkusuz , milyonlarca lira verilerek satın alınan localar ve vip hizmeti veren ayrıcalıklı tribün mevkileri, mütevazi futbol seyircisinin bütçesiyle ve duygularıyla örtüşecek uygulamalar değil.
Aslına bakarsanız bu durum futbol açısından da sürdürülebilir değil ve birçok kişi de bunun farkında. Avrupa'da özellikle St.Pauli, St.Etienne , Liverpool, Livorno ve West Ham gibi takımların kendi taraftarlarına ve takipçilerine olabildiğince vefalı baktıkları ve onları müşteri konumundan ziyade, ailenin birer ferdi gibi düşündükleri biliniyor.
Özellikle Borussia Dortmund'un endüstriyel futbol düzenine muhalefet ederek neleri başardığını görmek lazım.
Sıra dışı yaşamıyla tanıdığımız Cristiano Lucarelli'nin Napoli'den ''Milyonlarınız size kalsın.'' diyerek sembolik bir bedelle İtalya'nın yoksul liman kenti Livorno takımına yaptığı tepkisel transferin mantığı anlaşılmazsa ya da ünlü İspanyol futbolcu Juan Mata'nın ''Modern futboldan nefret edenleri anlıyorum,futboldaki abartılı para ilişkisi normale dönmeli.'' şeklindeki uyarısı dikkate alınmazsa güzel oyunun geleceği adına güzel şeyler söylememiz mümkün olmayacak.
………………………………………………
Elazığspor, hafta sonu gruptaki üçüncü maçında Ümraniyespor ile karşılaşacak. Bu maça dair görüşlerimi ve analizlerimi bir sonraki yazıda okuyabilirsiniz.
Sevgiyle ve huzurla kalın..
Şurası kesin ki futbol oyunu, amatör ruh, samimiyet ve yarışmacı anlayış gibi özellikleriyle o dönemin ekonomik buhranlardan ve büyük çaplı sosyal olaylardan yorgun düşmüş insanlık için, onlara dertlerini unutturan büyülü bir sosyal faaliyet alanı olmuştur.
İmparatorlukların yıkılması, hanedanların güç kaybetmesi, ardı ardına gelen salgın hastalıklar ve ekonomik yıkımlar, insanları bu güzel oyunun peşinden koşmaktan vazgeçirememiştir.
Çoğumuz büyüklerimizden dinlemişizdir. İletişimin yeterince gelişmediği o dönemlerde maçları yerinde seyretme fırsatı bulamayanlar, ellerine geçirdikleri el radyolarına kulaklarını dayayarak maçı anlatan spikerlerin heyecanlı seslerinde maçları yaşamış, alanlara gitme fırsatı olanlar ise ilkel stadyum şartlarında ayakta ve omuz omuza dostane bir şekilde seyretmişlerdir oyunları.
Bir salgın gibi tüm gezegeni saran bu güzel oyun, özellikle İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra toprak sahalarda yıldızlaşan Puskaş, Pele, Di Stefano gibi büyük futbolcularla daha da popüler hale geldi . Kazançları az ancak şöhretleri büyük bu futbolcuların tevazulu hdigereri ve amatör ruhları, yeni yıldızların çıkmasına da ortam hazırladı. Bu gelişmelere paralel olarak ülkemizde de 20.yüzyıl başlarında arka arkaya kulüpler kuruldu ve yerel ölçekte Şeref'ler, Baba Hakkı'lar, Gündüz Kılıç'lar, Şükrü Gülesin'ler, Lefter'ler ve Metin Oktay'lar, güzel oyun futbolu Türk insanına fazlasıyla benimsettiler. Sadece bununla da kalınmadı ve futbol seyircisi,ilerleyen zamanla birlikte Halit Kıvanç, Orhan Boran gibi spor spikerlerini ve Doğan Koloğlu, İslam Çupi gibi spor yazarlarını tanıdı. Futbol, artık kardeşliğin,barışın ve rekabetin en koyu biçimde yaşandığı popüler bir oyuna dönüşmüştü.
Fakat ne var ki 90'lı yılların başında duymaya başladığımız ve 2000'li yıllardan sonra da iyice aşina olduğumuz ''küreselleşme '' kavramı ve onun planlayıcıları, milyarlarca insanı bu denli etkileyen futbolu es geçmediler ve onu uluslararası ekonomik sistemin en güçlü figüranlarından biri haline getirdiler. Günümüzde futbol,milyarlarca dolarlık büyük bir sektörün adı. İspanya, İngiltere, Almanya, İtalya, Fransa ve Portekiz'in başını çektiği ülkeler, popüler futbol kulüplerinin hisselerini Arap şeyhlerine, Rus oligarklarına ya da Çinli milyarderlere devrederek kazanılacak ne kadar kupa varsa tamamını müzelerine taşımaya talip oldular. Bu durum, bu takımlarla eşitsiz bir düzende yarışmaya çalışan ancak güçleri yetmediği için ya yarı yolda kalan ya da iflasın eşiğine gelen mütevazi futbol kulüpleri ve onlara gönül verenler için bir anlamda oyunun sonu demekti.
Deri koltuklu modern stadyumlar inşa ederek müşteri konumuna soktukları futbol seyircilerinden parasal geri dönüşümler sağlama niyetindeki futbol baronları, seyircilerin sektördeki değişim ve gelişimden yeterince nasiplenemediklerini de nedense görmek istemediler. Şenol Güneş hocanın deyimiyle, futbol artık açların oynadığı, zenginlerin seyrettiği bir oyun değil tam tersine zenginlerin oynadığı ,fakirlerin seyrettiği bir oyuna dönüştü. Güzel oyun futbol, ruhundan ve özünden uzaklaştırılmış, taraftarlarla kulüp arasındaki duygusal bağı koparılmış bir mecraya çekildi.
Kuşkusuz , milyonlarca lira verilerek satın alınan localar ve vip hizmeti veren ayrıcalıklı tribün mevkileri, mütevazi futbol seyircisinin bütçesiyle ve duygularıyla örtüşecek uygulamalar değil.
Aslına bakarsanız bu durum futbol açısından da sürdürülebilir değil ve birçok kişi de bunun farkında. Avrupa'da özellikle St.Pauli, St.Etienne , Liverpool, Livorno ve West Ham gibi takımların kendi taraftarlarına ve takipçilerine olabildiğince vefalı baktıkları ve onları müşteri konumundan ziyade, ailenin birer ferdi gibi düşündükleri biliniyor.
Özellikle Borussia Dortmund'un endüstriyel futbol düzenine muhalefet ederek neleri başardığını görmek lazım.
Sıra dışı yaşamıyla tanıdığımız Cristiano Lucarelli'nin Napoli'den ''Milyonlarınız size kalsın.'' diyerek sembolik bir bedelle İtalya'nın yoksul liman kenti Livorno takımına yaptığı tepkisel transferin mantığı anlaşılmazsa ya da ünlü İspanyol futbolcu Juan Mata'nın ''Modern futboldan nefret edenleri anlıyorum,futboldaki abartılı para ilişkisi normale dönmeli.'' şeklindeki uyarısı dikkate alınmazsa güzel oyunun geleceği adına güzel şeyler söylememiz mümkün olmayacak.
………………………………………………
Elazığspor, hafta sonu gruptaki üçüncü maçında Ümraniyespor ile karşılaşacak. Bu maça dair görüşlerimi ve analizlerimi bir sonraki yazıda okuyabilirsiniz.
Sevgiyle ve huzurla kalın..