GÖZTEPE'NİN ŞİFRELERİNİ ORTA ALAN SİSTEMİMİZLE KIRDIK
Sırasıyla, Bolu maçının 60 dakikası, Ümraniye ve Eskişehir maçlarının 45 dakikası, Giresun maçının ise genelinde iyi oynamıştık
Sırasıyla, Bolu maçının 60 dakikası, Ümraniye ve Eskişehir maçlarının 45 dakikası, Giresun maçının ise genelinde iyi oynamıştık. Performans takvimimiz, her geçen hafta üzerine koyduğumuzu gösteriyordu.
Rakip şimdi Göztepe'ydi… Maçın analizine geçmeden önce sahada bizi bekleyen pozitif ve negatif faktörleri mercek altına alalım. Hangilerinin avantaja ve dezavantaja dönüştüğünü birlikte görelim.
NEGATİF FAKTÖRLER
1985 gündür devam eden İzmir fobimiz acabalarımızı arttırıyordu.
Kadro genişliklerine bakıldığında, Göztepe'nin iki ayrı 11 çıkaracak potansiyeli vardı. (14 yeni transfer, 4 kiralıktan dönen) Tam aksine takımımız, transfer yasağından dolayı alt yapı takviyeli kadrosuyla yoluna devam ediyordu.
Liderlik koltuğunda oturmanın yüklediği moral ve motivasyon, rakibimizin iştahını arttırıyordu.
Seyirci baskısını htirmek için Atatürk Stadyumundan Bornova'daki daha az kapasiteli butik bir stada taşınmışlardı. Ve ilk maçı bizimle oynayacaklardı. Taraftar-takım bütünleşmesini göstermek adına önemli bir fırsattı bu… Dolu tribünler önünde oynayacaktık.
Maçtan 1 gün önce Çağlar Şahin Akbaba'nın 'Handikap Operasyonu' kapsamında otelden alınarak İstanbul'a götürülmesi, kafilenin keyfini kaçırmıştı.
POZİTİF FAKTÖRLER
Ogün Temizkanoğlu'nun arayışları sonuç vermiş, yeni bir sistem ve takım iskeleti oluşmuştu. Eskişehir ve Giresun maçlarında test ettiği bu düzen oturmuş ve verim vermeye başlamıştı. (Tek ön libero+ Sol önde Bilgiç'li)
Giresun galibiyetinin primlerinin dağıtılması ve geçmişe dönük borçların temizlenmeye başlanması takım üzerinde pozitif etki yaratmıştı.
Dar rotasyonlu oluşumuz her ne kadar dezavantaj gibi görülse de birkaç senedir birlikte oynama alışkanlığı edinmiş bir ekiptik ve oyuncularımız özellikle zorluk derecesi yüksek olan maçlara daha iyi konsantre oluyorlardı. Rakip, yeni oluşturulmuş bir kadroyla sahadayken, bizim takımın bu tip baskılı ortamlarda oynama tecrübesi vardı.
***
Göztepe beklediğimiz gibi; kalede Günay, sağ bekte Tanju, sol bekte Schwechlen, stoperde Gençer ve Lokman, ön liberoda Segbefia-Gosso, önlerinde Gökhan Karadeniz, sağda Tayfur, solda Halil, ileride ise Jahovic şeklinde çıktı sahaya… Elazığspor ise kazanan takımı bozmayarak, kalede Serdar, sağ bekte Ali Fırat, sol bekte Onur, stoperde Yiğit ve Kalkan, ön liberoda Çağrı, önlerinde Traore-Kayalı, sağda Tom, solda Bilgiç, tek forvette ise Ömer'le başlamıştı.
***
Bazı takımlar seyircisinin coşkusuna ayak uydurabilmek için tempo yaparak başlamak isterler. İlk düdükle birlikte önde prese ve topu kaptığında dikine oynamaya şartlanmışlardır. Göztepe'de öyle yaptı. Savunma hatlarını daha ilk dakikadan itibaren orta alana yakın kurmaya çalıştılar. Bu sayede oyunu 50-60 metrelere sıkıştırıp üzerimizde baskı ortamı oluşturmak istediler. Hücum bölgesinde kaliteli ayaklara sahip olduklarından bir an evvel topu o isimlerle buluşturmak için hızlı ve çabuk bir oyunu tercih ettiler. Fakat her iç saha maçında bu sistemi oynayamazsınız. Hele hele rakibiniz Tom ve Bilgiç gibi kanat sprinterlerine sahipse, savunmayı orta çizgi seviyelerine çekmek akıllıca bir iş olmayabilir. Henüz 3. dakikada Bilgiç'in arkaya atılan bir topta kaleciyle karşı karşıya kalması bu şablonun tutmayacağını göstermişti. 11. dakikada Kayalı'nın duran topunda Kalkan'ın kafasıyla öne geçtik derken tartışmalı bir bayrak kalktı. İzlediğimiz açı, pozisyonu yorumlamak için doğru bir açı değildi. Oyuncularımız hakeme itiraz etmekle meşgulken bir anlık konsantrasyon boşluğundan yararlanan ev sahibi takım, Serdar'ın ikramıyla 1-0 öne geçti. Havuza tokatlanan topa plase yaptı Halil… Golden sonra Göztepe'nin daha kontrollü bir oyun sergileyeceğini düşünenler yine yanıldı. Santradan sonra gördük ki geri adım atmıyorlardı. Amaçları hızlı bir şekilde 2 farkı bulup rahatlamaktı. İlk dakikalarda yakaladığımız pozisyona benzer şekilde boş alana koşu yapan Bilgiç'in dönen topuna vuran Kayalı beraberliği getirdi. Dakikalar 15'i gösteriyordu. Bu gol ile ilk yarının bitimine kadar olan dilimde ev sahibi ekip Halil, Tayfur ve Gökhan Karadeniz ile 3 şut girişiminde bulundu. Topa daha fazla sahip olmalarına rağmen özellikle orta alandaki dirençli futbolumuz onları kanat organizasyonlarına zorladı. İkinci yarı daha dengeli bir oyun vardı. Okan Buruk, Traore ve Kayalı karşısında ezilen Segbefia'yı alarak tecrübeli Doğa Kaya'yı sürdü oyuna... 59'da Gökhan'ın yerine giren Leroy George, takımını ateşleme adına birkaç kanat bindirmesi denese de olmadı yapamadılar. Duvara tosladılar. Maçın temposunu düşüren ekibimiz, ayağa paslarla topu olabildiğince kaleden uzak tutmaya çalıştı. Ömer Yıldız'ın sırtı kaleye dönük yaptığı servisler ve stoperleri gezdirerek Bilgiç ve Tom'a açtığı koridorlar bu işi daha da kolaylaştırdı. Böyle olunca ciddi baskı yemedik. Bunalmadık. Orta alanı geçtiğimiz zamanlarda birkaç pozisyon da bulduk. Uzak mesafeden kaleyi gören Traore'nın şutu direkten dışarı çıkarken, 79'da Ömer ile çok net bir fırsatı değerlendiremedik.
***
Bu satırları okuyanlar bilir. Merkez alan kurgumuzun fark yarattığını yazarım hep… Göztepe maçını dikkatle takip eden gözler ne demek istediğimi daha iyi anlamışlardır. Çağrı-Kayalı-Traore'den oluşan tek ön liberolu baklava dilimi modeli, rakiplerin set oyununu ciddi anlamda hırpalıyor. Çağrı'nın defansif özelliklerine, Traore ve Kayalı'nın hem ofansif hem de defansif verimleri eklenince merkez alan kompakt bir hale geliyor. Örneğin; Göztepe'de set oyunu kurmak için stoperlerinin arasına gelen Gosso, topu aldığında Segbefia veya Gökhan Karadeniz'i göremiyor. Baklava dilimimiz onu kanatlara oynamaya zorluyor. Ali Fırat Okur ve Onur Güney sadece alanlarını savunmakla görevlendirildikleri için Tayfur ve Halil pas alabilmek adına geriye gelmek zorunda kalıyorlar. Bu iki isim topla her buluştuklarında adam eksiltmek ve yakın oynayan Elazığ savunmacılarının arasına dalmak durumundalar yani… Mesela Halil Akbunar gibi bir zıpkına set çekebilmek kolay iş değildir. Maç boyunca kontra yakalandığımız birkaç pozisyon hariç o koridoru nefis kapattı Ali Fırat... Halil'e daha ilk topta baskı kurdu. Ama baskıyı ona yapışmayarak yaptı. O da biliyordu ki Halil'e sürtünerek oynarsanız arkaya kaçırabilirsiniz. Mesafeyi koruyarak sadece pas trafiğini kesmek için doğru zamanda hamle yaparsanız Halil'i ancak öyle yıldırırsınız. Ali Fırat maçın adamıydı ve bu saydıklarımın hemen hemen tamamını layıkıyla yerine getirdi. Tayfur'un bölgesini ise Onur Güney tecrübesiyle kapatmaya çalıştı. 25 ile 45. dakikalar arası zorlanmasına rağmen başarılı bir şekilde savundu kanadını… Hal böyle olunca ne merkezden ne de kenarlardan delinmedik. Tüm planlarını bozduk Okan Buruk'un… Yiğit ve Kalkan'ın her zamanki gibi ortalamanın üzerinde oynamaları, Bilgiç ve Tom'un her koşu yaptıklarında pozisyon bulmaları ve sonradan oyuna giren Mesut ile Binya'nın verdikleri katkılar, rakip her kim olursa olsun puanlara ortak olduğumuzun mesajıydı. Biz bu mesajı haftalardır veriyoruz. Bu kalibreye taşınmamızda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.
Rakip şimdi Göztepe'ydi… Maçın analizine geçmeden önce sahada bizi bekleyen pozitif ve negatif faktörleri mercek altına alalım. Hangilerinin avantaja ve dezavantaja dönüştüğünü birlikte görelim.
NEGATİF FAKTÖRLER
1985 gündür devam eden İzmir fobimiz acabalarımızı arttırıyordu.
Kadro genişliklerine bakıldığında, Göztepe'nin iki ayrı 11 çıkaracak potansiyeli vardı. (14 yeni transfer, 4 kiralıktan dönen) Tam aksine takımımız, transfer yasağından dolayı alt yapı takviyeli kadrosuyla yoluna devam ediyordu.
Liderlik koltuğunda oturmanın yüklediği moral ve motivasyon, rakibimizin iştahını arttırıyordu.
Seyirci baskısını htirmek için Atatürk Stadyumundan Bornova'daki daha az kapasiteli butik bir stada taşınmışlardı. Ve ilk maçı bizimle oynayacaklardı. Taraftar-takım bütünleşmesini göstermek adına önemli bir fırsattı bu… Dolu tribünler önünde oynayacaktık.
Maçtan 1 gün önce Çağlar Şahin Akbaba'nın 'Handikap Operasyonu' kapsamında otelden alınarak İstanbul'a götürülmesi, kafilenin keyfini kaçırmıştı.
POZİTİF FAKTÖRLER
Ogün Temizkanoğlu'nun arayışları sonuç vermiş, yeni bir sistem ve takım iskeleti oluşmuştu. Eskişehir ve Giresun maçlarında test ettiği bu düzen oturmuş ve verim vermeye başlamıştı. (Tek ön libero+ Sol önde Bilgiç'li)
Giresun galibiyetinin primlerinin dağıtılması ve geçmişe dönük borçların temizlenmeye başlanması takım üzerinde pozitif etki yaratmıştı.
Dar rotasyonlu oluşumuz her ne kadar dezavantaj gibi görülse de birkaç senedir birlikte oynama alışkanlığı edinmiş bir ekiptik ve oyuncularımız özellikle zorluk derecesi yüksek olan maçlara daha iyi konsantre oluyorlardı. Rakip, yeni oluşturulmuş bir kadroyla sahadayken, bizim takımın bu tip baskılı ortamlarda oynama tecrübesi vardı.
***
Göztepe beklediğimiz gibi; kalede Günay, sağ bekte Tanju, sol bekte Schwechlen, stoperde Gençer ve Lokman, ön liberoda Segbefia-Gosso, önlerinde Gökhan Karadeniz, sağda Tayfur, solda Halil, ileride ise Jahovic şeklinde çıktı sahaya… Elazığspor ise kazanan takımı bozmayarak, kalede Serdar, sağ bekte Ali Fırat, sol bekte Onur, stoperde Yiğit ve Kalkan, ön liberoda Çağrı, önlerinde Traore-Kayalı, sağda Tom, solda Bilgiç, tek forvette ise Ömer'le başlamıştı.
***
Bazı takımlar seyircisinin coşkusuna ayak uydurabilmek için tempo yaparak başlamak isterler. İlk düdükle birlikte önde prese ve topu kaptığında dikine oynamaya şartlanmışlardır. Göztepe'de öyle yaptı. Savunma hatlarını daha ilk dakikadan itibaren orta alana yakın kurmaya çalıştılar. Bu sayede oyunu 50-60 metrelere sıkıştırıp üzerimizde baskı ortamı oluşturmak istediler. Hücum bölgesinde kaliteli ayaklara sahip olduklarından bir an evvel topu o isimlerle buluşturmak için hızlı ve çabuk bir oyunu tercih ettiler. Fakat her iç saha maçında bu sistemi oynayamazsınız. Hele hele rakibiniz Tom ve Bilgiç gibi kanat sprinterlerine sahipse, savunmayı orta çizgi seviyelerine çekmek akıllıca bir iş olmayabilir. Henüz 3. dakikada Bilgiç'in arkaya atılan bir topta kaleciyle karşı karşıya kalması bu şablonun tutmayacağını göstermişti. 11. dakikada Kayalı'nın duran topunda Kalkan'ın kafasıyla öne geçtik derken tartışmalı bir bayrak kalktı. İzlediğimiz açı, pozisyonu yorumlamak için doğru bir açı değildi. Oyuncularımız hakeme itiraz etmekle meşgulken bir anlık konsantrasyon boşluğundan yararlanan ev sahibi takım, Serdar'ın ikramıyla 1-0 öne geçti. Havuza tokatlanan topa plase yaptı Halil… Golden sonra Göztepe'nin daha kontrollü bir oyun sergileyeceğini düşünenler yine yanıldı. Santradan sonra gördük ki geri adım atmıyorlardı. Amaçları hızlı bir şekilde 2 farkı bulup rahatlamaktı. İlk dakikalarda yakaladığımız pozisyona benzer şekilde boş alana koşu yapan Bilgiç'in dönen topuna vuran Kayalı beraberliği getirdi. Dakikalar 15'i gösteriyordu. Bu gol ile ilk yarının bitimine kadar olan dilimde ev sahibi ekip Halil, Tayfur ve Gökhan Karadeniz ile 3 şut girişiminde bulundu. Topa daha fazla sahip olmalarına rağmen özellikle orta alandaki dirençli futbolumuz onları kanat organizasyonlarına zorladı. İkinci yarı daha dengeli bir oyun vardı. Okan Buruk, Traore ve Kayalı karşısında ezilen Segbefia'yı alarak tecrübeli Doğa Kaya'yı sürdü oyuna... 59'da Gökhan'ın yerine giren Leroy George, takımını ateşleme adına birkaç kanat bindirmesi denese de olmadı yapamadılar. Duvara tosladılar. Maçın temposunu düşüren ekibimiz, ayağa paslarla topu olabildiğince kaleden uzak tutmaya çalıştı. Ömer Yıldız'ın sırtı kaleye dönük yaptığı servisler ve stoperleri gezdirerek Bilgiç ve Tom'a açtığı koridorlar bu işi daha da kolaylaştırdı. Böyle olunca ciddi baskı yemedik. Bunalmadık. Orta alanı geçtiğimiz zamanlarda birkaç pozisyon da bulduk. Uzak mesafeden kaleyi gören Traore'nın şutu direkten dışarı çıkarken, 79'da Ömer ile çok net bir fırsatı değerlendiremedik.
***
Bu satırları okuyanlar bilir. Merkez alan kurgumuzun fark yarattığını yazarım hep… Göztepe maçını dikkatle takip eden gözler ne demek istediğimi daha iyi anlamışlardır. Çağrı-Kayalı-Traore'den oluşan tek ön liberolu baklava dilimi modeli, rakiplerin set oyununu ciddi anlamda hırpalıyor. Çağrı'nın defansif özelliklerine, Traore ve Kayalı'nın hem ofansif hem de defansif verimleri eklenince merkez alan kompakt bir hale geliyor. Örneğin; Göztepe'de set oyunu kurmak için stoperlerinin arasına gelen Gosso, topu aldığında Segbefia veya Gökhan Karadeniz'i göremiyor. Baklava dilimimiz onu kanatlara oynamaya zorluyor. Ali Fırat Okur ve Onur Güney sadece alanlarını savunmakla görevlendirildikleri için Tayfur ve Halil pas alabilmek adına geriye gelmek zorunda kalıyorlar. Bu iki isim topla her buluştuklarında adam eksiltmek ve yakın oynayan Elazığ savunmacılarının arasına dalmak durumundalar yani… Mesela Halil Akbunar gibi bir zıpkına set çekebilmek kolay iş değildir. Maç boyunca kontra yakalandığımız birkaç pozisyon hariç o koridoru nefis kapattı Ali Fırat... Halil'e daha ilk topta baskı kurdu. Ama baskıyı ona yapışmayarak yaptı. O da biliyordu ki Halil'e sürtünerek oynarsanız arkaya kaçırabilirsiniz. Mesafeyi koruyarak sadece pas trafiğini kesmek için doğru zamanda hamle yaparsanız Halil'i ancak öyle yıldırırsınız. Ali Fırat maçın adamıydı ve bu saydıklarımın hemen hemen tamamını layıkıyla yerine getirdi. Tayfur'un bölgesini ise Onur Güney tecrübesiyle kapatmaya çalıştı. 25 ile 45. dakikalar arası zorlanmasına rağmen başarılı bir şekilde savundu kanadını… Hal böyle olunca ne merkezden ne de kenarlardan delinmedik. Tüm planlarını bozduk Okan Buruk'un… Yiğit ve Kalkan'ın her zamanki gibi ortalamanın üzerinde oynamaları, Bilgiç ve Tom'un her koşu yaptıklarında pozisyon bulmaları ve sonradan oyuna giren Mesut ile Binya'nın verdikleri katkılar, rakip her kim olursa olsun puanlara ortak olduğumuzun mesajıydı. Biz bu mesajı haftalardır veriyoruz. Bu kalibreye taşınmamızda emeği geçen herkese teşekkür ediyorum.