GÖZLERİNİ AÇ VE İYİCE OKU!
1719 yılında yayımlanan 'Robinson Crusoe' romanının ilk baskısında, orijinal adı oldukça uzundur
1719 yılında yayımlanan 'Robinson Crusoe' romanının ilk baskısında, orijinal adı oldukça uzundur.
'The Life and Strange Surprizing Adventures of Robinson Crusoe, Of York, Mariner: Who lived Eight and Twenty Years, diger alone in an un-inhabited Island on the Coast of America, near the Mouth of the Great River of Oroonoque; Having been cast on Shore by Shipwreck, wherein diger the Men perished but himself. With An Account how he was at last as strangely deliver'd by Pyrates.'
Bu roman başlığının Türkçe'ye çevirisi ise kısaca şöyledir.
'York'lu Bir Denizci olan Robinson Crusoe'nın Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.'
Romana bu şekilde uzun bir başlığın atılması; edebi bir yapıtın ilgi çekiciliğinin ancak o yapıtın başlığının aydınlatıcı içeriğinden kaynaklanabileceğini düşünen bir zihnin yadsınamaz baskınlığından mıdır? Yoksa 18. yüzyıl Avrupası'na dair edebi bir kültür anlayışının gerekliliğinden midir? Bilinmez. Kim bilir, belki de özlü ve merak uyandırıcı başlık bulabilmenin yıpratıcı sıkıntısından kaçmanın kolaylığı…
*****
Robinson Crusoe'nın, gerçek bir yaşamdan esinlenerek kaleme alındığı söylenir. Roman, baş karakterin 28 yıl ıssız bir adada sürdürdüğü ilginç bir yaşamı gözler önüne serer. Dile kolay 28 yıl… Hakkında endişelenecek ya da sorun çıkaracak hiçbir insanın olmadığı, içinden pırıl pırıl ırmakların aktığı, meyveli ağaçlarla dolu, kuş cıvıltılarının haricinde yoğun bir sessizliğin hüküm sürdüğü bir adada tek başına yaşamak…
Nihayetinde bir korsan gemisi çıka gelmiş ve koya demir atmış 28 yıl sonra… Gemiden birkaç kişi küçük bir sanddigera kıyıya doğru yanaşmaya başlamış… Görünce onları Robinson, çok mutlu olmuş. Kulübesinden çıkarak heyecanla kumsala koşmuş… Sandaldan inen elbiseli, çizmeli, fularlı, şapkalı insanlara sevinçle sarılmış sıkı sıkıya… Kucaklaşmış onlarla yıllar öncesi bıraktıklarıyla kucaklaşır gibi…
'Gerçek dünyamın insanları hoş geldiniz! Bana yeni dünya hakkında konuşun! Yeni dünyaya ait ne var?'
Adamlardan biri gayet sakin bir halde cevap vermiş.
'Bir tomar gazete!'
'Bu gazeteleri neden getirdiniz? Neden onları yanınızda taşıdınız?'
Cevap vermiş adam…
''Önce bunlara bir bak! Dünyada neler olup bittiğini gör! Bize kurtulmak isteyip istemediğini öyle söyle! Gözlerini aç ve iyice oku!'
*****
'Gözlerini aç ve yüksek sesle oku!' dedi Sakdigerı Mustafa… Ahşap masanın üzerine serpilmiş gazeteleri göstererek… Başladım okumaya…
'82 yaşındaki Fatma nine evinin önünde çıkan kavgaya karıştığı sırada bir kılıç maharetiyle kullandığı bastonunun tehlikeli silah sayılması yüzünden 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hkim, Fatma ninenin ilerlemiş yaşını göz önüne alarak cezayı, 3 bin liralık adli para cezasına çevirdi.
'Genç olsaydım eskrim hocalığı yapar, namusumla öderdim.' deyip parayı ödeyemeceğini beyan eden 82 yaşındaki Fatma nine, bu sefer de kamu cezası alarak 7 ay boyunca kar kış demeden her gün 4 saat, cami önünde nöbet tutmaya başladı. Gardiyanlığını ise cami imamı üstlendi…'
Duyunca bunları öfkelendi 'Kes! daraldım.' dedi, Sakdigerı Mustafa… 'La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.' çekti arka arkaya 3 kez… Derin nefes aldı… Ardından okkalı küfürleri yapıştırdı, kararı veren Hkime… olaya sessiz kalan Kaymakama… gardiyanlığa özenen İmama… Ve bilahr…
Sonra ayağa kalktı hiddetle… İleriye doğru bir, iki adım attı… Geri döndü tekrar… Masanın üstündeki gazeteye odaklandı gözleri… Bir müddet kala kaldı öylece…
'Bilimisin gardaş? Ahan bu hkim var ya! Onu 'fetönün askerleri' nin davasına vermeli ki, hkimliğini neneye göstereceğine bu alçaklara göstersin…
Hele bak şu resme!' dedi… Gazetenin ilk sayfasını işaret ederek…
'Adamlar mahpustayken Hollanda'nın Montofon İnekleri'ne dönmüşler adeta… Bayağı beslenip, tavlanmışlar… Öz güvende gelmiş alçaklara! Nasıl da başları dik yüriler? Üstlerini başlarını göri misin? Tıpkı manken gibiler…
Herifler askerken içlerinde ukde kalan şeyleri yapma fırsatı bulmuşlar baksana! Gözlerin aç iyi bak! Bak hele bakk! Saçlarını uzatanlar mı dersin, pala bıyık bırakanlar mı? Keçi sakdigerısından, at kuyruklusundan ne ararsan var içlerinde…
Bu hainlerin var ya! Ahan bu soysuzların önce saçlarını iyice kazıyacaksın… Üstlerine de kürek mahkumlarına giydirilen çizgili kıyafetleri giydirip, ayaklarına da pranga vuracaksın ki görünce milletin yüreği biraz soğuya…
Yav bırak yüreğimizin soğumasını, görüp okuduklarımız bizi hiddetlendiri de üstelik… La havle vela…
*****
Robinson Crusoe' ya seslendi, adam…
''Önce bunlara bir bak! Dünyada neler olup bittiğini gör! Bize kurtulmak isteyip istemediğini öyle söyle! Gözlerini aç ve iyice oku!'
'The Life and Strange Surprizing Adventures of Robinson Crusoe, Of York, Mariner: Who lived Eight and Twenty Years, diger alone in an un-inhabited Island on the Coast of America, near the Mouth of the Great River of Oroonoque; Having been cast on Shore by Shipwreck, wherein diger the Men perished but himself. With An Account how he was at last as strangely deliver'd by Pyrates.'
Bu roman başlığının Türkçe'ye çevirisi ise kısaca şöyledir.
'York'lu Bir Denizci olan Robinson Crusoe'nın Kendi Kaleminden, Deniz Kazası ile Düştüğü Amerika Sahillerindeki Oroonoque Nehri Ağzındaki Issız Bir Adada 28 Yılını Geçirirken Yaşadığı Serüvenler ve Korsanlar Tarafından Kurtarılması.'
Romana bu şekilde uzun bir başlığın atılması; edebi bir yapıtın ilgi çekiciliğinin ancak o yapıtın başlığının aydınlatıcı içeriğinden kaynaklanabileceğini düşünen bir zihnin yadsınamaz baskınlığından mıdır? Yoksa 18. yüzyıl Avrupası'na dair edebi bir kültür anlayışının gerekliliğinden midir? Bilinmez. Kim bilir, belki de özlü ve merak uyandırıcı başlık bulabilmenin yıpratıcı sıkıntısından kaçmanın kolaylığı…
*****
Robinson Crusoe'nın, gerçek bir yaşamdan esinlenerek kaleme alındığı söylenir. Roman, baş karakterin 28 yıl ıssız bir adada sürdürdüğü ilginç bir yaşamı gözler önüne serer. Dile kolay 28 yıl… Hakkında endişelenecek ya da sorun çıkaracak hiçbir insanın olmadığı, içinden pırıl pırıl ırmakların aktığı, meyveli ağaçlarla dolu, kuş cıvıltılarının haricinde yoğun bir sessizliğin hüküm sürdüğü bir adada tek başına yaşamak…
Nihayetinde bir korsan gemisi çıka gelmiş ve koya demir atmış 28 yıl sonra… Gemiden birkaç kişi küçük bir sanddigera kıyıya doğru yanaşmaya başlamış… Görünce onları Robinson, çok mutlu olmuş. Kulübesinden çıkarak heyecanla kumsala koşmuş… Sandaldan inen elbiseli, çizmeli, fularlı, şapkalı insanlara sevinçle sarılmış sıkı sıkıya… Kucaklaşmış onlarla yıllar öncesi bıraktıklarıyla kucaklaşır gibi…
'Gerçek dünyamın insanları hoş geldiniz! Bana yeni dünya hakkında konuşun! Yeni dünyaya ait ne var?'
Adamlardan biri gayet sakin bir halde cevap vermiş.
'Bir tomar gazete!'
'Bu gazeteleri neden getirdiniz? Neden onları yanınızda taşıdınız?'
Cevap vermiş adam…
''Önce bunlara bir bak! Dünyada neler olup bittiğini gör! Bize kurtulmak isteyip istemediğini öyle söyle! Gözlerini aç ve iyice oku!'
*****
'Gözlerini aç ve yüksek sesle oku!' dedi Sakdigerı Mustafa… Ahşap masanın üzerine serpilmiş gazeteleri göstererek… Başladım okumaya…
'82 yaşındaki Fatma nine evinin önünde çıkan kavgaya karıştığı sırada bir kılıç maharetiyle kullandığı bastonunun tehlikeli silah sayılması yüzünden 3 ay hapis cezasına çarptırıldı. Hkim, Fatma ninenin ilerlemiş yaşını göz önüne alarak cezayı, 3 bin liralık adli para cezasına çevirdi.
'Genç olsaydım eskrim hocalığı yapar, namusumla öderdim.' deyip parayı ödeyemeceğini beyan eden 82 yaşındaki Fatma nine, bu sefer de kamu cezası alarak 7 ay boyunca kar kış demeden her gün 4 saat, cami önünde nöbet tutmaya başladı. Gardiyanlığını ise cami imamı üstlendi…'
Duyunca bunları öfkelendi 'Kes! daraldım.' dedi, Sakdigerı Mustafa… 'La havle vela kuvvete illa billahil aliyyil azim.' çekti arka arkaya 3 kez… Derin nefes aldı… Ardından okkalı küfürleri yapıştırdı, kararı veren Hkime… olaya sessiz kalan Kaymakama… gardiyanlığa özenen İmama… Ve bilahr…
Sonra ayağa kalktı hiddetle… İleriye doğru bir, iki adım attı… Geri döndü tekrar… Masanın üstündeki gazeteye odaklandı gözleri… Bir müddet kala kaldı öylece…
'Bilimisin gardaş? Ahan bu hkim var ya! Onu 'fetönün askerleri' nin davasına vermeli ki, hkimliğini neneye göstereceğine bu alçaklara göstersin…
Hele bak şu resme!' dedi… Gazetenin ilk sayfasını işaret ederek…
'Adamlar mahpustayken Hollanda'nın Montofon İnekleri'ne dönmüşler adeta… Bayağı beslenip, tavlanmışlar… Öz güvende gelmiş alçaklara! Nasıl da başları dik yüriler? Üstlerini başlarını göri misin? Tıpkı manken gibiler…
Herifler askerken içlerinde ukde kalan şeyleri yapma fırsatı bulmuşlar baksana! Gözlerin aç iyi bak! Bak hele bakk! Saçlarını uzatanlar mı dersin, pala bıyık bırakanlar mı? Keçi sakdigerısından, at kuyruklusundan ne ararsan var içlerinde…
Bu hainlerin var ya! Ahan bu soysuzların önce saçlarını iyice kazıyacaksın… Üstlerine de kürek mahkumlarına giydirilen çizgili kıyafetleri giydirip, ayaklarına da pranga vuracaksın ki görünce milletin yüreği biraz soğuya…
Yav bırak yüreğimizin soğumasını, görüp okuduklarımız bizi hiddetlendiri de üstelik… La havle vela…
*****
Robinson Crusoe' ya seslendi, adam…
''Önce bunlara bir bak! Dünyada neler olup bittiğini gör! Bize kurtulmak isteyip istemediğini öyle söyle! Gözlerini aç ve iyice oku!'