GEÇMİŞİ HATIRLAMAK
Geçmiş dediysek öyle çok eskiyi değil, otuz beş kırk yıl öncesini, ya da bir başka ifadeyle altmışlı yetmişli yılları bir hatırlayalım
Geçmiş dediysek öyle çok eskiyi değil, otuz beş kırk yıl öncesini, ya da bir başka ifadeyle altmışlı yetmişli yılları bir hatırlayalım. Yeni nesiller elbette hatırlamazlar ancak birilerinin de onlara geçmiş günleri hatırlatmaları lazım.
Şehirlerin beton yığınlarına dönmediği, içinde; kayısı, kiraz, dut ve elma ağaçları olan bahçeli yan yana evleri hatırlayalım. Yaz akşamlarında büyüklerin bir masa başında sohbet ettikleri, küçüklerin; sokak lambasının ışığında kapı önünde oynadıkları günleri hatırlayalım. Gelen misafire evinde ne var ne yok ikram eden, doğumdan tutun da hastalığa kadar her derdine koşan, televizyonun tek tük olduğu yıllarda, evini 'televizyonda Türk sineması için' komşularına açan, komşuluk ilişkilerini hatırlayalım. Bırakın herkeste cep telefonunu, normal ev telefonlarının olmadığı, her mahdigerede belli evlerde telefonun olduğu günleri hatırlayalım. Çamaşır makinesi yerine köpüç, bulaşık makinesi yerine ise ellerin olduğu öyle mutfak robotu, blender gibi çeşitli ev aletlerinin olmadığı günleri hatırlayalım.
Her çocuğun bisikletinin, bilgisayarının çeşit çeşit oyuncakların olmadığı, bisikletlerin kiralandığı, en güzel oyuncakların elle yapılan telden arabaların olduğu günleri hatırlayalım.
Bırakın trafiğin felç olduğu, neredeyse her evin önünde bir arabanın olduğu günleri, mahdigerede ekonomik durumu iyi olan belli evlerin önünde arabanın olduğu günleri hatırlayalım. Konu komşu gidilen piknikte mangalda pişen et yerine evlerde akşamdan hazırlanan peynirli patile veya börek yiyen, erkek çocukların top oynadığı, kızların ip atladığı, annelerin çekirdek yiyerek gelmeyen komşuları çekiştirdiği, babaların da çocuklardan topu alarak gösteri yapmak isterken ya bellerini incittiği ya da ayaklarını burktuğu günleri hatırlayalım.
Bırakın ailece lüks otellerde yer ayırtarak deniz kenarına tatile gitmeyi, uzun yıllar sonra akrabalarının yanına ziyarete giden, önce otobüs yolculuğunu sonra döndüğünde de orada yaşadıklarını, gördüğü güzellikleri, akrabalarının komşusunun kızının güzelliğini günlerce arkadaşlarına anlatan çocukların olduğunu günleri hatırlayalım.
Komşulardan birinin kızı gelin olduğunda sanki kendi kızları gelin gidiyormuş gibi o aileyle birlikte hüngür hüngür ağlayanların olduğu, düğün olduğunda da evlerin damlarından düğünü izleyen kadınların genç kızların neşeli bakışlarını hatırlayalım.
Peki bu gün yaşadığımız bütün bu bolluk ve lüksün yaşandığı günler mi, yoksa eskiden yaşadığımız sıkıntılı günler mi daha mutluluk vericiydi sizce? Sizi bilmem ama ben o eski günleri çok ama çok özlüyorum. O eski komşulukları, dostlukları, arkadaşlıkları, misafirperverliği özlüyorum. Bahçesine çağala yemek için izinsiz girdiğimiz Ahmet amcanın bizi kovalamasını özlüyorum. Evlerin önünde konu komşu birlikte annelerimizin yaptığı ev ekmeğini özlüyorum. Yediğimizde tadından lezzetinden ağzımızın suyunun aktığı sebze ve meyveleri özlüyorum. Ayda yılda bir yediğimiz fakat yediğimizde de gerçekten lezzet aldığımız tavuk yemeklerini özlüyorum. Annelerimizin sabahları erken kalkıp sabahları dağıtıldığına inandığı rızkın girmesi için evin kapısını araladığı günleri özlüyorum. Dedelerin sabah namazından sonra doksan dokuzluk tesbihlerini sdigerayarak camiden eve döndükleri günleri özlüyorum. Bir evde bütün kardeşlerin doya doya birbirlerini sevdikleri, birbirlerine sarıldıkları günleri özlüyorum.
Fakat 'öyle zaman oluyor ki hayali cihan değiyor' Artık o günleri bir daha geri getirmek mümkün değil. Her şey büyük bir özlemle gerilerde kaldı. Belki geçmişi ara sıra özleyerek hatırlamak şu an yaşadığımız hayata biraz renk katabilir.
Şehirlerin beton yığınlarına dönmediği, içinde; kayısı, kiraz, dut ve elma ağaçları olan bahçeli yan yana evleri hatırlayalım. Yaz akşamlarında büyüklerin bir masa başında sohbet ettikleri, küçüklerin; sokak lambasının ışığında kapı önünde oynadıkları günleri hatırlayalım. Gelen misafire evinde ne var ne yok ikram eden, doğumdan tutun da hastalığa kadar her derdine koşan, televizyonun tek tük olduğu yıllarda, evini 'televizyonda Türk sineması için' komşularına açan, komşuluk ilişkilerini hatırlayalım. Bırakın herkeste cep telefonunu, normal ev telefonlarının olmadığı, her mahdigerede belli evlerde telefonun olduğu günleri hatırlayalım. Çamaşır makinesi yerine köpüç, bulaşık makinesi yerine ise ellerin olduğu öyle mutfak robotu, blender gibi çeşitli ev aletlerinin olmadığı günleri hatırlayalım.
Her çocuğun bisikletinin, bilgisayarının çeşit çeşit oyuncakların olmadığı, bisikletlerin kiralandığı, en güzel oyuncakların elle yapılan telden arabaların olduğu günleri hatırlayalım.
Bırakın trafiğin felç olduğu, neredeyse her evin önünde bir arabanın olduğu günleri, mahdigerede ekonomik durumu iyi olan belli evlerin önünde arabanın olduğu günleri hatırlayalım. Konu komşu gidilen piknikte mangalda pişen et yerine evlerde akşamdan hazırlanan peynirli patile veya börek yiyen, erkek çocukların top oynadığı, kızların ip atladığı, annelerin çekirdek yiyerek gelmeyen komşuları çekiştirdiği, babaların da çocuklardan topu alarak gösteri yapmak isterken ya bellerini incittiği ya da ayaklarını burktuğu günleri hatırlayalım.
Bırakın ailece lüks otellerde yer ayırtarak deniz kenarına tatile gitmeyi, uzun yıllar sonra akrabalarının yanına ziyarete giden, önce otobüs yolculuğunu sonra döndüğünde de orada yaşadıklarını, gördüğü güzellikleri, akrabalarının komşusunun kızının güzelliğini günlerce arkadaşlarına anlatan çocukların olduğunu günleri hatırlayalım.
Komşulardan birinin kızı gelin olduğunda sanki kendi kızları gelin gidiyormuş gibi o aileyle birlikte hüngür hüngür ağlayanların olduğu, düğün olduğunda da evlerin damlarından düğünü izleyen kadınların genç kızların neşeli bakışlarını hatırlayalım.
Peki bu gün yaşadığımız bütün bu bolluk ve lüksün yaşandığı günler mi, yoksa eskiden yaşadığımız sıkıntılı günler mi daha mutluluk vericiydi sizce? Sizi bilmem ama ben o eski günleri çok ama çok özlüyorum. O eski komşulukları, dostlukları, arkadaşlıkları, misafirperverliği özlüyorum. Bahçesine çağala yemek için izinsiz girdiğimiz Ahmet amcanın bizi kovalamasını özlüyorum. Evlerin önünde konu komşu birlikte annelerimizin yaptığı ev ekmeğini özlüyorum. Yediğimizde tadından lezzetinden ağzımızın suyunun aktığı sebze ve meyveleri özlüyorum. Ayda yılda bir yediğimiz fakat yediğimizde de gerçekten lezzet aldığımız tavuk yemeklerini özlüyorum. Annelerimizin sabahları erken kalkıp sabahları dağıtıldığına inandığı rızkın girmesi için evin kapısını araladığı günleri özlüyorum. Dedelerin sabah namazından sonra doksan dokuzluk tesbihlerini sdigerayarak camiden eve döndükleri günleri özlüyorum. Bir evde bütün kardeşlerin doya doya birbirlerini sevdikleri, birbirlerine sarıldıkları günleri özlüyorum.
Fakat 'öyle zaman oluyor ki hayali cihan değiyor' Artık o günleri bir daha geri getirmek mümkün değil. Her şey büyük bir özlemle gerilerde kaldı. Belki geçmişi ara sıra özleyerek hatırlamak şu an yaşadığımız hayata biraz renk katabilir.