GAZOZCU HİKMET
Dünya dönüyor olsa da bundan kırk yıl öncesi, yaşam oldukça durağandı bizler için…
Akıllı cep telefonları yoktu o dönemler&hell
Dünya dönüyor olsa da bundan kırk yıl öncesi, yaşam oldukça durağandı bizler için…
Akıllı cep telefonları yoktu o dönemler… İnternet yoktu, televizyon yoktu, birçok evde radyo bile yoktu… Bizden önceki nesil ise, babalarının kendilerine bıraktığının tamamıyla aynısı, terk ettiler dünyayı… Sade ve durağan bir yaşam…
Belki de görünen bu… Kim bilir?
*****
Çocukluk dönemin, durağan yaşamına dair bir alışkanlıktır… Pencere pervazlarına, balkondaki saksılara darı koymak… Bulamayınca da bayat ekmek kırıntılarını… Bunları yerken izlemek serçeleri, büyük keyiftir… Ne çabuk da alışırlar, uçuşup gelirler, yakınına insanın?
Gazozcu Hikmet, böyle mi yapmıştır, yoksa özel tuzak mı kurmuştur serçelere? Bilemem…
Kendisi, Çarşı tarafından Müfettişlik Caddesi'ne inildiğinde Akpınar Cami'ye elli metre yakınlıktaki Gazozhane'de çalışan ve 'Yeşilçam' artistlerini aratmayacak derecede yakışıklı bir gençti… Hatta o dönemler 'Yeşilçam' tecrübesi olan rahmetli babamdan referans alarak İstanbul'a gittiği, ancak dikiş tutturamadan geri döndüğü anlatılırdı…. 'Yeşilçam' yerine 'Sirk' de çalıştığı söylenirdi… Edindiği maharetler bu çalışmanın bir ürünüydü belki de…
Yığınki'nin bahçelerinde yakalıyormuş serçe yavrularını… Michelangelo ustalığında yavruların kanatlarını boyuyormuş saatlerce… Sarı, mavi, kırmızı, yeşil… Renk renk…
Mistik ve fantastik faaliyet sonucunda ortaya çıkan bu sanat eserini, Marangoz Yaşar Usta'nın yaptığı ahşap kafeslere koyup, 'Hint Papağanı' diye satıyormuş Elzığ eşrafına… Öyle ki gün gezmelerinin ana konusu olmuş… Zengin evlerinin baş köşesine koyulmuş bu kafesler…
Zamanla Hint Papağanı'na olan talep o kadar çok artmış ki, yavru serçe avlamakta zorlanan Gazozcu Hikmet, tuttuğu her serçeyi boyayıp satmaya başlamış…
Ta ki boyaları dökülüp, Yığınki serçelerinin gerçek kimliklerine kavuştuğu güne kadar…
*****
Gazozcu Hikmet, Yeşilçam filmlerinde olmasa da Ramazan gecelerinin baş aktörüydü bizim için… Her ne kadar genç kızlar onu görmek ve kendilerini beğendirmek için bulunsalar da o, yapacağı gösterilere yoğunlaşır, ciddiyetle sergilerdi hünerlerini…
En eğlenceli gösterisini sona bırakırdı…. Dört tekerlekli seyyar arabayı, özel düzeneklerle küçük bir sahneye dönüştürmüştü kendince... İstanbul'dan getirdiği teybe kaseti takıp bastı mı tuşuna, o zamanın revaçta şarkısı başlardı çalmaya…
'Çilli bom, bom, bom… Çilli bom… Oooo çilli, çilli yavrum çilli…'
Devamında ise kafeslerden çıkardığı iki çilli horozu sahneye atardı… Horozlar başlardı müzik eşliğinde oynamaya… İzleyenlerde beraber oynardı keyifle… Sonrasında horozları alırdı sahneden tek tek öperdi ibiklerinden koyardı kafeslerine, ayrılırdı aramızdan…
Yıllar sonra öğrendik ki, Gazozcu Hikmet yine yapmış hinliğini… Seyyar arabanın içine yerleştirdiği gaz ocağını önceden yakıp, sacdan yapılmış sahne tabanını ısıtıyormuş iyice… Isınmış sahneye bırakılan horozlar sıcaklığın etkisiyle müzik eşliğinde başlıyormuş zıplamaya…
Gazozcu Hikmet şu an ne yapıyordur? Akıllı telefonuyla sanal ortamda gezinti mi yapıyordur yoksa televizyon mu izliyordur? Bilemem…
Belki de bu yaşam oldukça sıradan ve yavan geliyordur… Oldukça durağan… Kim bilir?
Akıllı cep telefonları yoktu o dönemler… İnternet yoktu, televizyon yoktu, birçok evde radyo bile yoktu… Bizden önceki nesil ise, babalarının kendilerine bıraktığının tamamıyla aynısı, terk ettiler dünyayı… Sade ve durağan bir yaşam…
Belki de görünen bu… Kim bilir?
*****
Çocukluk dönemin, durağan yaşamına dair bir alışkanlıktır… Pencere pervazlarına, balkondaki saksılara darı koymak… Bulamayınca da bayat ekmek kırıntılarını… Bunları yerken izlemek serçeleri, büyük keyiftir… Ne çabuk da alışırlar, uçuşup gelirler, yakınına insanın?
Gazozcu Hikmet, böyle mi yapmıştır, yoksa özel tuzak mı kurmuştur serçelere? Bilemem…
Kendisi, Çarşı tarafından Müfettişlik Caddesi'ne inildiğinde Akpınar Cami'ye elli metre yakınlıktaki Gazozhane'de çalışan ve 'Yeşilçam' artistlerini aratmayacak derecede yakışıklı bir gençti… Hatta o dönemler 'Yeşilçam' tecrübesi olan rahmetli babamdan referans alarak İstanbul'a gittiği, ancak dikiş tutturamadan geri döndüğü anlatılırdı…. 'Yeşilçam' yerine 'Sirk' de çalıştığı söylenirdi… Edindiği maharetler bu çalışmanın bir ürünüydü belki de…
Yığınki'nin bahçelerinde yakalıyormuş serçe yavrularını… Michelangelo ustalığında yavruların kanatlarını boyuyormuş saatlerce… Sarı, mavi, kırmızı, yeşil… Renk renk…
Mistik ve fantastik faaliyet sonucunda ortaya çıkan bu sanat eserini, Marangoz Yaşar Usta'nın yaptığı ahşap kafeslere koyup, 'Hint Papağanı' diye satıyormuş Elzığ eşrafına… Öyle ki gün gezmelerinin ana konusu olmuş… Zengin evlerinin baş köşesine koyulmuş bu kafesler…
Zamanla Hint Papağanı'na olan talep o kadar çok artmış ki, yavru serçe avlamakta zorlanan Gazozcu Hikmet, tuttuğu her serçeyi boyayıp satmaya başlamış…
Ta ki boyaları dökülüp, Yığınki serçelerinin gerçek kimliklerine kavuştuğu güne kadar…
*****
Gazozcu Hikmet, Yeşilçam filmlerinde olmasa da Ramazan gecelerinin baş aktörüydü bizim için… Her ne kadar genç kızlar onu görmek ve kendilerini beğendirmek için bulunsalar da o, yapacağı gösterilere yoğunlaşır, ciddiyetle sergilerdi hünerlerini…
En eğlenceli gösterisini sona bırakırdı…. Dört tekerlekli seyyar arabayı, özel düzeneklerle küçük bir sahneye dönüştürmüştü kendince... İstanbul'dan getirdiği teybe kaseti takıp bastı mı tuşuna, o zamanın revaçta şarkısı başlardı çalmaya…
'Çilli bom, bom, bom… Çilli bom… Oooo çilli, çilli yavrum çilli…'
Devamında ise kafeslerden çıkardığı iki çilli horozu sahneye atardı… Horozlar başlardı müzik eşliğinde oynamaya… İzleyenlerde beraber oynardı keyifle… Sonrasında horozları alırdı sahneden tek tek öperdi ibiklerinden koyardı kafeslerine, ayrılırdı aramızdan…
Yıllar sonra öğrendik ki, Gazozcu Hikmet yine yapmış hinliğini… Seyyar arabanın içine yerleştirdiği gaz ocağını önceden yakıp, sacdan yapılmış sahne tabanını ısıtıyormuş iyice… Isınmış sahneye bırakılan horozlar sıcaklığın etkisiyle müzik eşliğinde başlıyormuş zıplamaya…
Gazozcu Hikmet şu an ne yapıyordur? Akıllı telefonuyla sanal ortamda gezinti mi yapıyordur yoksa televizyon mu izliyordur? Bilemem…
Belki de bu yaşam oldukça sıradan ve yavan geliyordur… Oldukça durağan… Kim bilir?