Dört Kavun Yirmi Yumurta ve Sınırsız Huzur
Göreve başlayalı bir hafta olmuştu
Göreve başlayalı bir hafta olmuştu. Köyüm ovada olduğundan ve sulak arazı olduğundan toprakları verimliydi. Kavun-karpuz üretiminde de oldukça iyi sayılırdı. Okul çıkışı küçük Muhammet yanıma yanaştı 'Öğretmenim kavun sever misiniz?' dedi. Cevap bile veremedim sadece 'evet' manasında başımı sdigeradım. Küçük Muhammet koşarak gitti. Sabah tekrar okula geldiğimizde kocaman iki kavunla okulun girişinde beni bekliyordu. Kavunları uzatırken bir hayli mutluyduk ikimizde. Mesleğin ilk zamanların da gelen bu ilk hediyeyi almakta biraz tereddüt ettim. Sonuç itibariyle gelen hediyeyi de geri çevirmemek gerekiyordu. Daha öğrencilik yıllarımızda 'hangi bölümde okuyorsun?' sorusuna 'sınıf öğretmenliği' cevabını verdiğimizde genelde soranların tepkisi şöyleydi: ' peynir, yağ, yoğurt vs. bol bol yersiniz artık köylerde.' Kavunları görünce de o diyalog sahneleri geldi gözümün önüne. Bedelsiz almamalıydım. Elinde kavunlarla bekleyen küçük öğrencimin daha çok yorulmaması için aldım kavunları ama cebimdeki bozuklukları vermek şartıyla. Bu olay yaşandığında diğer öğrencim Yusuf da bize şahitlik ediyordu. Eve götürdüğüm kavunlar gerçekten çok lezzetliydi. Ve bir sonraki gün Yusuf bekliyor beni okulun kapısında. Birlikte girdik sınıfa. Elindeki poşetten ve çantasından yedi tane kavun çıkardı. Keyifle izliyordum sahneyi. Bütün kavunlar bittikten sonra başladı fiyatlandırmaya. Her boyuttaki kavunun fiyatı farklıydı. 'öğretmenim bunlar bir lira, bunlar elli kuruş, bunlar yirmi beş kuruş…en son eline aldığı yumruk büyüklüğündeki iki küçük kavunun da hediye olduğunu söyledikten sonra hesabı ödememi bekledi. Bu defa alıp almama konusunda gerçekten kararsızdım. Dün sadece Yusuf'un şahit olduğu olaya bu defa bütün sınıf şahitti. Eğer söylediği gibi parayı ödeyecek olsam herhalde yarın eve giderken otuz yedi öğrencimin getireceği yaklaşık yüz elli civarında kavun için ekstradan bir araba tutmam gerekebilirdi. Biraz düşündükten sonra hediyeleri aldım.'Madem buraya kadar zahmet buyurdun şu hediyeleri geri çevirmeyeyim. Bunları kabul ediyorum ama diğerlerini almak istemiyorum. Haydi bakalım al kavunlarını yerine otur.' Yusuf usulca kavunlarını tekrar çantasına koydu ve yerine geçti. Tabi hediyelerim masamda kalmak koşuluyla. Pazarlamak için çaldığı kapıdan boş dönen pazarlamacı gibi buruktu. Yusuf'u süzmeye başladım. Birden ayağındaki kara lastiklere ilişti gözüm. Fiyatı çok gülünç bir rakam olan kara lastikler delik deşik olmuş terlik niyetine giyilmiş gibiydi. Aman Allah'ım! Ne yaptım ben. Belli ki benden kazanacağı para ayakkabılara gidecekti. Diğer ayakları da kontrol etmeye başladım. Dört öğrencinin daha ayağında ki lastik ayakkabılar giyilmeyecek düzeydeydi. Okul çıkışı ilk işim beş çift lastik ayakkabı almak oldu. Fakat bedavacı alıştırmamak gerekiyordu çocukları. Her şeyin bir bedeli olduğunu bilmeleri gerektiği gibi bundan sonra yırtılan ayakkabıları için de öğretmenin gözünün içine bakmamaları gerekiyordu. Kendimce bir plan yaptım. Ders esnasında ayakkabıları çıkartıp masamın üzerine dizdim. Bu defa satıcı bendim:'Gel vatandaş gel ayakkabının iyisi burada. Bu ayakkabılar sadece beş yumurtaya.' Bir çiftini Yusuf'un masasına bıraktım. 'Al ağabeycim sen 4 kavun getirsen de olur.' Dedikten sonra diğer ihtiyaç sahiplerine de ayakkabılarını dört yumurta getirmek şartıyla verdim. Yarın herkes anlaştığımız şeyleri getirmese kara lastikleri geri alacaktım. Beş öğrencide hemen parlak ayakkabılarını ayağına geçirerek eski ayakkabılarını çöpe atmışlardı bile. O gün akşama kadar koşmadılar, top oynamadılar ayakkabıları kirlenmesin diye. Diğer gün okul çıkışı eve giderken heybem doluydu: Dört kavun, yirmi yumurta ve sınırsız huzur…