DOKUNUN ŞU HIRSIZLARA
07 Mart 2016 tarihinde bu sütunda 'Dokunun şu dokunulmazlara' başlığını taşıyan bir yazı kaleme almıştım
07 Mart 2016 tarihinde bu sütunda 'Dokunun şu dokunulmazlara' başlığını taşıyan bir yazı kaleme almıştım. Bir okurum beni aradı 'Yahu bu ülkede birazda şu hırsızlara dokunsanıza' diye sitemde bulundu.
Yerden göğe haklıydı bu duyarlı okurum.
Başkalarını bilmem ama bendeniz çok dokundum günümüzün bu tescilli hırsızlarına. Neylersiniz ki gün onların, devran onların. Yaptıkları yanlarına kar kalıyor bunların.
Birkaç kere yazdık bir kere daha yazalım.
Yalnız yazımıza başlarken çağımızın vebası niteliğini taşıyan bu hırsızlara dokunmadan önce bu camiada arıyla, namusuyla iş yapan, yanında çalıştırdığı, ekmek yedirdiği işçisinin alın teri kurumadan hakkını ödeyen işverenlerimize…
Yaptığı taahhüde sadık kalarak müşterisinin bir ev sahibi olmasını sağlayan, yuva yapan değerli müteahhitlerimize takdir ve teşekkürlerimizi sunarak başlayalım.
Sözümüz onlara değildir.
Sözümüz, 'Sözümüz meclisten dışarı' diyerek insanların hak ve hukukunu gasp eden, insanların alın teri ve umutlarını çalan ve bunu kendisine meslek edinen tescilli hırsızlaradır.
Lanet olsun onlara...
VARAN -I-
Tanıdık bir ailenin gencecik bir kızı vardı. Bu kızımız özel bir iş yerinde asgari ücretin bile altında sekiz saat yerine on iki saat çalışıyordu. Emin olduğum ve yakinen bildiğim için bu kadar iddialı yazıyorum bu satırları.
Sesi soluğu çıkmazdı garibimin.
Sesini çıkarsa, hakkını arasa sabahı kapının önüne bırakılacağını çok iyi biliyordu.
Sigortası bile ha bu gün ha yarın denilerek erteleniyor, bir türlü yatırılmıyordu.
On seneye yakın bir süre çalıştı bu kızcığaz. Sonunda bir gün kendisini kapının önünde buldu.
Ne bir işsizlik maaşı nede bir tazminat…
Çaldılar bu kızımızın on senesini, hatta hazırlamakta olduğu çeyizlerini, umutlarını. Kendisine 'Kızım ben şahitlik ederim ver bu adamı mahkemeye hakkı al' dedimse de 'Olmaz Şükrü amca beni yeniden işe alacaklar' dedi.
Aradan yıllar geçti hala işe alacaklar bu kızımızı…
Umudu umutsuzluğa dönüş.
Sustu yavrucak.
Umutları, haydigereri, emekleri, geleceği çalınmıştı.
Çalanların Allah belasını versin.
VARAN -II-
Bir tekstil fabrikasında işitme engelli bir genç engelliler statüsünde çalışıyordu. Evli iki çocuk babasıydı. O fabrikada tam on buçuk sene çalıştı. Bir gün kriz bahanesiyle kendisini kapının önünde buldu.
İş yerinde tam on bir ay alamadığı maaşı ve on senelik tazminatı vardı.
'Ben hacı oğluyum kimsenin hakkı bende kalmaz' diyen bay patronu işe çağırma vaadiyle aylarca oyaladı çocuğu...
Sonunda mahkemeye gitti engelli vatandaşımız.
Mahkeme kendisini haklı buldu işvereni tazminata mahkûm ederek alamadığı maaşlarının ödenmesine karar verdi. Gel gör ki minareyi çalmakta mahir olan bu işveren kılıfını çoktan hazırlamıştı.
Yeryüzünde bir dikili ağacı bile yoktu bay patronun…
Nesi var nesi yoksa oğlunun, kızının, damadını ve yakın akrabalarının üzerine yapmıştı.
Bir engelli vatandaşın alın terinin, hak ve hukukunun çalınması onun için sıradan bir hadiseydi…
Çünkü vicdanı ve kalbi kararmıştı.
VARAN -III-
Bir Kerim ağabeyimiz vardı bizim eski mahdigerede…
Eşini yıllar önce kaybetmiş yetim kalan kızı ve oğlunun el umudunda kalmaması için evlenmemişti. Ve bir gün kendisi içinde hak vaki oldu. Babadan kalan mdigerarı vardı varisler arasında bölüşüldü. Bu çocuklara 40 - 50 bin lira kadar bir para kaldı. Bunlarda bu parayı bir müteahhide vererek başlarını sokacak bir ev hayaline kapıldılar.
Kız evlere gündeliğe gidiyor erkek bulduğu asgari ücretli işlerle ayakta durmaya çalışıyorlardı.
Derken berberin, terzinin, faytoncunun, kabzımalın müteahhitlik yaptığı günümüz Türkiye'sinde bu yetimlerin babadan kalan umutları da buharlaşmış, paralarını verdikleri bay müteahhit sözde iflas etmişti.
Ama…
Her hırsız gibi onun ve onun gibilerinde işleri tıkırındaydı.
BU ÜLKENİN GERÇEĞİ
Bir evvelki yazımızda 'Dokunun Şu Dokunulmazlara' demiştik bu günde 'Dokunun Şu hırsızlara' diyoruz.
Keşke demeseydik.
Keşke bu ülkede yüce dinimizin şiddetle yasakladığı hırsızlık diye bir kavram olmasaydı.
Keşke garip gurebanın hakkı bu tescilli hırsızlar tarafından çalınmasaydı.
Ne yazık ki burası yasaların çalıştırılmadığı, hırsızlığın, arsızlığın sorgulanmadığı, yapanın yanına kar kaldığı bir gariplikler ülkesidir.
Burası hırsızlığın bir meziyet, bir karakter ve alışkanlık haline getirildiği bir ülkedir.
Bu ülkenin önemli ve acı bir gerçeği de budur.
Yazık ama çok yazık…
Yerden göğe haklıydı bu duyarlı okurum.
Başkalarını bilmem ama bendeniz çok dokundum günümüzün bu tescilli hırsızlarına. Neylersiniz ki gün onların, devran onların. Yaptıkları yanlarına kar kalıyor bunların.
Birkaç kere yazdık bir kere daha yazalım.
Yalnız yazımıza başlarken çağımızın vebası niteliğini taşıyan bu hırsızlara dokunmadan önce bu camiada arıyla, namusuyla iş yapan, yanında çalıştırdığı, ekmek yedirdiği işçisinin alın teri kurumadan hakkını ödeyen işverenlerimize…
Yaptığı taahhüde sadık kalarak müşterisinin bir ev sahibi olmasını sağlayan, yuva yapan değerli müteahhitlerimize takdir ve teşekkürlerimizi sunarak başlayalım.
Sözümüz onlara değildir.
Sözümüz, 'Sözümüz meclisten dışarı' diyerek insanların hak ve hukukunu gasp eden, insanların alın teri ve umutlarını çalan ve bunu kendisine meslek edinen tescilli hırsızlaradır.
Lanet olsun onlara...
VARAN -I-
Tanıdık bir ailenin gencecik bir kızı vardı. Bu kızımız özel bir iş yerinde asgari ücretin bile altında sekiz saat yerine on iki saat çalışıyordu. Emin olduğum ve yakinen bildiğim için bu kadar iddialı yazıyorum bu satırları.
Sesi soluğu çıkmazdı garibimin.
Sesini çıkarsa, hakkını arasa sabahı kapının önüne bırakılacağını çok iyi biliyordu.
Sigortası bile ha bu gün ha yarın denilerek erteleniyor, bir türlü yatırılmıyordu.
On seneye yakın bir süre çalıştı bu kızcığaz. Sonunda bir gün kendisini kapının önünde buldu.
Ne bir işsizlik maaşı nede bir tazminat…
Çaldılar bu kızımızın on senesini, hatta hazırlamakta olduğu çeyizlerini, umutlarını. Kendisine 'Kızım ben şahitlik ederim ver bu adamı mahkemeye hakkı al' dedimse de 'Olmaz Şükrü amca beni yeniden işe alacaklar' dedi.
Aradan yıllar geçti hala işe alacaklar bu kızımızı…
Umudu umutsuzluğa dönüş.
Sustu yavrucak.
Umutları, haydigereri, emekleri, geleceği çalınmıştı.
Çalanların Allah belasını versin.
VARAN -II-
Bir tekstil fabrikasında işitme engelli bir genç engelliler statüsünde çalışıyordu. Evli iki çocuk babasıydı. O fabrikada tam on buçuk sene çalıştı. Bir gün kriz bahanesiyle kendisini kapının önünde buldu.
İş yerinde tam on bir ay alamadığı maaşı ve on senelik tazminatı vardı.
'Ben hacı oğluyum kimsenin hakkı bende kalmaz' diyen bay patronu işe çağırma vaadiyle aylarca oyaladı çocuğu...
Sonunda mahkemeye gitti engelli vatandaşımız.
Mahkeme kendisini haklı buldu işvereni tazminata mahkûm ederek alamadığı maaşlarının ödenmesine karar verdi. Gel gör ki minareyi çalmakta mahir olan bu işveren kılıfını çoktan hazırlamıştı.
Yeryüzünde bir dikili ağacı bile yoktu bay patronun…
Nesi var nesi yoksa oğlunun, kızının, damadını ve yakın akrabalarının üzerine yapmıştı.
Bir engelli vatandaşın alın terinin, hak ve hukukunun çalınması onun için sıradan bir hadiseydi…
Çünkü vicdanı ve kalbi kararmıştı.
VARAN -III-
Bir Kerim ağabeyimiz vardı bizim eski mahdigerede…
Eşini yıllar önce kaybetmiş yetim kalan kızı ve oğlunun el umudunda kalmaması için evlenmemişti. Ve bir gün kendisi içinde hak vaki oldu. Babadan kalan mdigerarı vardı varisler arasında bölüşüldü. Bu çocuklara 40 - 50 bin lira kadar bir para kaldı. Bunlarda bu parayı bir müteahhide vererek başlarını sokacak bir ev hayaline kapıldılar.
Kız evlere gündeliğe gidiyor erkek bulduğu asgari ücretli işlerle ayakta durmaya çalışıyorlardı.
Derken berberin, terzinin, faytoncunun, kabzımalın müteahhitlik yaptığı günümüz Türkiye'sinde bu yetimlerin babadan kalan umutları da buharlaşmış, paralarını verdikleri bay müteahhit sözde iflas etmişti.
Ama…
Her hırsız gibi onun ve onun gibilerinde işleri tıkırındaydı.
BU ÜLKENİN GERÇEĞİ
Bir evvelki yazımızda 'Dokunun Şu Dokunulmazlara' demiştik bu günde 'Dokunun Şu hırsızlara' diyoruz.
Keşke demeseydik.
Keşke bu ülkede yüce dinimizin şiddetle yasakladığı hırsızlık diye bir kavram olmasaydı.
Keşke garip gurebanın hakkı bu tescilli hırsızlar tarafından çalınmasaydı.
Ne yazık ki burası yasaların çalıştırılmadığı, hırsızlığın, arsızlığın sorgulanmadığı, yapanın yanına kar kaldığı bir gariplikler ülkesidir.
Burası hırsızlığın bir meziyet, bir karakter ve alışkanlık haline getirildiği bir ülkedir.
Bu ülkenin önemli ve acı bir gerçeği de budur.
Yazık ama çok yazık…