Diyarbakırlı Ramazan
İnsanın ruhuna işleyen, burnunun direğini sızlatan sahneler olur ya hayatımızda, şahsen birkaç sahne hep kanatır dağlar yüreğimizi…
Bunlardan biri Uğur Mumcu'nun aracına konulan bombayla katledilmesi sahnesi, diğeri Hrant Dink'in öldürülmesinin ardından kaldırımda üzerine gazete serilen kağıtları arasından ayakkabısının altının delik olması görüntüsüydü.
Bunlara yeni bir ilave de geçtiğimiz günlerde namaz kılarken bıçaklı saldırıyla katledilen Diyarbakırlı Ramazan'ın tabutunun Diyarbakır Ulu Cami avlusunda halkımızın omuzlarda mezarlığa doğru son yolculuğu oldu.
Her üç ismin de amacı doğruların peşinde olmak, doğruları haykırmaktı.
Uğur Mumcu elde ettiği bilgilerle PKK'nin gerçek yüzünü ortaya koyacak kitabını yayınlamak için gün sayarken öldürülmüştü. Belli ki bu örgütün ABD'nin hedeflerine ulaşmada bir aparatı olduğu gerçeği ortaya çıkacaktı.
Hrant Dink, Türkler ile Ermeniler arasında atılmaya çalışılan kin ve nefret tohumlarını çürütmekle meşguldü ve bu amaca yönelik yazılar yazıyordu Agos Dergisinde.
Diyarbakırlı Ramazan da tevhidi anlatıyordu insanlara. Hiç kimseyi bir yere, bir görüşe davet etmiyor ve böylesi bir dava da gütmüyordu. Olaylara Ebuzerce yaklaşıyor, laik sistem kadar PKK'ya da müesses nizama da yanlışlarını haykırıyor, saf, temiz ve duru bir İslami kaynaktan aldığı bilgileri etraftakilere naif, tatlı ve kavl-i leyn ile anlatıyordu.
Öyle yazmıştı bir dost onun için: Bir Ebuzer geçti yaşadığımız çağda. Dünyalığa meyletmedi, tribüne oynamadı, kibre kapılmadı, beğeni derdi olmadı, takipçi kaygısı taşımadı.
Hakikati eğip bükmedi, inandığı gibi yaşadı, ne zaman ve mekân farkı gözetti ne de muhatap ayrımı yaptı.
Gücü nispetince insanları İslam'a davet etti. Rahatlarından ödün vermek istemeyenleri, saltanatlarına toz kondurmayanları, kafa konforlarını bozmak istemeyenleri, kula kulluğu nimet sayanları, ideoloji bataklığında debelenenleri rahatsız etmekten çekinmedi.
Ve tesbih satarak, İŞKUR işçiliği yaparak vasatın çok altında yaşayarak garip geldiği hayattan garip gitti.
Ramazan'ın gidişi, en çok kendi hurafe dünyasında, mükellef sofralar, şatafatlı evler ve lüks araba saltanatıyla hayatlarını sürdürüp halka kanaati ve şükrü tavsiye eden koca sakallı ve iri vücutlu efendileri sevindirdi belki ama tevhidi inancı merkezine alan kesimleri üzdü.
Ramazan çok alim değildi ama arifti. Çok şey bilmiyordu belki ama bildikleriyle amel edince Allah ona bilmediklerini de öğretiyor, çok güzel ve mantıklı konuşmalar yapıyordu.
Gençlerin ateizm ve deizme gitmesini o büyük sakallı amcalar önleyemiyor ve hatta ipe sapa gelmez görüş ve beyanlarıyla teşvik ediyorlardı ama Diyarbakırlı Ramazan hem gençleri anlıyor hem de kafasına sokulan zehirli fikirleri ayıklayan konuşmalar yapıyordu.
Gençlerin sorularına cevap vermekten aciz kaba softalara değil, gönlü aydın, yüreği berrak ve saf bir imama sahip Ramazanlar lazım bize.
Mekânları soğuk, derme çatma, bazen bir taş ve toprak, çer-çöplük yerler olsa da yüreği ve kalbi gönlü olan Ramazanlar lazım bize…