DİKTATÖR MÜ DEDİNİZ?
Malum cumhurbaşkanı için muhalif çevrelerin ve partilerin dillerinde pelesenk ettikleri bir kelime diktatör… Yüreklerini, sandıkta yenemedikleri, halkın gönl&uum
Malum cumhurbaşkanı için muhalif çevrelerin ve partilerin dillerinde pelesenk ettikleri bir kelime diktatör… Yüreklerini, sandıkta yenemedikleri, halkın gönlünden Erdoğan sevgisini çıkartamadıklarının hırsını ve acısını sözüm ona bu kelime ile soğutmak istiyorlar.
Onlara göre Cumhurbaşkanı tam bir despot, tam bir baskıcı, tam bir diktatör ve tam bir zalim… Bu vasıfları hak edecek nasıl eylemler yapmış, bu nitelemeyi hak edecek nasıl barbarlıklar yapmış bu konuda çok da delil ortaya koyamıyorlar. Olmadık hakaretler, kendisine ve ailesine olmadık küfürleri sayıp döken çevrelerin cirit attığı bir ülkede diktatörden bahsetmek ve Erdoğan kimliğinde diktatör aramak abesle iştigalden öte bir anlam taşımayan nafile bir gayrettir.
Gazetecilerin gazetecilik mesleği dışındaki suçlarından dolayı cezaevinde bulunması diktatörlük sebebiymiş. Ülkelerin gelecekte en önemli meselesi olacak nüfus problemi için 3 çocuk tavsiyesi özel hayata müdahaleymiş. Halkını olası tehdit ve tehlikelerden alıkoymak için meydanlara inmesi tarafsız bir cumhurbaşkanına yakışmayan ve bir siyasi partiye destek anlamı taşıyan eylemlermiş.
İyi tamam da Erdoğan zaten alışılmışın dışında bir cumhurbaşkanı olacağını açıkça ifade etmiş ve halkımız da bu beyana karşılık kendisine yüzde 52 oy vermişti. Yani Erdoğan bir darbe sonucu falan da değil halkın çoğunluğunun reyi ile gelmişti bu makama. Geldikten sonra da tek önceliği ve tek derdi ülkesi ve ülke insanı olmuştu.
Şimdi Erdoğan'a diktatör diyenlerin diğer liderlere bakınca biraz yüzlerinin kızarması gerekiyor. Girdiği her seçimden hezimetle çıkan, partisini iktidara taşımak şöyle dursun iktidar ortağı bile yapamayan siyasi liderlerin koltuklarına yapışıp kalması ve Alttan gelen değişim taleplerini görmezden gelmeleri diktatörlük değil de nedir.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, bugüne kadar hep yenilgi ile çıktığı seçimlerden sonra oluşan muhalefeti ya da muhalefet adayı isimleri partisinden nasıl ihraç etiğini gördük. Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum, Muharrem İnce gibi isimlerin başına neler geldiğini hatırlayın.
Geçtiğimiz gün bir diktatör örnekliğini de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'de gördük. 1 Kasım sonrası göstere göstere yaşanan seçim hezimetinin ardından parti içinde başlayan Genel Başkan yarışları ve bunun için gerçekleştirilen genel kurulu toplama gayretlerine Bahçeli'den diktatörce bir yaklaşım ve açıklama geldi.
Partisinin Kızılcahamam kampının ardından kongre toplama için yeterli sayıda imza bulduklarını belirten muhaliflerine karşı net bir dille MHP'nin kongresinin 18 Mart 2018 tarihinde yapılacağını, olağanüstü kongre için imzayı kim ne kadar toplarsa toplasın müracaatı halinde kabulü mümkün olmayacağını, yasal haklarını kullanma yolu da açık olacağını ve bunların kendileriyle değil mahkemelerle haklarını savunmalarını tavsiye etmesi çıkışını sizler ne kadar demokratça bir tavır olarak gördünüz ama vatandaş ve özellikle MHP tabanı, bu duruşu parti içi diktatörlük olarak yorumluyor.
Başta Elazığlı MHP'liler ve ülkücüler olmak üzere Anadolu'da büyük bir tepkiye muhatap olan 1 Kasım seçimlerinde bu tepkinin açıkça görülmesine rağmen Bahçeli'nin tabandan gelen bu taleplere kapılarını kapatması, bununla da kalmayarak imzacıları tahkir edici bir üslup kullanması diktatörlüğün farklı bir yansıması olarak ifade ediliyor.
Kişi, kınadığı şey başına gelmeden ölmezmiş. Sanki birileri diktatör mü demişti? Ayna, her zaman doğruları yansıtan ve asla yalan söylemeyen bir hakikat habercisidir. Yoksa artık birileri gerçekleri görmemek için aynaya da mı bakmaz oldu?
Onlara göre Cumhurbaşkanı tam bir despot, tam bir baskıcı, tam bir diktatör ve tam bir zalim… Bu vasıfları hak edecek nasıl eylemler yapmış, bu nitelemeyi hak edecek nasıl barbarlıklar yapmış bu konuda çok da delil ortaya koyamıyorlar. Olmadık hakaretler, kendisine ve ailesine olmadık küfürleri sayıp döken çevrelerin cirit attığı bir ülkede diktatörden bahsetmek ve Erdoğan kimliğinde diktatör aramak abesle iştigalden öte bir anlam taşımayan nafile bir gayrettir.
Gazetecilerin gazetecilik mesleği dışındaki suçlarından dolayı cezaevinde bulunması diktatörlük sebebiymiş. Ülkelerin gelecekte en önemli meselesi olacak nüfus problemi için 3 çocuk tavsiyesi özel hayata müdahaleymiş. Halkını olası tehdit ve tehlikelerden alıkoymak için meydanlara inmesi tarafsız bir cumhurbaşkanına yakışmayan ve bir siyasi partiye destek anlamı taşıyan eylemlermiş.
İyi tamam da Erdoğan zaten alışılmışın dışında bir cumhurbaşkanı olacağını açıkça ifade etmiş ve halkımız da bu beyana karşılık kendisine yüzde 52 oy vermişti. Yani Erdoğan bir darbe sonucu falan da değil halkın çoğunluğunun reyi ile gelmişti bu makama. Geldikten sonra da tek önceliği ve tek derdi ülkesi ve ülke insanı olmuştu.
Şimdi Erdoğan'a diktatör diyenlerin diğer liderlere bakınca biraz yüzlerinin kızarması gerekiyor. Girdiği her seçimden hezimetle çıkan, partisini iktidara taşımak şöyle dursun iktidar ortağı bile yapamayan siyasi liderlerin koltuklarına yapışıp kalması ve Alttan gelen değişim taleplerini görmezden gelmeleri diktatörlük değil de nedir.
CHP lideri Kılıçdaroğlu, bugüne kadar hep yenilgi ile çıktığı seçimlerden sonra oluşan muhalefeti ya da muhalefet adayı isimleri partisinden nasıl ihraç etiğini gördük. Emine Ülker Tarhan, Süheyl Batum, Muharrem İnce gibi isimlerin başına neler geldiğini hatırlayın.
Geçtiğimiz gün bir diktatör örnekliğini de MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli'de gördük. 1 Kasım sonrası göstere göstere yaşanan seçim hezimetinin ardından parti içinde başlayan Genel Başkan yarışları ve bunun için gerçekleştirilen genel kurulu toplama gayretlerine Bahçeli'den diktatörce bir yaklaşım ve açıklama geldi.
Partisinin Kızılcahamam kampının ardından kongre toplama için yeterli sayıda imza bulduklarını belirten muhaliflerine karşı net bir dille MHP'nin kongresinin 18 Mart 2018 tarihinde yapılacağını, olağanüstü kongre için imzayı kim ne kadar toplarsa toplasın müracaatı halinde kabulü mümkün olmayacağını, yasal haklarını kullanma yolu da açık olacağını ve bunların kendileriyle değil mahkemelerle haklarını savunmalarını tavsiye etmesi çıkışını sizler ne kadar demokratça bir tavır olarak gördünüz ama vatandaş ve özellikle MHP tabanı, bu duruşu parti içi diktatörlük olarak yorumluyor.
Başta Elazığlı MHP'liler ve ülkücüler olmak üzere Anadolu'da büyük bir tepkiye muhatap olan 1 Kasım seçimlerinde bu tepkinin açıkça görülmesine rağmen Bahçeli'nin tabandan gelen bu taleplere kapılarını kapatması, bununla da kalmayarak imzacıları tahkir edici bir üslup kullanması diktatörlüğün farklı bir yansıması olarak ifade ediliyor.
Kişi, kınadığı şey başına gelmeden ölmezmiş. Sanki birileri diktatör mü demişti? Ayna, her zaman doğruları yansıtan ve asla yalan söylemeyen bir hakikat habercisidir. Yoksa artık birileri gerçekleri görmemek için aynaya da mı bakmaz oldu?