DERİN FARK
Dokunaklı ve sitem yüklüdür…
'Ölenler, unutulduklarında ikinci kez ölürler
Dokunaklı ve sitem yüklüdür…
'Ölenler, unutulduklarında ikinci kez ölürler.' sözü… Hüzün kokar… Benzer bir söz daha vardır, içine işler insanın… Hazan mevsimini yaşayan bir ağaç misali, sararmış yapraklarını bir bir döker, kuru bir dalın ötesinde, yaşama ve yaşanmışlığa dair, koskoca bir hiç kalır geride…
'İsmini hatırlayan son kişi öldüğünde hiç doğmamış olacaksın.'
*****
Her yılın Ekim ayında, Avrupa'nın pek çok kentinde Polonyalı ünlü müzisyen Frederic Chopin'i anma etkinlikleri düzenleniyor… Yaşamdan kopup gittiği gün anısına (17 Ekim 1849), Ekim ayı hüzün ayı kabul ediliyor… Adını verdikleri meydanlarda besteleri icra ediliyor binlerce izleyici karşısında… Vasiyeti üzerine kalbinin sökülüp sütunlarından birine yerleştirildiği Varşova Kilisesi'nde konuşmalar yapılıyor, lirik şiirleri okunuyor… Müze olarak hizmet veren doğduğu evde paneller düzenleniyor aziz hatırasına…
Genç yaşta çekip gidiyor dünyadan Chopin… Hayatın genişliğinin, uzunluğundan önemli olduğunu gösterircesine… İyi bir eğitim alıyor çocukluğunda… Gençliğinde ise binlerce öğrenci yetiştiriyor… Piyanoda yeni tınlama imknları çıkarıp, devrin henüz ulaşamadığı tınıları keşfediyor. Geniş ve zengin ifade sahasıyla bestelerindeki ritimleri özel bir serbestlikle düzenleyişini 'Yaşamda her an benzersizdir.' düşüncesiyle yapıyor. Yaşamın geçiciliğini vurguluyor… Eserlerin ise kalıcılığını…
*****
Harput Müziği'ne ait saklı hazineleri gün yüzüne çıkaran ve en iyi icra eden sanatçı olarak kabul görüyor Enver Demirbağ. Yaşadığı dönemin dünyadaki beş tenörü'nden biri kabul ediliyor…
Harput Müziğinin icrasında gelenek önemli sayıldığından, özellikle hafızlık geleneğinden gelen sanatçılar, müziğe ilgisi ve yatkınlığı olan çocukları usta çırak usulü ile yetiştiriyor… Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa aktarılarak günümüze kadar taşınıyor sözler, makamlar, ahenkler …
Demirbağ'da bu geleneğe bağlı kalarak Hafız Osman Öğe'nin eğitiminden geçiyor ve ondan öğrendiklerini kendisinden sonraki nesile aynı geleneksel usullerle aktarıyor... Usta çırak usulü verilen bu eğitimin başarısı, genç kuşak tarafından yapılan nağmelerin bir önceki kuşağın yaptığı nağmelere ne kadar benzediğiyle ölçülüyor… Öyle ki, bu benzerlikte ustaların nağmelerini ve tavrını görmek mümkün olduğu gibi bazı nağmelerdeki detoneler de birlikte aktarılıyor kuşaktan kuşağa…
*****
Chopin ile Demirbağ'ın doğumları aynı güne rastlıyor… 1 Mart. Ölümleri de hazan mevsiminde ard arda düşen yaprakları andırıyor…
Chopin gibi trajik oluyor ölümü Demirbağ'ın… 9 Kasım 2010 tarihinde kaderine terk edilmiş bir halde yanarak can veriyor…
Adına meydan olmasa da doğduğu ev müzeye dönüşmese de… Ölümünün yıldönümünde kabrine uğramak, birkaç dakikalığına da olsa 'Harput Divanı' nı dinlemek yanık sesinden…
Yeterli olmasa da aziz hatırına… Hiç yoktan iyidir…
*****
-Yüz yıl önce var mıydın?
-Yoktum.
-Hayır, yok değildin. Hiç'tin. Hiç, husule gelmemiş yani var olmamış, oluşmamış demektir. Bir şeyi konuşabilmek için, konuşabilecek bir varlığın olması gerekir. Şu an var mısın?
-Varım.
-Ne zaman ki var oldun. Varlık kavramının bir parçasısın artık… Varlık konuşulabilir.
Evet, şu an varız ama bir zaman sonra varlığımız son bulacak. 'Yok' olacağız…
'Yok'luk, 'Var' lığın karşıtıdır. 'Var' olmadan 'Yok' olunmaz…
Hiç'in karşıtı yoktur. İçi boştur. Hiç hakkında konuşulmaz. Hiç'e mana yüklenemez.
'Yok' ise 'Var' olanı yitirmenin sonucu olduğundan hüznü, sıkıntıyı, acıyı barındırır içinde…
Bu yüzden 'Hiç, yok'tan iyidir.'
'Ölenler, unutulduklarında ikinci kez ölürler.' sözü… Hüzün kokar… Benzer bir söz daha vardır, içine işler insanın… Hazan mevsimini yaşayan bir ağaç misali, sararmış yapraklarını bir bir döker, kuru bir dalın ötesinde, yaşama ve yaşanmışlığa dair, koskoca bir hiç kalır geride…
'İsmini hatırlayan son kişi öldüğünde hiç doğmamış olacaksın.'
*****
Her yılın Ekim ayında, Avrupa'nın pek çok kentinde Polonyalı ünlü müzisyen Frederic Chopin'i anma etkinlikleri düzenleniyor… Yaşamdan kopup gittiği gün anısına (17 Ekim 1849), Ekim ayı hüzün ayı kabul ediliyor… Adını verdikleri meydanlarda besteleri icra ediliyor binlerce izleyici karşısında… Vasiyeti üzerine kalbinin sökülüp sütunlarından birine yerleştirildiği Varşova Kilisesi'nde konuşmalar yapılıyor, lirik şiirleri okunuyor… Müze olarak hizmet veren doğduğu evde paneller düzenleniyor aziz hatırasına…
Genç yaşta çekip gidiyor dünyadan Chopin… Hayatın genişliğinin, uzunluğundan önemli olduğunu gösterircesine… İyi bir eğitim alıyor çocukluğunda… Gençliğinde ise binlerce öğrenci yetiştiriyor… Piyanoda yeni tınlama imknları çıkarıp, devrin henüz ulaşamadığı tınıları keşfediyor. Geniş ve zengin ifade sahasıyla bestelerindeki ritimleri özel bir serbestlikle düzenleyişini 'Yaşamda her an benzersizdir.' düşüncesiyle yapıyor. Yaşamın geçiciliğini vurguluyor… Eserlerin ise kalıcılığını…
*****
Harput Müziği'ne ait saklı hazineleri gün yüzüne çıkaran ve en iyi icra eden sanatçı olarak kabul görüyor Enver Demirbağ. Yaşadığı dönemin dünyadaki beş tenörü'nden biri kabul ediliyor…
Harput Müziğinin icrasında gelenek önemli sayıldığından, özellikle hafızlık geleneğinden gelen sanatçılar, müziğe ilgisi ve yatkınlığı olan çocukları usta çırak usulü ile yetiştiriyor… Ağızdan ağıza, kulaktan kulağa aktarılarak günümüze kadar taşınıyor sözler, makamlar, ahenkler …
Demirbağ'da bu geleneğe bağlı kalarak Hafız Osman Öğe'nin eğitiminden geçiyor ve ondan öğrendiklerini kendisinden sonraki nesile aynı geleneksel usullerle aktarıyor... Usta çırak usulü verilen bu eğitimin başarısı, genç kuşak tarafından yapılan nağmelerin bir önceki kuşağın yaptığı nağmelere ne kadar benzediğiyle ölçülüyor… Öyle ki, bu benzerlikte ustaların nağmelerini ve tavrını görmek mümkün olduğu gibi bazı nağmelerdeki detoneler de birlikte aktarılıyor kuşaktan kuşağa…
*****
Chopin ile Demirbağ'ın doğumları aynı güne rastlıyor… 1 Mart. Ölümleri de hazan mevsiminde ard arda düşen yaprakları andırıyor…
Chopin gibi trajik oluyor ölümü Demirbağ'ın… 9 Kasım 2010 tarihinde kaderine terk edilmiş bir halde yanarak can veriyor…
Adına meydan olmasa da doğduğu ev müzeye dönüşmese de… Ölümünün yıldönümünde kabrine uğramak, birkaç dakikalığına da olsa 'Harput Divanı' nı dinlemek yanık sesinden…
Yeterli olmasa da aziz hatırına… Hiç yoktan iyidir…
*****
-Yüz yıl önce var mıydın?
-Yoktum.
-Hayır, yok değildin. Hiç'tin. Hiç, husule gelmemiş yani var olmamış, oluşmamış demektir. Bir şeyi konuşabilmek için, konuşabilecek bir varlığın olması gerekir. Şu an var mısın?
-Varım.
-Ne zaman ki var oldun. Varlık kavramının bir parçasısın artık… Varlık konuşulabilir.
Evet, şu an varız ama bir zaman sonra varlığımız son bulacak. 'Yok' olacağız…
'Yok'luk, 'Var' lığın karşıtıdır. 'Var' olmadan 'Yok' olunmaz…
Hiç'in karşıtı yoktur. İçi boştur. Hiç hakkında konuşulmaz. Hiç'e mana yüklenemez.
'Yok' ise 'Var' olanı yitirmenin sonucu olduğundan hüznü, sıkıntıyı, acıyı barındırır içinde…
Bu yüzden 'Hiç, yok'tan iyidir.'