BOYNU BÜKÜK ÖLDÜLER

1954 yılının Adana'sında yoksul bir ailenin mensubu olup, yaz tatilini çalışarak geçirmek zorunda olan bir çocuk için limon çiçeği kokan kolonyacı d&

TAKİP ET
1954 yılının Adana'sında yoksul bir ailenin mensubu olup, yaz tatilini çalışarak geçirmek zorunda olan bir çocuk için limon çiçeği kokan kolonyacı dükkanında çalışmak büyük bir şans olsa gerek… Eğer bu çocuk daha önceki yaz tatillerinde çobanlık, simitçilik, ırgatlık yapmışsa; bu dükknda çalışmak çok daha kıymetlidir onun için…

Dükkna özenle sergilenmiş rengarenk kolonya kavanozları… Ortama yayılan güzel kokular, ilk anda oldukça ilgisini çekmiş çocuğun… Bir husus daha varmış… Gözlüklü, sarışın biri çok sık uğruyormuş dükkna… Ve her gelişinde cebinden çıkardığı kırmızı kaplı cep defterine özenle yazdığı şiirleri okuyormuş… Bu şiirlerden çok etkilenmiş çırak. Yüreğini coşkuyla dolduran, içinde yaşayıp kavrulduğu hayatın sıkıntılarını gün yüzüne çıkaran bu şiirleri acaba kim yazmıştı?  Merak etmiş, dayanamamış sormuş… Bu adı ilk kez duymuş… Nazım Hikmet.

                                             *****

Kolonyacı çırağı, lise yıllarında arkadaşlarıyla birlikte okulda çıkardıkları dergi sayesinde kısa hikayeler yazmaya başlamış… Bir gün Adana'daki Ramazanoğlu Kitabevi'ne gidip, binlerce kitap arasından bulduğu 'Kapital' in otuz iki sayfalık özeti kitabı alıp okumaya başlamış… Etkilenmiş…  Bu kitapçığın zihninde oluşturduğu fikirler ışığında -henüz on sekiz yaşında- bir öykü kaleme almış.

Başlığı ise oldukça ilginç… '3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri'

1957 senesinde İktisat Fakültesi'nde okuma haydigereriyle İstanbul'a gitmiş. Bu dönemde bir sinema yönetmeni ile tanışması, hayatının dönüm noktası olmuş. Onun desteğiyle sinema çalışmalarına başlamış.

Tüm bunlar olurken 1961 yılında, '3 Bilinmeyenli Eşitsizlik Sistemleri' adlı öyküsünde komünizm propagandası yaptığı gerekçesiyle hakkında dava açılmış… Mahkeme sonucu aldığı ceza 1,5 yıl ağır hapis, 6 ay sürgün ve ömür boyu amme hizmetlerinden yoksunluk…

Üniversite eğitimi yarım kalmış, girmiş hapise… Yılgınlığa ve ümitsizliğe kapılmamış, oturmuş, roman yazmış… Yaşanmışlığına dair… Kendi tecrübelerine, gözlemlerine, sezgilerine dayanarak… Çarpık yapıyı, ahlaksızlıkları, haksızlıkları… Rutubetli bir ranzada 16 ayda bir eser ortaya koymuş. Adıyla müsemma…  'Boynu Bükük Öldüler'

                                           *****

Bundan sonraki hayatının nasıl bir yön aldığını şöyle ifade ediyor çırak;

'Önümdeki tek yol, kendimi hayatın okulunda, hayatın kabul ettiği ve dayattığı öğretmenler aracılığı ile eğitmekti. Öyle yaptım... Kitaplar, sinema, iş, cezaevi, acımasızlık, hayatın katı kurdigerarı, toplumsal baskılar, kahpelikler, yiğitler... Karşılaştığım zorlukları yenmek için direnmek ve kararlılık... En değerli öğretmenlerimden birinin adı, 'zor' dur...'

                                    *****

47 yıllık kısa ömrünün özellikle de sinema ve yazı hayatının en verimli yıllarını -17 yıl- cezaevlerinde geçirmiş… Tüm bu 'zor' luklara direnmiş, 50 film senaryosunu kaleme alıp, 104 filmde başrol oynamış… 24 filmi yönetmiş…

Genç yaşta cezaevinde kaleme aldığı 'Boynu bükük Öldüler' adlı romanıyla 1972 yılında Orhan Kemal Roman ödülüne layık görülmüş, senaryosunu yazdığı 'Yol' filmiyle 1982 yılında düzenlenen Cannes Film Festivali'nde 'Altın Palmiye' ödülünü kazanmış… 'Umut' adlı filmi ise SİYAD tarafından yüzyılın en iyi Türk filmi seçilmiş…

Gerçekten işleyip işlemediği hala tartışılagelen bir cinayet sebebiyle ve hakkında açılan on ayrı dava yüzünden istenilen cezanın toplamı 100 yıl olunca, izinli çıktığı yarı açık cezaevine bir daha dönmeyerek geri kalan yaşamını yurt dışında sürdürmek zorunda kalmış…

                                               *****

Ölüm yıldönümü anısına açılan bir sergide, yazdığı film senaryolarının orijinal halini okuma fırsatım olmuştu, kolonyacı çırağının… Sevdiklerine yazdığı mektuplarını… Sonrasında ödül aldığı romanı okudum… Yalın, nezaket içerikli, edebiydi…

Tıpkı Paris'teki Le Père Lachaise (lö peğ laşez) mezarlığındaki kabri gibi… Yan yana uyuduğu Oscar Wilde, Jim Morrison ve Frederik Chopin'ın anıt türü kabirlerinin aksine abartısız ve sade… 

Pek çok ortak yanları vardı bu isimlerin… Sanatçıydılar, ünlüydüler, üretkendiler… Çok daha önemli ortak yanları ise yazgılarıydı… Her biri doğup büyüdüğü yurtlarından oldukça uzakta… Belki de çocukluklarına dair özlemlerini hayal ederek ya da gurbette olmanın burukluğuyla, yalnız ve yapayalnız…  'Boynu Bükük Öldüler.'

Bakmadan Geçme