BATININ OYUNUNDA FİGÜRAN OLMAK
ABD Başkanlarının değişmez baş danışmanlarından Samuel Huntington'un Batı medeniyetini İslam'a karşı galip ilan ettiği Medeniyetler Çatışması tezini birçoğumuz çok
ABD Başkanlarının değişmez baş danışmanlarından Samuel Huntington'un Batı medeniyetini İslam'a karşı galip ilan ettiği Medeniyetler Çatışması tezini birçoğumuz çok iyi biliriz. Kitap olarak yayınlanan bu çalışmayı ben de ilk çıktığı dönemde Ankara'dan bir arkadaşımız vasıtasıyla temin ederek okuma fırsatı bulmuştum. Açıkça ifade etmeliyim ki müthiş kurgular ve bir o kadar da ilginç öngörülerle dolu bir çalışma olarak dikkatimi çekmişti. Huntington'un bu tezi 'eurosantrizm ' düşüncesi üzerine oturtulmaya çalışılmıştır. Yani 'yeryüzündeki bütün bilimsel ve sosyolojik gelişmeler Batı ile mümkün oldu' denilmek istenmiştir bu tezin içeriğinde özetle.
Buradan hareketle Batı medeniyeti dünya tarihini kendine göre yazarak kendi dışında başka medeniyetlere yaşama hakkı tanımamıştır denebilir. Grek (Yunan), Roma medeniyetleri ve Fransız Devrimi bugünkü Avrupa'nın temellerini teşkil eder. Ancak Batıdaki bilimsel gelişmelerin lokomotifi 1492'de yine Batı tarafından yıkılan İspanya'da ki Endülüs Devleti olmuştur. Endülüs'te ki bilimsel gelişmelerin varlığı Batının başını öylesine döndürmüştür ki hatta birkaç asır sonra bile Endülüs medeniyeti birçok açıdan çağını ve sonrasını etkilemiştir.
Bu dönemde dünya'nın en önemli kütüphanelerinden biri hline gelen Granada'daki (Gırnata) kütüphanede bir milyon cilt kitap Babü'r-Remle Meydanı'nda yakılmıştır. Bu konuda ünlü Fransız fizikçi Pierre Curie, yirminci yüzyıl başlarında şunları söylemiştir: 'Müslüman Endülüs'ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık' demiştir.
Evet, kabul etmeliyiz ki Batıdaki bilimsel gelişmeler baş döndürücü bir şekilde gerçekleşmiştir. Batı bu gelişmeyi bilimsel çalışmalarını sistemleştirerek çalışmaya borçludur.
İnsanlık değerlerini kavramsdigeraştırırken diğer taraftan da modern yüzyılda gerçekleşen büyük insanlık suçlarını da yine kendisi işlemiştir. Afrika'da, Ortadoğu'da, Avrupa'da, Amerika'da, kısaca dünyanın her yerinde! Elindeki gücü sadece kendi çıkarları için kullanan ikiyüzlü bir Batı…
1992'de Avrupa'nın göbeğinde Bosnalı Müslümanlar katledilirken sessiz kalan daha doğrusu katliama kapı aralayan sözde modern ve insanlık onuru koruyucusu Batı! Ortadoğu'yu bin yıldır kan gölüne çeviren, Müslüman dünyasındaki siyasi birliği bozan, İslam dünyasını parçalamayı başaran Batı! Bir başka ifadeyle Bosna'da çıkarı yokken ve en önemlisi de Müslüman olmaları nedeniyle sessiz kalan medeni(!) Batı; Sudan'daki Darfur olayında petrol ve diğer yer altı kaynakları zenginlikleri için ABD ve İsrail'in desteğini alan John Garang öncülüğündeki Hıristiyan ayrılıkçı isyancıları da kullanarak Sudan merkezi yönetiminden bağımsız bir Güney Sudan devletinin kurulmasını hiç vakit kaybetmeden sağlayan yine aynı ikiyüzlü Batı!
Osmanlı İmparatorluğunu nasıl parçaladıklarını anlatmaya gerek yok zaten. Ve sonrasında hilafetin sancağı altında bulunan Müslüman topraklarına leş kargaları gibi nasıl üşüştüklerini ve bunları onlarca yıl sürecek ve hala da süren sömürgelere dönüştürdükleri ise hala hafızalarımızda bir muamma olarak duruyor.
Peki bunlara rağmen Batı karşısında İslam'ı ve İslam toplumunu ne kadar biliyoruz ve anlayabiliyoruz?
Bir başka ifadeyle Müslüman bir birey ve toplum olarak ne yapmamız gerekiyor?
Ya da Batı'nın elde ettiği gücün çok ötesine nasıl ulaşabiliriz?
Son üç buçuk asrın siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel mağlubiyet sendromlarından nasıl kurtulacağız?
En önemlisi de manevi anlamda güçlü olduğumuz inanmışlığına kaptırırken kendimizi bunun yanında da maddi güce ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle ne zaman yüzleşeceğiz?
İşte bütün bu sorulara yanıtlar verebilmek için Müslüman kimliğinin tartışılması ve yeniden tanımlanması gerekiyor. Son sekiz asırdır şuur kaybı yaşayan Müslümanları kendi içine kapatan sebepler üzerinde kafa yormaya ihtiyacımız var.
Geleceğin Büyük Türkiye'sinin inşasında birey olarak herkese büyük sorumluluklar düşüyor. Düşünce üreten, bilgi üreten, maddi ve manevi bütün kaynaklarını üretime dönüştüren yeni bir Müslüman toplum meydana getirmek için her türlü teolojik ve etnik tartışmalardan uzak bir birey kimliğine kavuşmayı arzulamamız gerekiyor. Toplumsal barışın sağlandığı bir Müslüman coğrafyası geleceğin dünyasında elbette güçlü bir şekilde söz sahibi olacaktır. Bin dört yüz yıldır içinde kaybolduğumuz ve boğuştuğumuz mezhep ve etnik tartışmalar kardeşi kardeşe kırdırmaktan ve düşman etmekten başka neye yaradı ki!
İslam dünyası tez zamanda içindeki bu mezhepsel tartışmaları sonlandırmalıdır. Uluslararası Müslüman sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, siyaset kurumu ve en önemlisi de İslam ülkelerini yönetenler vakit kaybetmeden akademik çalışmalarla İslam toplumunu bu hususta bilinçlendirmelidirler. Özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı çok önemli roller üstlenebilir ve üstlenmelidir de. Olayları kınayarak sadece görevini yaptığını düşünen bu örgüt kendi bünyesinde NATO gibi askeri ordusunu kurmadıktan sonra, Avrupa Birliği gibi ekonomik, siyasi ve sosyal programlar hazırlamadıktan sonra ve her şeyden önemlisi İslam coğrafyasında dil birliğini sağlamadıktan sonra bir anlam ifade etmediğini anlaması gerekmiyor mu artık?
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN son zamanlarda Müslüman dünyasındaki anlamsız mücadelenin kaynağının mezhepsel ve etnik tartışmalardan kaynaklandığını her platformda dile getirmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu çok önemli serzenişinin artık tüm İslam coğrafyasında yankılanması ve karşılık bulmasının vakti gelmiştir.
Geleceğin dünyasında güçlü bir şekilde yer almak istiyorsak hep beraber bu çığlığa kulak vermeliyiz. İslam toplumunun kanayan bu yarasını yani mezhep tartışmalarını sonlandırmadan geleceğin dünyasında yer alamayacağımızı da sanırım hepimiz çok iyi biliyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı, üniversiteler ve en önemlisi de sivil toplum kuruluşları bu hususta öncülük yapmalıdırlar. Ulusal ve uluslararası konferanslarla, sempozyumlarla barışın, huzurun, kardeşliğin, istikrarın hkim olduğu İslam coğrafyasının yeniden tesis edilmesi için artık insiyatif almalıdırlar.
Haricilerle başlayan ümmetin ayrışması ne yazık ki yirmi birinci yüzyılda en keskin şekilde ivme kazanarak FETÖ ile devam ediyor. Hem de böylesi bir aydınlanma döneminde… Anlayacağınız yepyeni bir İngiliz oyunu ile karşı karşıyayız. Feraset! Feraset! Feraset!
Yüzlerce yıldır Batının oyununda figüran olanlara yazıklar olsun.
Kalın sağlıcakla…
Not:Bu konu ile ilgili yazılarımıza ve en önemlisi de yukarıda sırladığımız sorulara sonraki yazılarımızda vereceğimiz yanıtlarla devam edeceğiz inşdigerah.
Buradan hareketle Batı medeniyeti dünya tarihini kendine göre yazarak kendi dışında başka medeniyetlere yaşama hakkı tanımamıştır denebilir. Grek (Yunan), Roma medeniyetleri ve Fransız Devrimi bugünkü Avrupa'nın temellerini teşkil eder. Ancak Batıdaki bilimsel gelişmelerin lokomotifi 1492'de yine Batı tarafından yıkılan İspanya'da ki Endülüs Devleti olmuştur. Endülüs'te ki bilimsel gelişmelerin varlığı Batının başını öylesine döndürmüştür ki hatta birkaç asır sonra bile Endülüs medeniyeti birçok açıdan çağını ve sonrasını etkilemiştir.
Bu dönemde dünya'nın en önemli kütüphanelerinden biri hline gelen Granada'daki (Gırnata) kütüphanede bir milyon cilt kitap Babü'r-Remle Meydanı'nda yakılmıştır. Bu konuda ünlü Fransız fizikçi Pierre Curie, yirminci yüzyıl başlarında şunları söylemiştir: 'Müslüman Endülüs'ten bize otuz kitap kaldı, atomu parçalayabildik. Şayet yakılan bir milyon kitabın yarısı kalsaydı çoktan uzayda galaksiler arasında geziyor olacaktık' demiştir.
Evet, kabul etmeliyiz ki Batıdaki bilimsel gelişmeler baş döndürücü bir şekilde gerçekleşmiştir. Batı bu gelişmeyi bilimsel çalışmalarını sistemleştirerek çalışmaya borçludur.
İnsanlık değerlerini kavramsdigeraştırırken diğer taraftan da modern yüzyılda gerçekleşen büyük insanlık suçlarını da yine kendisi işlemiştir. Afrika'da, Ortadoğu'da, Avrupa'da, Amerika'da, kısaca dünyanın her yerinde! Elindeki gücü sadece kendi çıkarları için kullanan ikiyüzlü bir Batı…
1992'de Avrupa'nın göbeğinde Bosnalı Müslümanlar katledilirken sessiz kalan daha doğrusu katliama kapı aralayan sözde modern ve insanlık onuru koruyucusu Batı! Ortadoğu'yu bin yıldır kan gölüne çeviren, Müslüman dünyasındaki siyasi birliği bozan, İslam dünyasını parçalamayı başaran Batı! Bir başka ifadeyle Bosna'da çıkarı yokken ve en önemlisi de Müslüman olmaları nedeniyle sessiz kalan medeni(!) Batı; Sudan'daki Darfur olayında petrol ve diğer yer altı kaynakları zenginlikleri için ABD ve İsrail'in desteğini alan John Garang öncülüğündeki Hıristiyan ayrılıkçı isyancıları da kullanarak Sudan merkezi yönetiminden bağımsız bir Güney Sudan devletinin kurulmasını hiç vakit kaybetmeden sağlayan yine aynı ikiyüzlü Batı!
Osmanlı İmparatorluğunu nasıl parçaladıklarını anlatmaya gerek yok zaten. Ve sonrasında hilafetin sancağı altında bulunan Müslüman topraklarına leş kargaları gibi nasıl üşüştüklerini ve bunları onlarca yıl sürecek ve hala da süren sömürgelere dönüştürdükleri ise hala hafızalarımızda bir muamma olarak duruyor.
Peki bunlara rağmen Batı karşısında İslam'ı ve İslam toplumunu ne kadar biliyoruz ve anlayabiliyoruz?
Bir başka ifadeyle Müslüman bir birey ve toplum olarak ne yapmamız gerekiyor?
Ya da Batı'nın elde ettiği gücün çok ötesine nasıl ulaşabiliriz?
Son üç buçuk asrın siyasal, sosyal, ekonomik ve kültürel mağlubiyet sendromlarından nasıl kurtulacağız?
En önemlisi de manevi anlamda güçlü olduğumuz inanmışlığına kaptırırken kendimizi bunun yanında da maddi güce ihtiyacımız olduğu gerçeğiyle ne zaman yüzleşeceğiz?
İşte bütün bu sorulara yanıtlar verebilmek için Müslüman kimliğinin tartışılması ve yeniden tanımlanması gerekiyor. Son sekiz asırdır şuur kaybı yaşayan Müslümanları kendi içine kapatan sebepler üzerinde kafa yormaya ihtiyacımız var.
Geleceğin Büyük Türkiye'sinin inşasında birey olarak herkese büyük sorumluluklar düşüyor. Düşünce üreten, bilgi üreten, maddi ve manevi bütün kaynaklarını üretime dönüştüren yeni bir Müslüman toplum meydana getirmek için her türlü teolojik ve etnik tartışmalardan uzak bir birey kimliğine kavuşmayı arzulamamız gerekiyor. Toplumsal barışın sağlandığı bir Müslüman coğrafyası geleceğin dünyasında elbette güçlü bir şekilde söz sahibi olacaktır. Bin dört yüz yıldır içinde kaybolduğumuz ve boğuştuğumuz mezhep ve etnik tartışmalar kardeşi kardeşe kırdırmaktan ve düşman etmekten başka neye yaradı ki!
İslam dünyası tez zamanda içindeki bu mezhepsel tartışmaları sonlandırmalıdır. Uluslararası Müslüman sivil toplum kuruluşları, üniversiteler, siyaset kurumu ve en önemlisi de İslam ülkelerini yönetenler vakit kaybetmeden akademik çalışmalarla İslam toplumunu bu hususta bilinçlendirmelidirler. Özellikle İslam İşbirliği Teşkilatı çok önemli roller üstlenebilir ve üstlenmelidir de. Olayları kınayarak sadece görevini yaptığını düşünen bu örgüt kendi bünyesinde NATO gibi askeri ordusunu kurmadıktan sonra, Avrupa Birliği gibi ekonomik, siyasi ve sosyal programlar hazırlamadıktan sonra ve her şeyden önemlisi İslam coğrafyasında dil birliğini sağlamadıktan sonra bir anlam ifade etmediğini anlaması gerekmiyor mu artık?
Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip ERDOĞAN son zamanlarda Müslüman dünyasındaki anlamsız mücadelenin kaynağının mezhepsel ve etnik tartışmalardan kaynaklandığını her platformda dile getirmektedir. Sayın Cumhurbaşkanımızın bu çok önemli serzenişinin artık tüm İslam coğrafyasında yankılanması ve karşılık bulmasının vakti gelmiştir.
Geleceğin dünyasında güçlü bir şekilde yer almak istiyorsak hep beraber bu çığlığa kulak vermeliyiz. İslam toplumunun kanayan bu yarasını yani mezhep tartışmalarını sonlandırmadan geleceğin dünyasında yer alamayacağımızı da sanırım hepimiz çok iyi biliyoruz. Diyanet İşleri Başkanlığı, üniversiteler ve en önemlisi de sivil toplum kuruluşları bu hususta öncülük yapmalıdırlar. Ulusal ve uluslararası konferanslarla, sempozyumlarla barışın, huzurun, kardeşliğin, istikrarın hkim olduğu İslam coğrafyasının yeniden tesis edilmesi için artık insiyatif almalıdırlar.
Haricilerle başlayan ümmetin ayrışması ne yazık ki yirmi birinci yüzyılda en keskin şekilde ivme kazanarak FETÖ ile devam ediyor. Hem de böylesi bir aydınlanma döneminde… Anlayacağınız yepyeni bir İngiliz oyunu ile karşı karşıyayız. Feraset! Feraset! Feraset!
Yüzlerce yıldır Batının oyununda figüran olanlara yazıklar olsun.
Kalın sağlıcakla…
Not:Bu konu ile ilgili yazılarımıza ve en önemlisi de yukarıda sırladığımız sorulara sonraki yazılarımızda vereceğimiz yanıtlarla devam edeceğiz inşdigerah.