Arkeolog Yıldırım: 'Arkeolojik Çalışmalar Tamamlanmadan Baraj İnşaatlarına Başlanmamalı'

Arkeolog Musa Yıldırım, Keban Hes projesi ve Elazığ'ın tarihsel sürecine katkıları hakkında açıklamalarda bulundu.

Yıldırım yaptığı açıklamada,“Atatürk ve Karakaya barajları yapılırken çalışmalar ODTÜ ile devlet kurumları arasındaki uyuşmazlık nedeni ile “Keban Projesi” gibi başarılı olamıyor ve ne yazık ki birçok arkeolojik yerleşme daha dokunulamadan sular altında kalıyor. Yine Ilısu Barajı kapsamındaki kurtarma kazıları sonlanmadan baraj su tutmaya başladı. Ilısu baraj Barajı inşaat süreci diğer baraj inşaatlarına göre nispeten uzun sürdü. Sürecin uzaması daha fazla arkeolojik çalışma yapılması olanağı sunsa da baraj su tutmaya başlayınca Botan ve Dicle Vadilerindeki önemli birçok arkeolojik yerleşme arkeologların tüm uyarılarına rağmen sular altında yok olmak üzere kaderine terkedildi.”dedi.

Yıldırım sözlerine şöyle devam etti:“Paleontolojik ve arkeolojik veriler incelediğinde Yunanistan ve Bulgaristan'da 7.2 milyon yıl öncesine ait bir alt çene ile bir üst premolar (küçük azıdişi), keşfedilen en eski insan fosilleri olma özelliğini taşımaktadırlar (Graecopithecus freybergi). İnsan etkinliklerine ait en eski buluntu ise Kenya'da keşfedilen 3.3 milyon yıllık bir taş alettir. Bu da gösteriyor ki insan olarak 3 milyon yıldan fazla bir süredir dünyada hem var olmuşuz hem de farklı nitelikteki taşları işleyip onlardan çeşitli aletler yapmışız.

AVCI TOPLAYICI YAŞAM TARZINDAN ÜRETİME DAYALI YERLEŞİK YAŞAM MODELİNE

Paleolitik dönem insanı avcı toplayıcı yaşam tarzı ile varlığını sürdürmekteydi. Gündüzleri avlanmak ve doğadaki hazır besinleri toplamak için gezen bu insanlar geceleri ise bir ağaç kovuğu, mağara veya kaya sığınağında dinleniyorlardı. Hareketsiz kaldıkları dinlenme süreçlerinde sığınaklar vahşi yaşamdan korunmak için önem arz ediyordu. Aynı zamanda bu sığınma alanlarının yer yer taş alet yapımı için işlik olarak kullanıldığı da tespit edilmiştir. Holosen ile birlikte iklimlerin ılımanlaşması tarım için daha uygun koşullar doğurdu. “Neolitik Devrim” olarak adlandırılan yerleşik yaşam sürecinde üretime dayalı, ekip biçmeyi öğrendiğimiz, hayvanları evcilleştirdiğimiz, çanak çömlek yapmayı öğrendiğimiz ve belki de en önemlisi sığınmak yerine yaşam alanlarımızı yani evlerimizi inşa ettiğimiz bir yaşam modelini benimsemiş olduk. Böylece ilk köyler ortaya çıkmış oldu. Bu köyler akarsu yataklarının yakınına kurulan yangınlar, depremler, seller veya savaşlar nedeniyle defalarca yıkılmalarına rağmen tekrar tekrar inşa edilip bulundukları lokasyonlarda “höyük” dediğimiz yükseltileri oluşturan yerleşim alanlarıdır.

KEBAN PROJESİNDE ARKEOLOGLARIN ÖZVERİLİ ÇALIŞMALARI OLMASA, ELAZIĞ'IN PALEOLİTİK ÇAĞA KADAR UZANAN TARİHSEL SÜRECİ BİLİNMİYOR OLACAKTI

1964 yılında Keban barajı yapımına başlandığında dönemin ODTÜ rektörü Kemal Kurdaş önderliğinde 1968 yılında “Keban Projesi” başlatıldı. Baraj inşaatı bitene kadar örneği görülmemiş bir çalışma ile su altında kalacak arkeolojik yerleşmeler büyük oranda gerek yüzey araştırmaları ile gerekse kazı çalışmaları ile gün yüzüne çıkarıldı. Türkiye ve dünya arkeolojisinden oldukça önemli isimlerin katıldığı kazılar sonucunda hem Elazığ'ın hem de bölgenin tarihi yeniden şekillendi. Genel anlamda M.Ö 8. yy' da Urartu'lar tarafından inşa edilen Harput Kalesi'nden öte pek bir bilgi sahibi olmadığımız tarihimizin günümüzden bir buçuk milyon yıl öncesine kadar gitmesi muhtemeldir. Keban Projesi kapsamında yapılan yüzey araştırmaları ve kazılardan elde edilen arkeometrik veriler bazı tahminlerde bulunmamıza yardımcı olmaktadır. Ağın ve Keban ilçelerinde tespit edilen paleolitik yerleşmelerden bulunan taş aletlerin analiz edilmesi sonucu Keban Aktaş konaklama ve İşlik yerinin alt paleolitik döneme tarihlendiği saptanmıştır. Burada bulunan “Aşölyen” tipi el baltaları paleolitik insanının (Homo Erectus) günümüzden bir buçuk milyon yıl önce kullanmaya başladığı aletlerdir. Keban'da ki Enerli Mevkii' Alt-Orta Paleolitik ve Ağın'da ki Yıkılgan Sığınağı üst Paleolitik dönem'e tarihlenmektedir. Elazığ ve çevresi için Alt paleolitik Dönem'den Neolitik Dönem'e kadar kronolojik sürecin kesintisiz olarak devam ettiği söylenebilir. En azından verilere bakıldığında her dönem için en az bir yerleşmenin var olduğu görülmektedir.

M.Ö 5.000'Lİ YILLARDA IRAK'A KADAR UZANAN KÜLTÜREL ETKİLEŞİM

Çanak Çömlekliksiz Neolitik Çağa geldiğimizde Kovancılar Saraybahçe köyü'ndeki Çınaz III yerleşimi Bölgenin Çanak Çömleksiz Neolitik dönemi hakkında önemli bilgiler vermektedir. Çanak Çömleksiz Neolitik Dönem kabaca M.Ö 10.000 ile M.Ö 7.000 tarihleri arasındaki döneme tekabül etmektedir. Elazığ ili sınırları içindeki arkeolojik yerleşmelerin Çanak Çömlekli Neolitik ve Kalkolitik Dönemlerde Irak'taki yerleşmelerle etkileşimlerinin olduğu saptanmıştır. Elazığ'ın 31 km. doğusunda yer alan Tepecik Höyük'te Halaf Uruk ve Obeid kültürlerine ait önemli buluntulara rastlanmıştır. Halaf Kültürü'nün merkezi Irak'taki Tell Halaf yerleşimidir. Düzgün ve Boya bezemeli keramikleri ile ünlenmiştir. Tarihsel olarak M.Ö 5.000'li yıllara denk gelmektedir. Irak'taki bir yerleşmede bulunan materyal ile Elazığ Tepecik'teki materyalin aynı olması Tell Halaf yerleşmesi ile kültürel bir etkileşimin olduğunu göstermektedir. Bölgeler arası etkileşimin yine Irak'taki Uruk ve Obeid yerleşmelerinde kalkolitik dönemde de devam ettiği görülmektedir.

İLK TUNÇ ÇAĞ'DA GÖÇEBE BİR KÜLTÜR

Tunç çağlara geldiğimizde Tülintepe, Norşuntepe, Korucutepe ve tepecik yerleşmelerindeki stratigrafik verilere bakıldığında İlk tunç Çağ'da bölgenin, merkezi Erzurum-Kars bölgesi olan aynı zamanda “Yanık Kültür” olarakta bilinen “Karaz Kültürü” etkisi altına girdiğini görüyoruz. Karaz Kültürü'nün Çanak çömleği siyah açkılı yanmış bir görünüme sahip olduğundan “Yanık Kültür” denmektedir. Neredeyse kusursuz görünümlü ve bezemeli Halaf keramiğinden sonra Neredeyse bin yıl kadar kaba görünümlü Karaz çanak çömleğinin yoğun olarak kullanıldığını görüyoruz. M.Ö 3.000 ile M.Ö 2.000 yılları arasında bölge bu göçebe kültürün etkisinde kalır. Orta ve Geç Tunç Çağlarda M.Ö 2.000' den M.Ö 1.200' lü yıllara kadar Hitit etkisi görülür. Elazığ' da ancak Demir Çağ' da Harput Kalesi' nin de dahil olduğu Urartu dönemi görülür.

İPEK VE BAHARAT YOLLARINDAN DAHA ESKİ BİR TİCARET YOLU VARDI

M.Ö 1950-1750 yılları arasında Asur Ticaret Kolonileri Çağı'nda Asur'dan Kayseri Kültepe yerleşimine kadar giden dönemin en önemli ticaret yolu da Elazığ sınırları içinden geçmekteydi. Literatürde “Orlin yolu” olarak bilinen bu kervan yoludur. Asur'dan Eşek kervanlarıyla yola çıkan tüccarlar Diyarbakır'a ulaştıktan sonra Elazığ'dan geçerek Malatya, gürün, Pınarbaşı güzergahı üzerinden Kültepe'ye ulaşırlardı. Asur'lu tüccarlar Anadolu'ya, Afganistan'dan kalay ve Asur'dan işlenmiş ürünleri getirirken Anadolu'dan altın gibi değerli madenleri götürüyorlardı.

ARKEOLOJİK ÇALIŞMALAR TAMAMLANMADAN BARAJ İNŞAATLARINA BAŞLANMAMALI

Bir nehrin havzası nasıl yok olabilir? Bu mümkün mü? Evet. Sadece bir barajla bu mümkün. Günümüz koşullarında sulama ve elektrik üretimi için barajlar bük bir önem arz etmektedir. HES projeleri Akarsulardan hem enerji hem de sulama alanlarında daha fazla faydalanabilmek açısından oldukça önemli projelerdir. Buradaki asıl problem nedir? Baraj sorunsalı? Sorun nasıl çözülebilir? Biz arkeologların gönlü hiçbir zaman için tarihsel ve kültürel dokunun sular altında kalmasından yana değil. Olamaz da. Barajlar inşa edilmeden önce bölgede gerekli bütün arkeolojik çalışmaların yapılması ve sonuçlandırılması gerekir. Önce detaylı bir yüzey araştırması yapılmalı ve devamında ise kazılar sonuçlanana kadar bir akarsuyun bulunduğu havzaya kesinlikle baraj veya barajlar inşa edilmemelidir. Eğer bir yerde baraj yapılabilme ihtimali varsa arkeolojik çalışmalar barajla beraber değil, barajdan çok daha önce başlamalıdır. Arkeolojik kazılar kısa zamanda sonuçlanan çalışmalar değillerdir. Yirmi yıl otuz yıl süren kazılar var. Bir höyüğün tamamını birkaç yıllık baraj inşaatı ile beraber kazıp sonuçlandırmanız mümkün değil. Bugün yapılacak bir baraj için en az 20 yıl önce kazıların başlamış olması gerekir ve kazılar sonuçlanmadan da barajlar kesinlikle su tutmamalıdır.Toparlayacak olursak Kemal Kurdaş' ın öncülük ettiği ekibin yoğun çalışmaları sonucunda bölgenin kültürel etkileşimi açısından oldukça önemli olan paleolitik ve neolitik dönem yerleşmeleri su altında kalıp yok olmadan kazılarak tarih gün yüzüne çıkarılmıştır. Atatürk ve Karakaya barajları yapılırken çalışmalar ODTÜ ile devlet kurumları arasındaki uyuşmazlık nedeni ile “Keban Projesi” gibi başarılı olamıyor ve ne yazık ki birçok arkeolojik yerleşme daha dokunulamadan sular altında kalıyor. Yine Ilısu Barajı kapsamındaki kurtarma kazıları sonlanmadan baraj su tutmaya başladı. Ilısu baraj Barajı inşaat süreci diğer baraj inşaatlarına göre nispeten uzun sürdü. Sürecin uzaması daha fazla arkeolojik çalışma yapılması olanağı sunsa da baraj su tutmaya başlayınca Botan ve Dicle Vadilerindeki önemli birçok arkeolojik yerleşme arkeologların tüm uyarılarına rağmen sular altında yok olmak üzere kaderine terkedildi.”dedi.

Özel Haber

Bakmadan Geçme