AK PARTİ VE METAL YORGUNLUĞU
Siyasi Partiler en dinamik sivil toplum kuruluşlarıdır
Siyasi Partiler en dinamik sivil toplum kuruluşlarıdır. Toplumun her kademesinde bulunan insan kitleleriyle temas etme imknları ve zorunlulukları vardır. Kendilerini büyük halk kitlelerine kabul ettirme çabası içinde olmaları siyasi partilerin en önemli görevidir. Varlık sebeplerini ortaya koymak ve kendilerini geleceğe sağlıklı bir şekilde taşımak için halkla ilişkiler ağını çok iyi kullanmaları gerekir.
Sosyo-kültürel ve ekonomik durumu ne olursa olsun bütün halk katmanları ile iletişim içinde olmaları siyasi partilere kendi programlarını kitlelere anlatma fırsatı verir. Diyalogdan uzak sivil toplum kuruluşlarının veya siyasi partilerin kalıcı olmaları imkansızdır.
2000'li yılların başında ortaya çıkan ve kurulduğu günden beri kesintisiz 15 yıldır iktidar olup Türkiye siyasetine damga vuran Adalet ve Kalkınma Partisi siyasetin bütün değerlerinin tüketildiği bir dönemde Türk toplumuna büyük bir ümit vererek ortaya çıktı.
Doksanlı yıllarda siyasetçiye güvenin kaybolduğu, yolsuzluğun ve adam kayırmanın tavan yaptığı, niteliksiz ve ehliyetsiz insanların akraba, dost, arkadaş gibi bağlarla devletin önemli görevlerine getirildiği bir dönemin yakın tanıklığını etmiştik o zamanlar. Bu ülkenin rahmetli Turgut Özal'ın kurduğu Anavatan Partisi ve rahmetli Süleyman Demirel 'in kurduğu Doğru Yol Partisi deneyimleri var. Merkez sağın bu iki güçlü partisi de tıpkı Sayın Cumhurbaşkanımız Recep Tayyip ERDOĞAN'ın kurduğu Adalet ve Kalkınma Partisinin ortaya çıktığı koşullara benzer koşullarda ortaya çıkmışlardı. Ama bu iki siyasi parti de çok kısa bir süre sonra liderleri siyasetin dışına çıkınca yok olup gitmişlerdi. Daha açık bir ifadeyle bu iki siyasi parti kadroları yukarıda bahsedilen nedenlere bağlı olarak sermaye+siyaset =güç olgusu üzerinden inşa ederek yıllarca sürecek bir siyaset yolculuğuna çıkmışlardı. Nihayetinde grup baskıları karşısında nitelikten, ehliyetten ve erdemden yoksun bireyler devletin önemli kademelerine getirilmişlerdi. Türkiye o dönemlerde ekonomide Özal dönemi hariç hissedilebilir bir gelişme gösterememişti. Batının ülkeleri trilyon dolar ihracatlar yaparken Türkiye katma değeri olmayan ürünler başta olmak üzere ancak 25-30 milyar dolar bir ihracat potasına sahipti. Nihayetinde 2000 yılının eşiğinde beklerken bu siyasi ve bürokratik kadrolarla 32 banka batırılmış ve Türkiye'ye o günlerin tabiriyle bir sente muhtaç durumu düşürülmüştü!!!
Düşünen, fikir üreten, geleceğe projeksiyon tutabilecek birey ülkenin büyümesine, kalkınmasına katkı sunabilen kişidir. Bir ülkenin kadrolarını oluştururken niteliğe önem verilmezse o ülkenin siyasi, sosyal, kültürel ve en önemlisi de ekonomik manada ilerlemesi beklenmemelidir. Cumhuriyetin kuruluşundun 2000'li yılların başına kadar Türkiye'nin toplam GSMH'sı (Gayri Safi Millî Hasıla- bir ülke vatandaşlarının verilen bir yıl için ürettikleri toplam mal ve hizmetlerin, belli bir para birimi karşılığındaki değerinin toplamıdır) 225 milyar dolar iken bu rakam Ak Parti'nin iktidara gelişinden beş yıl sonra yaklaşık 800 milyar dolara çıktığını görüyoruz. Yani her yönüyle yaklaşık dört misli bir büyüme.
Her siyasi parti iktidara gelince ilk yıllarını toplumun sosyo-ekonomik durumunu iyileştirmek için harcar. Yeni sosyal ve ekonomik projelerle vaatlerini yerine getirmeye çalışır. Ak Parti'nin ilk yıllarda yaptığı da tam olarak buydu. Kadrolar yeni, dinamik, hevesli ve istekli, aynı zamanda topluma heyecan verici bir yapıdaydı. Tam anlamıyla homojen olmasa da heterojen bir özelliğe sahip yanı da vardı. Yani toplumun bütün kesimleri bu hizmet yarışına dahil olmuştu. Ülkenin en yetenekli insanları devletin önemli görevlerine getirilmişti. Ülke 90 yılda ulaştığı büyümeyi Ak Parti iktidarının ilk beş yılında gerçekleştirdi.
Peki sonrasında ne oldu da bu hızlı büyüme birdenbire durdu? İstatistikler incelendiğinde 2008 yılından sonra Türkiye ekonomisinin durağan bir pozisyona geçtiğini söyleyebiliriz. 2002-2008 yılları arasında ki Ak Parti'nin ekonomi performansı belki de dünyada eşi benzeri görülmemiş bir nitelikteydi. Tabii ki bu büyümenin gerçekleşmesinde çok farklı nedenler sıralanabilir.
Ancak bu hususta akla gelen en geçerli neden siyasi kadronun siyaset yapma isteğindeki temel anlayış farkıydı. Tamamen ülkeye hizmet etme arzusu taşıyan bir siyasi kadro ile donatılmıştı.
Her seçim döneminde çekirdek kadrosunu koruyup gövdesinde azami derecede değişiklikler yaparak sürekli kendisini yeniledi. Bu toplumun da benimsediği bir kural olmuştur her zaman. Çünkü toplum her zaman değişiklik ister, yenilik ister. Recep Tayyip ERDOĞAN liderliğindeki Ak Parti de bu kurala ekseriyetle uydu diyebiliriz. Ama bir farkla! Bir iki dönem seçilip ara verdikten sonra bulundukları illerde tekrar bu yarışa kaldıkları yerden devam etme arzusu birkaç istisna hariç tamamında olduğunu kabul etmemiz gerekiyor. Siyasetin doğasında bu anlayış her zaman olmuştur. Ama iktidar olmak isteyen bir siyasi örgüt için siyaset sosyolojisi gereği değişim her zaman kazandırır ve toplumun hafızasına yerleşen ön yargıları ve kötü algıları bertaraf eder.
Daha açık bir ifadeyle Ak Parti önümüzdeki süreçte hem FETÖ ile mücadelede inandırıcılığını ortaya koymak adına hem de toplumda bir beklenti haline gelen parti teşkilatlarının sil baştan yenilenmesi isteğini yukarıda bahsedilen siyaset sosyolojisi anlayışı doğrultusunda gerçekleştirerek kendisini yenilemek zorundadır.
Artık Türkiye'nin geleceğinde söyleyecek sözü olanların siyaset yapma dönemi açılmalıdır. Sermayeye, makama ve nüfuz gücüne dayalı siyaset anlayışı bittiği zaman siyaset daha çok nitelik kazanacaktır.
ve 26. Dönem de Ak Parti'den iki dönem üst üste aday adayı olan biri olarak önümüzdeki yeni dönemde Sayın Cumhurbaşkanımızın Türkiye siyasetine beklenilen ve arzu edilen anlayışı getireceğine inancımız tamdır. Unutmayalım ki sivil toplum kuruluşları kendini yeniledikçe dinamizm kazanır. Yeni kadrolar, yeni yüzler topluma ümit verir. Siyaset sosyolojisinin doğasında da bu vardır. Artık söyleyecek sözü olana siyaset yapma fırsatı verilmelidir. Paraya, nüfuza, makama kısacası güce dayalı siyaset yapma dönemi yeni dönemle birlikte kapanmalıdır. Yeni döneme yepyeni düşünceler damgasını vurmalıdır. Buna fırsat verilmezse yarınımızın, bugünden ve dünden bir farkı olmaz.
Kalın sağlıcakla.