ABE GARDAŞ

Zekâ terimi, çok açık ve anlaşılır gibi görünmesine rağmen, kolayca tanımlanabilir bir vasıf değildir

ABE GARDAŞ
TAKİP ET Google News ile Takip Et

Zekâ terimi, çok açık ve anlaşılır gibi görünmesine rağmen, kolayca tanımlanabilir bir vasıf değildir. Zekâ testleri sonuçlarına göre ortalama bir insanın IQ puanı 100 civarında bulunmaktadır ve günümüz insanı için 90-110 arası puanlar normal kabul edilmektedir. Bu konuyla ilgili verilere göre insanların yaklaşık %70’nin ZB puanın 85-115 arasında; %95’inin ise IQ’sunun 70 ile 130 arasında olduğu söylenmektedir… Yine bu verilerin ışığında, IQ puanları bu sınırların dışında kalanlar, normal dağılım eğrisinin iki ucunda yer alırlar ve düşük ya da üstün zekalı olarak isimlendirilirler…

Zihinsel gelişim bozukluklarının nedeni çok az bilinebilmektedir. Genetik temelli bir hastalığın zekâ geriliğine yol açtığı söylendiği gibi doğum öncesi dönemde beyin gelişimine zarar veren virütük hastalık vb. diğer biyolojik etmenlerin ya da doğum esnasındaki fiziksel travmaların da zekâ geriliği riskini barındırabileceği ifade edilmektedir uzmanlarınca…

Bu sebepten olsa gerek uzmanlar “zekâ geriliği” terimi kullanmazlar. Onun yerine “zihinsel gelişim bozukluğu” terimini kullanmayı tercih ederler…

Ayrıca zihinsel gelişim bozuklukları hafif olan bireylerin, iyi çevresel koşullarda yetiştirilip ilgi ve özenle büyütüldüklerinde, herhangi bir sorunla karşılaşmaksızın uyumlu bir şekilde yaşamlarını sürdürebileceğinden söz ederler… Bu hdigereriyle uyumlu ve değerli bir parçası olurlar yaşamın…

                                                        *****

“Bizim Şehrin Divaneleri” adlı eserinde Elazığlı usta kalem Necati KANTER, şehrin sözcülüğünü üstlenir ve şöyle seslenir:

“Kadim şehirlerde divaneler, abddigerar, meczuplar, deliler sokağın süsüdür. Onlar, bulunduğu mekânın evlatlarıdır… Onlara kapısını açmayan dükkân, yıkanmasına imkân vermeyen hamam, yardım etmeyen el yoktur. Kılık kıyafetlerinin düşkün olması, bakışlarındaki tedirginlikleri ve olağan dışı davranışlarıyla şehrimizin en sevimli insanlarıdır onlar… Konuşan ve konuşmayan, kendini ifade edebilen veya edemeyen, içe dönük yahut dışa… Aşırı konuşanlar, az, eksik hatta hiç konuşmayanlarıyla…”

                                                        *****

 “İftardan sonra seni Abe Gardaş’la tanıştıracağım. Hazır ol, gidek.” deyince Halit Ziya, meraklandım. Kimdi bu Abe Gardaş?

Nihayetinde geldi… Kalktık gittik… Memleketin sevilen simalarından Haydar AYDUR’un işletmeciliğini yaptığı bu mekân; adeta şehrin spor emekçilerinin buluşma yeri gibiydi. Özellikle de futbol branşının duayenlerinin… Gençliğimizin idolü Hıdır Bilek, Hacı, Kaptan Ömer, Kaleci Münir, Mustafa Aksu, Kaptan Bedo, Adoş ve ismini sayamadığım pek çok kadim dost oradaydı…. Ayrıca şehrin sporuna yön veren aktif yöneticilerden Nazif Bilginoğlu, Şahin Şerifoğulları, Mustafa Gür, Mustafa Doğan ve Yusuf Boydak gibi değerli isimler…

Yeşillikler içerisindeki bahçede, yöneldiğimiz masa oldukça kalabalıktı. Masanın baş konuğu, yüzünden tebessüm eksik olmayan Abe Gardaş ’tı… Karşısında ise yılların eskitemediği Cızzo Aziz… Akşamın ilerleyen saatlerinde karşılıklı atışmaları oluyormuş her ikisinin, aşıkların atışmasına benzer… Hüseynik’ten çıkıp yola, bilinmeze doğru yapılan müzikal bir yolculuk…

Yer bulduk kendimize, oturduk masaya… Genelde eskiye dair özlemler, yaşanmış güzellikler sohbetin konusu… Bahçenin uzak köşesinden gelen cümbüş sesi de destekliyor sohbeti.

Ne huzur verici ne de hoş… Bir de gırnata sesi olsa…

                                                       *****

“Abe Gardaş” kavramı, karşısındakine hitap şekliymiş… Asıl adı Zülküf’müş. Büyük küçük ayrımına girmeden muhatabına Abe Gardaş diye sesleniyormuş. Lakabı da böyle oluşmuş Zülküf’ün…

“Abe Gardaş.”

                                                      *****

“Eğer sıkıntın var ise Abe Gardaş’a söylebilirsin” dedi Halit, bana dönerek… “Abe Gardaş’ın Emniyet teşkilatında müdür arkadaşı var, hemen çözer.”

 Aniden kulak kesildi… Görev üstlenircesine sordu Zülküf bu sözler üzerine…

“Abe Gardaşş! bir sıkıntın varsa söyle, hemen çözem.”

“Var” dedim… “Anam içeride. 3 gündür açım. Yarın bayram. Ben bayramda kimin elini öpeceğim, kime sarılacağım, kimin hayır duasını alacağım?”

Hüzünlendi, bir müddet sessizleşti ve düşündü Zülküf.

“Bana Orhan Müdürü bağla!” dedi yanı başındaki Yılmaz Aydın’a… Yılmaz Aydın, ağabeylik yapıyormuş Zülküf’e… Maddi, manevi ihtiyaçlarını karşılıyormuş. Yanından ayırmıyormuş… İsteklerini ona söylemesi bu sebeptenmiş Zülküf’ün… İşte! Abe-Gardaşlık.

Yılmaz bir numarayı aradı ve telefonu Zülküf’e uzattı. “Emniyet müdürü Orhan Bey. Konuş!” dedi.

Meğerse aradığı üniversiteden Prof. Dr. Orhan Özbey’miş. Orhan hoca, normal hayatta Zülküf’ün kadim dostu ancak hayal dünyasında kurguladığı bir emniyet müdürü de aynı zamanda… Yani her zaman yanı başındaki kişinin, telefonda müdür olarak konuştuğu insan olduğundan habersiz…

 “Ben Zülküf, müdürüm.” Dedi ve hemen konuya girdi. “Bir abe gardaş var yanımda. Onun bir sıkıntısı var, baban hayrına bunu çözesin. Annesi içeride... Bu Abe gardaş üç gündür aç... Annesine çok üzüli… Pantolonu da ütüsüz. Bak yarın bayram… Hayrın olsun müdürüm…”

“Suçu neymiş? Niçin içerideymiş?” diye bir soruyla karşılaşınca döndü bana sordu.

“Neden içerde anne?”

“Orospuluktan” dedim. Cevabımın karşısında bir an afdigeradı… düşünce payı bıraktı zihninde… toparlandı, telefonla konuşmaya devam etti. Müdürle aralarındaki diyalog şöyle gelişti.

“Önemli bişey değil. Evin kirasını ödememiş.”

“Bu suçtan hiç kimseyi içeriye almazlar. Yoksa yüz kızartıcı bir suç mu? Hırsızlık mı?”

“Keşke hırsızlık olsa!!?”

“Ne peki?”

“Yav vdigera önemli bişey değil. Evin kirasını ödememiş.”

“Tamam, tamam… Senin hatırın için çıkaracağım. Peki, adı neymiş?”

 “Annenin adı ne?”

“Orospu Bakiye”

“Müdürüm Bakiye ablaymış. Bakiye ablaa!”

                                                  *****

Dakikalar sürdü bu diyalog… Üstelik masadaki arkadaşların manalı ve ısrarla sordukları sorular ve dayatmalar karşısında edebini bozmadı Zülküf. Ağzından bir argo kelime bir küfür çıkmadı. “Ayıptır! Utanın! Vdigera önemli bişey yok… Evin kirasını ödememiş… Konu kapanmıştır!” sözleriyle geçiştirdi. Onu bu içten tavrı masadakilerin gülen yüzlerini ciddileştirdi… Tüm başları saygıyla öne eğdirdi…

Sarsıcı bir edep dersiydi geceden kalan…

                                                  *****

 “Ermiş, mecnun, meczup, divaneler toplum üstü gerçeğin sözcüsüdürler. Gizli bir hakikati bildirmek, başkalarının fark edemediğini görebilme ferasetine sahip olmak, bunlara ait özelliklerdir. İnsanlığın dibe vurduğu zamanlar bu özellikleri daha da belirginleşir…” dedi ve devam etti Sakdigerı Mustafa …

 “Beşerî kanunları yalnızca iki kişi çiğner; Deli ve dahi.

Bu ikisidir, Allah'ın kalbine en yakın insan."

Allah’a yakın birini mi arisin? Bak! hemen karşında… Edep timsali, Abe Gardaş!