Ahmet Turan Uçar

Millileşen Din!..

Ahmet Turan Uçar

 Dinin toplum hayatındaki önemi elbette yeni değil. İlahi dinlere bakılırsa Adem peygamberden beri, kültürler tarihine de bakarsanız kadim kültürlerin hemen hepsinde bir şekilde din diye tanımlanacak disiplinler olagelmiştir. Bu bağlamda semavi ya da beşeri olmak üzere tarihe kadar ‘din’in olmadığı tarihsel bir dönem yok gibi.

 Peki, tarihte dinsel manada homojen bir toplum gerçekte tam olarak var olmuş mudur, yoksa bir ütopya mıdır? Din arkeologlarının (böyle bir disiplin var mı bunun da sorgulanması lazım) bu soruya cevap vermeleri lazım. Belli bir din şemsiyesi altında homojenlik sağlansa bile; etnik, itikadı ve fıkhi bir birliktelik sağlanabilmiş midir?

 Din, tek başına homojen bir toplum oluşturabilir mi veya oluşturmalı mı ve oluşunca gerçekten de bulunduğu coğrafyaya ve insanlığa barışı, refahı ve hakça paylaşımı sağlar mı? Bu konuda yeterli cevabımız ve bu cevapları temellendirecek deneyimlerimiz var mı?

 Skolastik Avrupa tarihi ile İslam tarihine baktığımızda belki bu soruların cevabına tam olarak ulaşamazsak da ipuçlarını yakalayabileceğimizi düşünüyorum. Çünkü bu tarih, maalesef bize acı dolu bir tabloyu gösteriyor. İnsanlar için var olan ve amacı refah, adalet, mutlu bir yaşam ve ebedi bir hayatı vadeden özellikle ilahi dinler, neden hep böylesi acı olaylar ile hafızalarda yer edebiliyor?

 İlahi bir din; savaşı, ötekileştirmeyi, ölümü kutsar mı, bütün yaratılanların Tanrısı, nasıl olur da savaşların, katliamların müsebbibi olabilir?

 Hemen tüm peygamber söylemlerinde ve ilahi kitaplarda da zenginlik olarak kabul edilen, hatta Kur'an da ayet olan dillerin, farklı etnik kimliklerin ve kültürlerin yaşadığımız dönemdeki din mensuplarınca (!) yasaklanması, ötekileştirilmesi, daha da ileri gidilerek savaşı kutsamaları nasıl izah edilebilir?

 Şüphesiz benim inandığım Tanrı; meşru müdafaa dışında, savaşı, ölümü, ötekileştirmeyi, işgali, hak gaspını meşru görmez. Bunları meşru gören bir Tanrı, ancak pagan tanrısı olabilir ki, peygamberler ve kutsal kitaplar bu zihniyeti yok etmek için gönderilmiştir. Aksini düşünmek ilahi vahiye inancı olan hiç bir insana yakışmaz.

 Bu noktada dinin mahiyetinin doğru anlaşılamadığı, bağlamından koparıldığı veya iktidarlar tarafından kendi sürekliliğini sağlayabilmenin bir aracı olarak kullanıldığını düşünmek sanırım yanlış olmaz? Dikkat edilirse dinlerin kurumsallaşması hep saray, imparatorluk, devlet erkânı ve çevresindeki azizler, şeyhülislamlar, hahamlar ve kilise tarafından gerçekleştirilmiştir. Sivil alandaki dinsel faaliyetler ve mensupları genelde en ağır şekilde cezalandırılmış ve bir şekilde unutturulmuştur.

 Süreç içerisinde bütün insanlığın ortak malı olması gereken dinlerin, devletler ve bazı milletler tarafından asıl mecrasından koparılarak millileştirildiği gerçeği ile karşılaşıyoruz ki barışın, ortak yaşamın, hakça paylaşımın, can ve mal güvenliğinin garantisi olması gereken dinler, birçok yönden insanlığa felaket getirmiştir.

 Musevilik dininin İbranilerce millileştirilmesi bu noktada gösterilebilecek en çarpıcı örnektir. İlahi bir dinin sadece bir millete indirgenmesi hem kendilerine hem de günümüzde bulundukları coğrafyadaki farklı dinlere mensup toplumlara felaket getirmiştir.

 Hristiyan Avrupa'da da bundan farklı bir durum (en azından yakın tarihe kadar) yoktur. Kurumsallaşan Hristiyanlığın, engizisyonlar ile kendi insanına, Haçlı seferleri ve sonrasındaki yayılmacılığı ile dünyaya yaptığı kötülüğün haddi hesabı yoktur. Öyle ki dini millileştiren ve kendilerini Tanrı'nın kutsadığına inanan Hristiyan Avrupa, Kızılderililer, Aborjinler, Guançe ve Maorilerin nerdeyse soyunu tüketebilecek kadar ileri gidebilmişlerdir.

 Hristiyanlık ve Musevilik tarihi bu kadar karanlık iken Müslümanların tarihi de çok süt beyaz değildir. Dönem dönem çok kötü vakaların yaşandığını hepimiz biliyoruz. Dikkat edilirse 10. yüzyıldan sonra hiç bir halk topluca İslamiyet'e girmemiştir. (Tek istisnası Bogomil mezhebine bağlı 39 bin aile ile Bosnalıların 1463 yılında Müslümanlığı kabul etmesidir)

 Kendi bağlamından koparılarak millileşen bir din, menfi milliyetçiliğin de aparatı haline gelir ve zulüm üretmesi kaçınılmaz olur. Çünkü dini kurumsallaştıran ve gücü eline geçiren bir millet ve etnisite, Tanrı'nın kendilerini özel kıldığına ve yetkilendirdiğine dair bir inanç geliştirebilir (ki böyle bir inanca hiç de yabancı değiliz) ve bu inancın insanlık adına ne kadar tehlikeli olabileceğini sanırım yazmaya bile gerek yok.

 Din ve dinler sivil alanın ve insanlığın ortak değerleridir....
 

Yazarın Diğer Yazıları