SADECE TANIK OL!
Uzak Doğu insanının kadim tarihinden kaynaklanıyor olsa gerek… Yaşama dair ortaya koydukları metotlar ve fikirler çok daha derin ve ulvidir batı insanına göre…
Mese
Uzak Doğu insanının kadim tarihinden kaynaklanıyor olsa gerek… Yaşama dair ortaya koydukları metotlar ve fikirler çok daha derin ve ulvidir batı insanına göre…
Mesela Japonya'da üst düzey yöneticiler yıllık izinlerinin tamamını tatil köylerinde geçirmezler ya da ilk fırsatta yurt dışı gezisine çıkmazlar… Kısa süreliğine de olsa tanınmayacağı yakın bir şehre ya da bir semte giderek orada ayakkabı boyacılığı yaparlar veya bir restoranda garsonluk… Temel gayeleri, bu şekilde nefislerini terbiye etmek, mütevaziliklerini canlı tutmak... İnsan kalabilmek velhasıl… Sadece bir insan…
Güney Kore'de ki bazı şirketler ise iş temposunun yoğunluğu sebebiyle stres yaşayan çalışanlarına bilinen stres yönetimlerinden çok daha farklı terapi yöntemi uygularlar… Bu yöntem sayesinde kişinin sorunlarıyla yüzleşebilmesini sağlamakmış, yaşanan sorunların geçici olduğunu, çok daha önemlisi insan hayatının geçiciliğini vurgulamakmış gayeleri…
Bunu, çalışanlarına temsili cenaze törenleri hazırlayarak gerçekleştiriyorlarmış… Kefen yerine beyaz kıyafetler giyinmiş ofis çalışanlarına önce ölmek üzere olan insanların hikayelerini anlatan videolar izletdiriliyormuş. Sonrasında oturup sevdiklerine son mektuplarını yazıyormuş çalışanlar… Terapinin zirvesini oluşturan an ise her birinin kendisi için hazırlanan tabuta girip yatmasıyla başlıyormuş… Derken tabutların kapakları kapatılıp, ağıtlar eşliğinde çivileniyormuş. Karanlıkta tabutun içinde upuzun bir şekilde hareketsiz yatarken hayatın anlamı üzerine düşünüyorlarmış içindekiler…
*****
Tasavvufta 'tefekkür-i mevt' olarak ya da 'rabıta-i mevt' olarak anılan 'ölümü hatırlayıp düşünme' anlayışı çok önemlidir. Hz. Peygamber'in, 'Dünyevî zevkleri kıran ve uzun yaşama arzusunu unutturan ölümü çokça hatırlayınız.' sözünden yola çıkan mutasavvıflar 'Ölmeden evvel ölmek' şeklinde bir anlayış geliştirmişler, her nefesi son nefes bilip ölüme her an hazır olmanın yollarını aramışlar… 'Tefekkür-i mevt' anlayışıyla, ölümü hatırlayarak, kalplerdeki dünya sevgisini, bedenin ruha verdiği bulanıklığı atması adına bir ritüel oluşturmuşlar…
'Rabıta-ı mevt' rahmetli Sadi Baba'nın da önem verdiği ritüellerden biriydi… Zaten bu disiplin onun yaşantısına aleni yansıyordu… Pek sık olmasa da bizleri de dahil ediyordu bu ritüele… Bazı geceler, özellikle geçkin saatlerde derghın ışıkları söndürülüyor sadece yeşil ampullü aplik açık kalıyordu. Sessizliğin hüküm sürdüğü bu anda konsantrasyon had safhaya ulaşıyordu. Ölüm anı, sevdiklerinizin ağlayışları, haykırışları, yıkama, musdigera taşında yatarken cenaze namazınızın kılınışı, kabre yerleştirme vbg. düşünülüyordu en ince ayrıntısına kadar… Sonrasında Sadi Baba'nın uyarısıyla son veriliyordu bu tefekkür haline… İki rekt teheccüd namazı kılınarak gece sonlandırılıyordu…
*****
Nasrettin Hoca, çekilmiş bir köşeye gözleri kapalı halde 'tefekkür-i mevt' halindeyken hanımı meraklanmış, dayanamamış, sormuş… 'Ne o, herif! Karadeniz'de gemilerin mi battı?' Hoca, umarsızca cevap vermiş, 'Ölümü düşünüyorum. Ölüm halini…'
Hoca'nın bu sözü üzerine hanımı biraz da hocayı küçümseyerek 'Düşündüğüne de bak! yüzyıllar öncesinden elin herifi, olayı çözmüş ve şöyle demiş, 'Ben hayattayken ölüm yoktur. Ölüm varken ben olmayacağım.''
Nasrettin Hoca, derinden bir iç çekmiş ve hanımına dönerek, 'Ölümün nasıl geldiğini de söylemiş mi, bir ip ucu vermiş mi?' diye sormuş.
'İp ucunu ben sana vereyim. Ölüm insanın ayak uçlarından girecek. İşte o zaman soğuk, buz gibi soğuk olacaksın.' diye cevap vermiş hanımı…
Ayaz bir kış akşamı, hoca ormanda odun kesiyormuş. Ayak parmaklarının soğuduğunu hmiş ve o an hanımının sözlerini hatırlamış… 'Tamam! İşte ölüm geliyor ve ben evden uzaktayım. Kimseye de haber veremem. Şimdi ne yapmalıyım?' diye endişelenmiş… 'Yere yatsam iyi olur' diyerek yere uzanıp ölümü beklemeye başlamış… Nihayetinde, ölüm varken artık kendisi olmayacakmış…
Hoca yerde hareketsiz yatarken, onu ölü sanan iki kurt, fırsattan istifade hocanın ağaca bağlı eşeğine saldırmışlar. Hoca gözlerini açmış ve kendi kendine mırıldanmış… 'Ölü insanlar hiçbir şey yapamazlar. Canlı olmuş olsaydım siz kurtlar eşeğime karşı bu kadar küstahça davranamazdınız. Ama artık ben hiçbir şey yapamam. Sadece tanık olabilirim!'
*****
'B i r düşün, bir gün olmayacaksın.' Diyerek söze başladı Sakdigerı Mustafa ve devam etti…
'B i r gün göçmüş olacaksın bu dünyadan… Ölmüş olacaksın; işte o gün radyo yine çalmaya, dünya ise dönmeye devam edecek… Sen olmadan da dünya mükemmel bir şekilde sürüp gidecek… Sevdiklerin günlük işlerinde koşuşturmayı sürdürecek…
O halde bir hayalet ol! Sadece sandalyende otururken, basitçe kaybol… 'Artık gerçek değilim; ben yokum' diye düşün… Ve sadece gör nasıl ev devam ediyor. Her şey olduğu gibi devam edecek. Sensiz her şey aynen devam edecek. Hiçbir şey eksik olmayacak.
O zaman sürekli meşgul olmanın, bir şey yapmanın, eyleme takıntılı olmanın anlamı ne? Ne anlamı var? Göçüp gideceksin ve ne yaptıysan ortadan kaybolacak; sanki kumlara imzanı atmışsın gibi ve rüzgr gelir ve imzan kaybolur... Ve her şey biter.
Hiçbir zaman var olmamış gibi ol. Sadece tanık ol!'
Mesela Japonya'da üst düzey yöneticiler yıllık izinlerinin tamamını tatil köylerinde geçirmezler ya da ilk fırsatta yurt dışı gezisine çıkmazlar… Kısa süreliğine de olsa tanınmayacağı yakın bir şehre ya da bir semte giderek orada ayakkabı boyacılığı yaparlar veya bir restoranda garsonluk… Temel gayeleri, bu şekilde nefislerini terbiye etmek, mütevaziliklerini canlı tutmak... İnsan kalabilmek velhasıl… Sadece bir insan…
Güney Kore'de ki bazı şirketler ise iş temposunun yoğunluğu sebebiyle stres yaşayan çalışanlarına bilinen stres yönetimlerinden çok daha farklı terapi yöntemi uygularlar… Bu yöntem sayesinde kişinin sorunlarıyla yüzleşebilmesini sağlamakmış, yaşanan sorunların geçici olduğunu, çok daha önemlisi insan hayatının geçiciliğini vurgulamakmış gayeleri…
Bunu, çalışanlarına temsili cenaze törenleri hazırlayarak gerçekleştiriyorlarmış… Kefen yerine beyaz kıyafetler giyinmiş ofis çalışanlarına önce ölmek üzere olan insanların hikayelerini anlatan videolar izletdiriliyormuş. Sonrasında oturup sevdiklerine son mektuplarını yazıyormuş çalışanlar… Terapinin zirvesini oluşturan an ise her birinin kendisi için hazırlanan tabuta girip yatmasıyla başlıyormuş… Derken tabutların kapakları kapatılıp, ağıtlar eşliğinde çivileniyormuş. Karanlıkta tabutun içinde upuzun bir şekilde hareketsiz yatarken hayatın anlamı üzerine düşünüyorlarmış içindekiler…
*****
Tasavvufta 'tefekkür-i mevt' olarak ya da 'rabıta-i mevt' olarak anılan 'ölümü hatırlayıp düşünme' anlayışı çok önemlidir. Hz. Peygamber'in, 'Dünyevî zevkleri kıran ve uzun yaşama arzusunu unutturan ölümü çokça hatırlayınız.' sözünden yola çıkan mutasavvıflar 'Ölmeden evvel ölmek' şeklinde bir anlayış geliştirmişler, her nefesi son nefes bilip ölüme her an hazır olmanın yollarını aramışlar… 'Tefekkür-i mevt' anlayışıyla, ölümü hatırlayarak, kalplerdeki dünya sevgisini, bedenin ruha verdiği bulanıklığı atması adına bir ritüel oluşturmuşlar…
'Rabıta-ı mevt' rahmetli Sadi Baba'nın da önem verdiği ritüellerden biriydi… Zaten bu disiplin onun yaşantısına aleni yansıyordu… Pek sık olmasa da bizleri de dahil ediyordu bu ritüele… Bazı geceler, özellikle geçkin saatlerde derghın ışıkları söndürülüyor sadece yeşil ampullü aplik açık kalıyordu. Sessizliğin hüküm sürdüğü bu anda konsantrasyon had safhaya ulaşıyordu. Ölüm anı, sevdiklerinizin ağlayışları, haykırışları, yıkama, musdigera taşında yatarken cenaze namazınızın kılınışı, kabre yerleştirme vbg. düşünülüyordu en ince ayrıntısına kadar… Sonrasında Sadi Baba'nın uyarısıyla son veriliyordu bu tefekkür haline… İki rekt teheccüd namazı kılınarak gece sonlandırılıyordu…
*****
Nasrettin Hoca, çekilmiş bir köşeye gözleri kapalı halde 'tefekkür-i mevt' halindeyken hanımı meraklanmış, dayanamamış, sormuş… 'Ne o, herif! Karadeniz'de gemilerin mi battı?' Hoca, umarsızca cevap vermiş, 'Ölümü düşünüyorum. Ölüm halini…'
Hoca'nın bu sözü üzerine hanımı biraz da hocayı küçümseyerek 'Düşündüğüne de bak! yüzyıllar öncesinden elin herifi, olayı çözmüş ve şöyle demiş, 'Ben hayattayken ölüm yoktur. Ölüm varken ben olmayacağım.''
Nasrettin Hoca, derinden bir iç çekmiş ve hanımına dönerek, 'Ölümün nasıl geldiğini de söylemiş mi, bir ip ucu vermiş mi?' diye sormuş.
'İp ucunu ben sana vereyim. Ölüm insanın ayak uçlarından girecek. İşte o zaman soğuk, buz gibi soğuk olacaksın.' diye cevap vermiş hanımı…
Ayaz bir kış akşamı, hoca ormanda odun kesiyormuş. Ayak parmaklarının soğuduğunu hmiş ve o an hanımının sözlerini hatırlamış… 'Tamam! İşte ölüm geliyor ve ben evden uzaktayım. Kimseye de haber veremem. Şimdi ne yapmalıyım?' diye endişelenmiş… 'Yere yatsam iyi olur' diyerek yere uzanıp ölümü beklemeye başlamış… Nihayetinde, ölüm varken artık kendisi olmayacakmış…
Hoca yerde hareketsiz yatarken, onu ölü sanan iki kurt, fırsattan istifade hocanın ağaca bağlı eşeğine saldırmışlar. Hoca gözlerini açmış ve kendi kendine mırıldanmış… 'Ölü insanlar hiçbir şey yapamazlar. Canlı olmuş olsaydım siz kurtlar eşeğime karşı bu kadar küstahça davranamazdınız. Ama artık ben hiçbir şey yapamam. Sadece tanık olabilirim!'
*****
'B i r düşün, bir gün olmayacaksın.' Diyerek söze başladı Sakdigerı Mustafa ve devam etti…
'B i r gün göçmüş olacaksın bu dünyadan… Ölmüş olacaksın; işte o gün radyo yine çalmaya, dünya ise dönmeye devam edecek… Sen olmadan da dünya mükemmel bir şekilde sürüp gidecek… Sevdiklerin günlük işlerinde koşuşturmayı sürdürecek…
O halde bir hayalet ol! Sadece sandalyende otururken, basitçe kaybol… 'Artık gerçek değilim; ben yokum' diye düşün… Ve sadece gör nasıl ev devam ediyor. Her şey olduğu gibi devam edecek. Sensiz her şey aynen devam edecek. Hiçbir şey eksik olmayacak.
O zaman sürekli meşgul olmanın, bir şey yapmanın, eyleme takıntılı olmanın anlamı ne? Ne anlamı var? Göçüp gideceksin ve ne yaptıysan ortadan kaybolacak; sanki kumlara imzanı atmışsın gibi ve rüzgr gelir ve imzan kaybolur... Ve her şey biter.
Hiçbir zaman var olmamış gibi ol. Sadece tanık ol!'